Paylaş

İdeoloji gündelik söylemlerde oldukça fazla kullanılan kavramlardan biridir. Bilimsel olanın karşısında taraflı bir bilgi olarak kullanılan “ideoloji”nin söylemsel olarak kötü bir anlam taşıdığı gözlemlenmektedir.

Her ne kadar bilim karşında bir kavram olarak görünse de; ideoloji, tarihte karşımıza bir bilim olarak çıkmıştır. Fransız düşünür Destutt de Tracy ideolojiyi bir bilim olarak tanımlamıştır. İdeolojiyi ilk defa bilim olarak tanımlayan Tracy ideolojinin; fikirlerin kökeni ve işlevleriyle ilgili sistem olduğunu söylemiştir. Fikirlerin bilimi olarak kavramsallaştırılan “ideoloji”, sosyolojiden (isim olarak) daha önce sistematikleşmiş bir “bilim” olarak tarihte karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlıca Fikkriyat veya ilm-i tasavvur olarak kullanılan ideoloji, idea (düşünce) ve logos (bilgi) kavramlarından oluşan bir kavramdır. “İdeoloji bilimi” geçmişte, toplumu keşfetme görevini üstlenmişti. İdeoloji akademik olarak hatırı sayılır bir sosyal bilimdi. Düşüncenin, bilginin ve toplumun ilişkisini ve onu açığa çıkaran entelektüellerin incelenmesi gibi önemli konuları işlemiştir.

İdeolojinin kötü bir üne sahip olması ise Napolyon bir kıvılcım ateşlemiştir. Çeşitli savaşlarda Napolyon’un önüne en büyük engelleri dönemin entelektüelleri yani “ideologları” koymuştur. Napolyon toplumun ilerlemesini istemeyen “ideologlar” olarak suçlamıştır. Kötü bir sözcük gibi ideolog kavramını kullanması dönemde tartışmalar yol açmıştır. Napolyon toplumun masa başı ideologlara ve ideolojilere ihtiyacı olmadığını söylemektedir. Dönemin aydınları ise ona fikir düşmanı anlamında “ideofob” adını takarlar. İdeolojinin olumsuz anlamı böylece başlar. İdeolojinin tarihsel temeli bize modern anlamda fikirler vermektedir.

İdeoloji terimi modern dönemde genellikle insan doğası toplum ve hayatın nasıl olması gerektiği konusunda önceden belirlenmiş hatta yanlı bir bakış açısını anlatmakta kullanılır. İdeolojiler yapılanmış sistematik düşünceler bütünü olarak tanımlanabilir. Güç, siyaset ve sosyal düzen hakkında temel duygular hatta ön yargıları yansıtabilirler. Sosyolojide büyük tartışmalara yol açan karmaşık bir kavramdır “ideoloji”. Marx, Mannheim, Althusser, Gramsci ve Foucault gibi isimlerin farklı tanımlamalar yaptığı ideoloji kavramı gündelik hayatta kullanıldığının aksine oldukça karmaşık bir kavramsallıktır.

İdeolojiler genellikle mevcut toplumu anlamaya yönelik ve toplumsal hayatın nasıl olması ve nasıl geliştirilmesi gerektiğine dair teoriler, inançlar veya politik manifestolar sunarlar. İdeolojik perspektifler genelde başka bir ideolojik cepheye karşı çıkmak için geliştirdikleri argümanlardan oluşur. Bilimsel yaklaşım içindeki bilim insanları olguları konuşmak için tasarlanmış salt nesnel bir metodoloji benimserler, ideologlar ise açıkça yanlıdır, olguları ve rakamları daha önceden belirlemiş oldukları argümanları desteklemek ve karşı fikrin gücünü azaltmak için kullanmaktadır. Ancak Karl Mannheim ideoloji kavramını tüm bilgilerin (objektif/öznel tüm bilgiler) ideolojik olduğunu anlatmak için kullanır. Olguların ve rakamların kendini anlatmasının mümkün olmadığını söyleyen Mannheim onların yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Yorumlayan her bilim insanı rakamlar ve olgular hakkında aynı şeyi sunmasının mümkün olmadığını Mannheim İdeoloji ve Ütopya’da belirtmektedir.

Peki, bilgi ne kadar tarafsız hâle getirilebilinir? Bilginin tarafsızlığı ne ile ölçülebilir? Karl Mannheim bilgiye, hakikate ya da ideolojiye dair sorulara, temel eseri İdeoloji ve Ütopya’da cevap arar. Mannheim’ın bilgi sosyoloji kavramsallaştırmasına göre kesin bir hakikat yoktur. Sadece yaklaşık bir hakikat bulanabilir ancak bu da nasıl yaşanması gerektiğine dair çeşitli görüşler ile yorumlanabilir. Bilgi sosyolojisini bu sorunu çözmek için kullanmak isteyen Mannheim, bilginin kaynağının kimler tarafından oluşturulduğunu, hangi toplumsal katmanlarda üretildiğini aramaya koyulur.

Karl Marx bilginin toplumsallığını ve ideolojinin toplum ile ilişkisini araştıran ilk düşünürdür. Marx, ideolojiyi bir grubun kendini ifade etmesi için oluşturulan düşünceler olarak tanımlamaktadır. Belli bir zümreyi haklı göstermek için hazırlanan teoriler olarak ideolojiyi olumsuz mânâda tanımlar iken yanlış bilinç kavramını tanımlamıştır. Marx’a göre toplumsal bir bilgi vardır ancak egemen sınıflar bu bilgi suyunu bulandırarak kitlelerin bilincinin bulandırılmasını sağlamaktadır. Bu suyun berraklığını bozmak için suya atılan taşı ise ideoloji olarak tanımlamaktadır ve oluşan bu bulanık suya yanlış bilinç demektedir. İdeoloji, ekonomik ve sınıfsal çıkarlarla doğrudan bağlantılı bir gölge anlamdır. Marksizmin sonraki gelişimleri ise ideoloji kavramına farklı anlamlar yüklemiştir. Gramsci ideolojinin kültürel etkisi üzerinde çalışmış ve klasik Marksizme eleştiriler yöneltmiştir. Gramsci’nin kültür ve ideolojiye, kitle devrimine vurgusu, en iyi şekilde, ilk kez Grekler döneminde kullanılan ve bir devlet ya da yöneticinin bir başkasını hâkimiyeti altına almasını anlatan hegemonya kavramı temelinde ifade edilmektedir. Gramsci bu kavramı, daha sonra, bir sosyal sınıfın bir başka sosyal sınıf üzerindeki hâkimiyetini, onun kendi dünya görüşünü, ideolojisini kısmen zorla ancak büyük ölçüde ikna yoluyla veya en azından kabullendirerek empoze etme yeteneğini anlatacak biçimde genişletir (Slattery, 2016).

İdeolojik kontrol, Gramsci’ye göre, ne askerî güç ne de ekonomik egemenliktir, gerçekte en üst hegemonya biçimi zorlamadan ziyade iknadır − ve Batılı toplumlar günümüzde kapitalizmi sadece kafalarında değil kalplerinde de yaşatmaktadırlar ve onları sosyalizmin en iyi yaşam biçimi olacağına inandırmak çok zaman alacaktır. Kapitalizm günümüzde ekonomik bir sistem olduğu kadar bir yaşam biçimidir. Onun ticaret, tüketimcilik ve kâr arayışı gibi fikirleri, kültür ve spordan çalışma hayatı ve boş zaman faaliyetlerine kadar, hayatın her alanına nüfuz etmiştir (Ritzer, 2012).

Foucault ise ideolojinin daha çok söylem olarak karşımıza çıktığını söylemektedir. Söylemlerin ideolojinin temsili olarak insana empoze edildiğini söyler. Oxford Popular Dictionary, “söylem”i “konuşma, ders veya bilimsel tez, düşünceleri iletmenin bir yolu” olarak tanımlar. Ancak Fransız düşünür Michel Foucault bu terimi kendi güç/iktidar ve toplumsal yapı teorisinin temeli olarak kullanır (Slattery, 2016). Güç/bilgi, bu yüzden, modern toplumun temelini oluşturur ve söylem gücün yaratılma, tartışılma, kontrol ve dağıtımı aracıdır. Bilgiyi elinde tutanlar tartışma ve söylemin gündemini kontrol ederler ve böylece fiziksel ve hukukî olduğu kadar ideolojik bir güce de sahiplerdir. Bu ideolojik çerçeveler zamanla bilgi ve otoriteyle birlikte değişir; psikiyatrlar üfürükçülerin, kimyacılar büyücülerin yerini alır (Foucault, 2010).

İdeoloji kavramının karışıklığını bu kısa yazıyı yazarken bir kez daha kavramış oldum ve bu lezzetli karışıklığı umarım aktarabilmişimdir. İdeoloji kavramını Mannheim’ın ideoloji kavramını ütopya ile kıyaslayarak ideolojiyi mevcut durum; ütopyayı ise geleceğim sistematiği olarak karşılaştırması, Marksizmde karşımıza “Yanlış bilinç” olarak çıkmaktadır. Mevcudu koruyan yanlış bilinç ve mevcut olanı yıkmak isteyen “devrimci” bilinç. Gramsci ise kültürel olarak ideolojiyi bilinçler üzerine kurulan bir hegemonya ile kavramsallaştırmıştır. Foucault ise söylemler ile ideolojiyi anlatmıştır ve her söylenenin ideolojik bir alt metni olduğunu söylemektedir. Foucault’ya göre en tarafsız görünen bilimsel bir bilgi bile ideolojik bir söylem içermektedir.

Kaynakça:

RITZER, G. (2014). Modern Sosyoloji Kuramları. İstanbul: DeKi Yayıncılık.
SLATTERY, M. (2016). Sosyolojide Temel Kavramlar. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
FOUCAULT, M. (2010). Hapishanelerin Doğuşu.Ankara: İmge Yayınevi.

 

Yazar: Ali Eren Demir

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş