Site icon Düşünbil Portal

Bir Zamane Çocuğunun İtirafları‘nda Nihilizm Ve Romantizm İncelemesi

Paylaş

Sylvie Verheyde’nin 2012 yapımı filmi Bir Zamane Çocuğunun İtitrafları (Confession Of a Child Of The Century), Alfred de Musset‘in 1836 tarihli yarı otobiyografik romanınından esinlenilmiş olup, 19. Yüzyıl Fransası’nda Octave ile Brigitte arasındaki trajik aşk hikayesini anlatır. İngiliz müzisyen Pete Doherty’nin oynadığı genç aristokrat ve kendini çapkın olarak tanımlayan Octave, Charlotte Gainsbourg’un canlandırdığı yaşça büyük dul Brigitte’ye aşık olur. Filmin başında nişanlısı tarafından terk edilen Octave, takıntılı biçimde Brigitte’nin peşine düşer ve sonunda onu aşkının samimi olduğuna, başlarda düşündüğü gibi sadece gençliğinden kaynaklanan bir kusur olmadığına inandırır. İlk başlarda Brigitte bu yeni ilişkiye karşı suskun kalır ve Octave’nin yaklaşımlarını geri çevirir ancak sonunda ona karşı olan duygularına yenik düşer. Maalesef ilişki, ikilinin melankolik doğaları, Octave’nin aşırı eğlence düşkünlüğü ve Brigitte’nin başka bir adama olan ilgisi yüzünden bozulmaya başlar. Karakterler, özellikle Octave, sorgusuz sualsiz hayatın doğası gereği anlamsız olduğunu kabul etmiş görünürler ama kendilerini, son bir umut olarak bu romantik ilişkinin içine atarlar. Aşk ve yanında getireceği tüm duygular Octave ve Brigitte için hayata anlam verir. Ama filmin de gösterdiği gibi aşk geçici hatta hayali bir olgudur ve bu yüzden temelde hayat karakterler için hala anlamsızdır. Aşk kaybolduğunda veya doğru olmadığı ortaya çıktığında karakterler büyük bir çaresizlik duygusuna yenik düşerler. Film, kaynak materyalinin tonunu yansıtır ve Romantik dönemden oldukça fazla alıntı yapar ama aynı zamanda görünürde zıt olan aşkın varolmayışı ve hayatın tamamen anlamsız olduğu görüşlerini de kabul eder.

Alfred de Musset’in orijinal romanı, La confession d’un enfant du siecle, Romantik dönem edebiyatının başlıca örneklerinden biridir. Özellikle insan ilişkileri, duyguları ve kontrol edilemeyen aşırı melankoli duygusu üzerine olan vurguları önem kazandırır. Daha az dikkat çeken yanlarından biri ise hikayenin ana karakterinin (Musset’in kendisine benzeterek kaleme aldığı) yol boyunca karşılaştığı birçok zorluğa rağmen sonunda umudun varlığına inanabileceği bir noktaya gelmesidir. Kaotik ilişkileri aşar, yaşama amacını sorgular, büyük acılar çeker ama sonunda Tanrı’ya olan inancını keşfeder. Romantik dönem edebiyatının birçok özelliğine sadık kalarak Musset, bireyselliği ve Tanrı’nın bir yansıması olarak doğanın ve aşkın güzelliğini över. Ama Verheyde’nin film adaptasyonu, stil ve ton olarak farklı bir yaklaşım dener. Octave hikayeyi bize anlatırken, karakteri ( hem fiziksel olarak hemde sözleri ile) sonu gelmez depresif ve bitkin bir adam olarak sergilenmiştir. Aşırıya kaçacak derecede içer ve kendi doğasından nefret eder ama kendini olduğu yaştan daha olgun ve bilgili bir adam olarak yüceltir. “Yüzyılın hastalığı” olarak adlandırdığı huylarının farkına varır ve tüm jenerasyonunun bu hastalığa yakalandığına inanır. Octave bu hastalığı şu şekilde tanımlar:

Tanımlanamaz bir rahatsızlık duygusu gencecik kalplerde hükmetmeye başlar. Boşluk ve sıkıntı duyguları ile cezalandırılır ve ölüm endişesi ruhun derinlerine kadar deşerek ilerler. Eğer herşey kadar eşit miktarda sorgularsak, tercih edilirse hayal kırıklığı veya çaresizlik denilebilir.”

Hayata karşı bu hayal kırıklığı Octave’yi çaresizliğe sürükler ve bu çaresizliğin sadece aşk ile iyileştirilebileceğine inanır. Ama her ne kadar aşkı arıyor olsa da, bu konsepte son derece şüpheci yaklaşır. Kendisi için tek ve eşsiz aşkı olduğunu düşündüğü kadını da kaybedince Octave, aşık olma ihtimalinin varolmadığına inandığını beyan eder.

Bu beyanından kısa bir süre sonra Octave, Brigitte ile karşılaşır ve aniden ona karşı güçlü bir çekim hisseder. Yeni keşfettiği bu aşkı kabullenirken aynı zamanda aşkın bütün gerçekliğini hiçe sayar. Brigitte ile ormanda gezinirken Octave “ hiçbir şeye inanmadığını” ama onu severek ölmek istediğini belirtir. Daha sonra ona şu tavsiyede bulunur: “Eğer tutkulu bir ruhun varsa, açık ve net bir şekilde, aşk diye birşey yoktur. Düşünmeden dünyanın içine atlamalısın.” Görünürde çelişkili olan bu düşünce filmin içine işler. Octave hem hiçbir şeye inancı olmayan ve ümitsiz, aşkı kovalayan bir romantik hem de sadece aşk ile bağdaştırarak hayata anlamlılık atfeden biridir.Romantik felsefede bu özellikler yaygındır. Kişinin geçici ve çelişkili duygularını çoğu zaman tümüyle kabullenir. İşte bu paradoksik tema, Octave ve Brigitte arasındaki ilişkide sürekli devam eden savaşın ilerlemesini sağlar. Hiçbir şeye olan inanç ile kendilerini avuturken, aşka karşı duydukları aşırı duygular bu duruma örnek verilebilir. Daha fazla örneklendirmek gerekirse Octave’nin Brigitte’ye “Hiçbir şeye inanmıyorum, senin güzelliğin haricinde” beyanı olabilir.

Görsel stilin kaynak materyalin tonuyla uyumlu olması sayesinde ana karakterlerin bıkkınlığının vurgulanması not edilmesi gereken önemli faktörlerden. Kostümler ve dekor 19. Yüzyıl Fransası’nın otantik görünümünü tekrar yaratabilmek için ayarlanırken, renkler kayda değer bir şekilde donuk bırakılarak Octave ve Brigitte’nin özlerinde varolan üzüntüsünü belirtmek için kullanılmış. Bu özellik aynı zamanda, saf mutluluk ve zevk duyulan zamanlarda bile ilişkinin yokoluşunu ima etmek için kullanılmış. Octave ve Brigitte’nin  beraber yatakta yattıkları ve birbirlerine olan aşklarını itiraf ettikleri sahnelerde bile oyun son derece basit, renkler soluk, hayatsız ve özellikle gri tonları ağırlıkta. Görüntünün duygulara tercüman olmasının etkisi yüzünden oyuncuların performansları da daha çekingen. Pete Doherty görüntülerin üzerinden sade bir anlatım ile geçerken izleyici, kameranın bir gri tonlu sahneden diğerine geçişi sırasında benzer bir boşvermişlik duygusu ile baş başa kalıyor. Fransız kırsal kesimleri bile ölü ve bozulmaya yüz tutmuş gösteriliyor.

Kaynak materyalin sonucunu birebir aktarmaktansa film, karakterlerin ebedi bir ümütsizlikte boğulmalarına, tutunabilecekleri herhangi bir bilgiye veya gerçek cevaba ulaşamamalarına izin veriyor.

Octave ve Brigitte’nin ilişkisi başlarda birbirlerine karşı duydukları fiziksel ve duygusal çekim ile başlasa da hızlı biçimde aşırı tutkulu ve sonlara doğru çirkin ve kıskanç bir soruna dönüşüyor. Octave Brigitte ile tanışmadan önce görünürde bağımlı olduğu eski alışkanlıklarını bırakmaz. İçkiye, partilemeye, Brigitte’ye olan aşkını sürdürürken hayat kadınları ile yaşadığı eğlencesine devam eder. Karşılığında Octave Brigitte’nin günlüğünü ele geçirir ve onun başka bir adama karşı olan tutkulu duygularının itirafını sesli biçimde okur. Octave, kendisininde sadakatsiz olduğunu bilmesine rağmen ihanete uğramış hisseder ama durumu gözardı ederek ona olan aşkını tekrar doğrular. Ama diğer adama karşı güçlü duygular besleyen Brigitte kendini Octave’den mesafelemeye başlar ve diğer adamla ülkeden kaçıp kaçmamayı düşünmeye başlar. Bu noktada Brigitte Octave ile yüzleşir, ilişkilerinin mantığını sorgular ve sonunda zorlukla daha fazla beraber olamayacakları kararını verirler. Bu son yüzleşme sırasında ikisi de aşkın peşinden koşulmaya değer olup olmadığını sorgularlar ve Brigitte Octave’ye yalvarır: “ Aşkın iyi mi kötü mü olduğuna karar vermelisin… iyi ise ona inanmalısın… kötü ise iyileşmeye çalışmalısın.” Her ikisi de hayatı anlamlandırma konusunda inanç eksiklikleri ile karşı karşıya kaldıklarında ilişkilerinin başarısızlığa mahkum olduğunu anlarlar. Kendi nihilizmleri ile duygularını barıştıramadıkları için umutsuzlukları ve birbirlerine olan aşklarını geliştirememe duyguları içinde boğulur halde kalırlar.

Çeviren: Gökhan Çuhacı
Kaynak: philosophyinfilm.com

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.

 

 


Paylaş
Exit mobile version