İngilizler çekingen, mesafeli ve duygularını göstermeyen insanlar olarak bilinir. Gerçekten öyleler mi? Duyguları gizlemek kötü bir şey mi?
Amerikalılar atılgan ve cüretli, Fransızlar romantik ve kaba, İngilizler ise soğukkanlı olarak bilinir. İstisna durumlar dışında herkes içinde ağlamak iyi karşılanmaz. Yürekli İngiliz sakinliğini korur ve yola devam eder.
Peki bu öne sürülenler ne kadar doğru? Milli özellikler bir yana, insanların duygularını açığa vurmaması onları cesur mu yapar yoksa duygusal gelişimini mi engeller?
Londra’daki Queen Mary Üniversitesi’ne bağlı Duygusal Tarih Merkezi’nden Thomas Dixon, İngilizlerin duygularını ifade etmeyen, soğukkanlı tavırlarının aslında sadece 1870-1945 dönemine ait bir özellik olduğunu söylüyor.
Soğukkanlılık dönemi
Dixon bunun, “özel okullarda eğitim almış, diğer ülkelere hükmeden imparatorluk geleneğine ait” bir özellik olduğunu belirtiyor.
Daha önce İngilizler kendi duyguları ile daha barışıklardı. Kraliçe Victoria döneminin soğukkanlı, ifadesiz insanları bile aslında duygusaldı.
Örneğin Charles Dickens, Tiny Tim gibi karakterlerin acıklı hayat hikayeleriyle kalplere hitap etmek istemiş, Kraliçe Victoria 1837’de tahta geçerken halkın alkışlarını duyup herkesin içinde gözyaşlarına boğulmuştu.
Dixon, İngilizlerin soğukkanlı özelliğini İkinci Dünya Savaşı sonrasında yitirmeye başladığını, 1960’larda ‘Güzin Abla’ tarzı girişimlerin insanları duyguları hakkında konuşmaya teşvik ettiğini söylüyor.
Ancak bu mirasın etkisi hala devam ediyor. “Bu özelliğe sahip olmasak da öyleymiş gibi düşünmek istiyoruz. Soğukkanlılık bir nostalji ögesi haline geldi” diyor Dixon.
Kültür farklılıkları
Ancak yine de İngilizlerin diğer uluslara kıyasla daha az duygusal olduğu söylenebilir. Bilim insanları İngilizlere özel bir araştırma yapmış değilse de Doğu ile Batı arasında bir farklılık olduğu gözlenebilir.
Örneğin Japonların suçluluk, utanç, minnettarlık, insan canlısı duygularına karşılık Amerikalıların ve Avrupalıların daha çok öfke, gurur ve sinirlilik özellikleri taşıdığı söylenir.
Bunun bir kısmı farklı kültürlerin belli duygulara verdiği değerle ilgili olabilir. “Çevrenizdeki insanların ne şekilde tepki verdiği ya da ne şekilde tepki verecekleri konusundaki düşünceleriniz duygularınızın alacağı biçimi ve onları nasıl ifade edeceğinizi belirler” diyor Belçika’daki Leuven Üniversitesi’nden Batja Mesquita.
Ayrıca insanların duygularını gösterme isteği konusunda da kültürel farklılıklar söz konusudur. 2007’de 2500 İngilizin katıldığı bir araştırmada yüzde 20’den az bir kesimin duygularını dışa vurduğu ortaya çıktı.
Katılımcıların yüzde 72’si bunun sağlık açısından zararlı olduğuna inansa da. Yüzde 19 ise en son ne zaman duygularını rahatlıkla dışa vurduğunu hatırlamadığını söylüyordu.
Duyguları düzenleyen yöntemler
Psikologlar duyguları dışa vurmama halini “duyguları bastırma” olarak adlandırıyor ve insanların duygularını düzenlemek için kullandığı beş klasik yöntemden biri olarak görüyor.
Bu yöntemler şöyle sıralanabilir:
- Belli bir duyguyu tetikleyecek durumlardan kaçınmak
- Negatif duygulardan ziyade pozitif duygular yaşama şansını artırmak amacıyla bir durumu değiştirmek
- Duyguların öne geçmesini önlemek için dikkatinizi başka bir yere yönlendirmek
- O durum ortadan kalktığında olaylara farklı bir perspektiften bakmayı denemek
- Duyguları bastırmak
- Genel olarak duyguları bu şekilde düzenlemek pozitif bir şeydir ve akademik başarıyı artırdığına, ruh sağlığını güçlendirdiğine ve ömrü uzattığına inanılır.
Fakat duygusal bastırma zaman zaman yararlı olsa da çoğu psikolog bunu beş yöntemin en kötüsü olarak değerlendirir.
Cambridge Üniversitesi’nden Susanne Schweizer “Duyguları bastırmaya çalışmak bir düşünceyi bastırmak gibidir, ters etki yaratabilir” diyor. “Daha sonra daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir.”
Zayıflık belirtisi mi?
Duyguları bastırmanın zararlarını gösteren çeşitli araştırmalardan söz edilebilir.
Stanford Üniversitesi’nden psikoloji profesörü James Gross bir deneye gönüllü katılan deneklere önce korku filmi, sonra komedi filmi izletmiş, bir gruptan duygularını bastırmasını, diğerinden ise doğal davranmasını istemiş.
Duyguları bastırmanın, insanların kendilerini iyi hissetmemesine neden olduğu gibi bunun için fiziksel çaba göstermelerinin de tansiyonlarının yükselmesine neden olduğu görülmüş.
Daha sonraki araştırmalarda da duyguları bastırmanın hafızayı zayıflattığı ve iletişim kurulan insanlar açısından bir yük haline geldiği belirlenmiş.
İngilizlere gelince… Ruh sağlığıyla ilgili yardım kuruluşu Mind’ın verilerine göre, 18-34 yaş grubundaki her beş kişiden dördü, endişeli oldukları zamanlarda cesur bir tavır takındıklarını dörtte biri de duyguları sergilemenin zayıflık belirtisi olduğuna inanıyor.
Bunun sonucu olarak daha fazla ruh sağlığı sorunları, erken ölümler ve insanların birbirine karşı nefret duygusu gözlenebiliyor.
Sosyal destek
Doğu Asya’da da duyguları bastırmak normal, hatta pozitif bir özellik olarak görülüyor. Ama Gross’a göre, bastırmanın norm olduğu toplumlarda bunun maliyeti daha az olabiliyor.
Duygusal bastırmanın nadir de olsa bazı yararları yok değil. Londra’daki 7 Temmuz 2005 bombalı saldırılarında olduğu gibi zor dönemlerde dayanma ve direnme kararlılığı göstermek gibi…
Duyguların bulaşıcı özelliği vardır. Böyle bir durumda panik ve endişe daha da kötü sonuçlar doğurabilir. Başkalarının dişini sıkıp dayandığını görmek diğerlerini de cesaretlendirir. Sosyal destek ruh hastalıklarına karşı koruyucu işlev görür.
Kısacası, akıllı bir şekilde kullanıldığında soğukkanlılık duygu dünyasında etkili bir araç olabilir. Ama çoğu zaman en iyi araç değildir. Diğerlerinin de aynı yöntemi kullanıyor olmasından emin olmak gerekir.
Yazar: Linda Geddes – BBC Future
Bu yazı BBC Türkçe’nin internet sitesinden alınmıştır.