Site icon Düşünbil Portal

Efsanevi Tunç Çağı’nın Çöküşüne Neden Olan Neydi?

Paylaş

Hiç kimse tam olarak neden olduğunu bilmese de MÖ 1200 civarında Akdeniz çevresindeki tüm Tunç Çağı medeniyetleri birkaç nesil içinde çöktü. Birkaçının ismini verecek olursak Mikenler, Antik Mısır Krallığı ve Mezopotamyalılar birkaç yüzyıllık bir sürede çökmüş gibi görünen gelişmiş medeniyetlerdi. Büyük şehirler yok edildi, bütün medeniyetler yıkıldı, diplomatik ve ticari ilişkiler koptu, yazı sistemleri ortadan kayboldu ve “Karanlık Çağ”a götüren geniş çaplı yıkım ve ölümler gerçekleşti. Çöküşün ardındaki sebepler, İlk Çağ araştırmacılarını hâlâ rahatsız eden bir sorun olarak kaldı. Çöküşü açıklamak için birçok teori ortaya atılmıştır ve bunlar üç kategoriye ayrılabilir: istilalar, iç karışıklıklar ve iklim değişikliği. Çöküşü tek bir basit cevapla açıklamak beklenemez, her yıl gelişen arkeolojik metodolojiyle verilecek cevap durmadan değişecektir.

İstilalar

İstilaların, daha kolay ticaret yapmak için genellikle deniz kıyısında bulunan şehirleri istila etmeye gelmiş olan göçebe kabileler olan “Deniz Halkı” tarafından gerçekleştirildiği düşünülür. “Deniz Halkı” kavramı, 19. yüzyıl sonlarında Fransız Mısır bilimci Emmaneul de Rougé tarafından türetilmiştir. Deniz Halkı’nın köken olarak Güney Avrupa, Anadolu hatta muhtemelen Akdeniz’deki adalardan geldiği düşünülmektedir. Gerçek şu ki Deniz Halkı’nın var olduğunu zar zor kanıtlayan yedi çağdaş Antik Mısır metni dışında araştırmacıların ellerinde varlıklarına dair pek az kanıt vardır. Tunç Çağı’nın iç içe geçmiş toplumsal hiyerarşisi, her bir medeniyetin büyük ölçüde ticarete bel bağladığını gösterir. Bu çağın ayırt edici niteliği, üretilmesi için bakır ve kalay gerektiren tunç metalinin bulunmasıydı. Mikenler için kalay İngiltere, İspanya veya Afganistan’dan ithal edilirken bakır Kıbrıs’tan geliyordu. Bu küresel ticari ağ, bir yer işgal edilir ya da çökerse diğer tüm medeniyetlerin başına aynı sıkıntının geleceği anlamına geliyordu. Bu durum, bir zamanlar Karanlık Çağlar’ın başlamasının tek sebebi olarak düşünülüyordu. Çöküşün nedeni, bir zamanlar bu imparatorluklara refah getirmiş olan Akdeniz’in kendisi miydi?  1800’lerde ilk yayımlanışından beri bu teori, hâkim görüş hâline gelmiştir.

İç Karışıklıklar

Bu etken, ticaret ve sınıf savaşlarına dayalı karışıklıklara işaret eder. Kısmen istilaların (ve birbirlerinin ticari partneri olan öteki medeniyetlerin çöküşünün) neden olduğu ticari karışıklıklar, kendi toplumlarını zorlayarak bildikleri yaşam biçiminin ortadan kalkmasına yol açtı. Kıtlıklar, sınıf savaşlarına ya da iç isyanlara neden olmuş olabilecek olan sosyal ve politik istikrarsızlık doğurdu. Eğer geniş bir nüfus grubu bu nedenlerden bazıları dolayısıyla aynı anda göç ettiyse bu yeni halk, göçtüğü bölgedeki yaşam biçimini bozmuş ve potansiyel olarak kaynaklar üzerinde daha fazla baskıya sebep olmuştur. Eğer tüm nüfus, bölgeden göç ettiyse bu durum, ticaret yolları üzerindeki önemli kasabalarda boşluklar doğurmuş olabilir. Bu medeniyetler geliştikçe nüfusları da arttı. Bu durum, daha fazla iç savaşa ve daha fazla göçe neden olabilecek şekilde gıda kaynaklarını zorladı ve toplumsal hiyerarşiyi parçaladı. III. Ramses’in (MÖ 1186-1155) hükümdarlığı sırasında mezar soygunu yaygın hâle geldi ne var ki çalınan temel şey, yiyecekti. İnsanların yemeğe mezarlardaki hazinelerden daha fazla değer vermesi, o dönemde bir yiyecek kıtlığı yaşandığının göstergesidir.

İklim Değişikliği

Yoksa bir zamanların şanlı imparatorluklarını bozguna uğratan eski usul iklim değişikliği –modernitenin vebası– miydi? Bu teori son zamanlarda öne çıktı. Bu doğrultuda birçok arkeolog ve tarihçi, ani ısı değişikliklerinin sosyo-ekonomik krizler doğuracak şekilde ve görülmemiş ölçekte mahsul sorununa yol açmasıyla iklim değişikliğinin Tunç Çağı’nın çöküşünde önemli bir rol oynadığını öne sürer. Bu medeniyetlerin, herkesin bir rolünün olduğu bütünleşik yaşam tarzı geliştirmiş olmalarına karşın bu iç içe geçmiş toplumda, parçalardan birinin başarısız olması sistemin çökmesi demektir. Çağdaş kaynakların tümü, artan kuraklık düzeylerine işaret ediyor. İsrail’de bir mağarada bulunan 150.000 yıllık yağış kaydı, kuraklığa ve sonuç olarak kıtlığa neden olacak olan yağışlardaki daha önce görülmemiş şekilde, sürekli devam eden azalmayı göstermektedir. Kıtlık, toplum için hiçbir zaman iyi bir şey değildi çünkü insanlar aç kaldıkça ve siyasi sisteme öfkelendikçe hem sivil itaatsizliğe hem de gıda kıtlığı sebebiyle en sonunda kitlesel göçe yöneldi. Diğer yandan, yüzey ısısındaki artış, hastalıkların yayılmasına da neden olmuş olabilir. Ayrıca geniş çaplı bir yıkımın açıklaması olabilecek ya da en azından ticaretin ve toplumsal örgütlenmenin kötüleşmesine sebep olan kısa aralıklarla gerçekleşen bir dizi deprem anlamına gelen “deprem fırtınası” da gerçekleşmişti. Bu, bizi aynı zamanda en sevdiğim teoriye de götürür: Bu medeniyetler ana ışık kaynağı olarak mumları kullanırken yüksek düzeyde yanıcı ahşap binalarda yaşamış olmalılardı. Böylece birçok büyük çaplı deprem, bu mumları ahşabın üzerine kolayca devirmiş ve özellikle saraylarda olmak üzere geniş çapta bir yıkıma yol açmış olmalıdır. Halkı ve yönetimin makamını temsil eden bir yer olan Miken şehir-devletindeki sarayın yıkılması, tüm bir medeniyetin iskeletini de yıktığı için özel bir öneme sahip olmalıdır.

İstila, iç karışıklıklar ve iklim değişikliği olmak üzere tüm bu etkenler, büyük ölçüde iç içe geçmiştir. Hiçbir etken, tek başına bu kadar hızlı ve geniş ölçekli yıkıma neden olmuş olamazdı ve bir araştırmacı olan Bernard Knapp’in kısaca söylediği gibi “çöküş ‘bir dizi’ baskı unsurundan ve bunlar arasındaki karşılıklı ilişkilerden kaynaklanmıştır”. Şimdilerde birçok araştırmacı, Tunç Çağı’ndaki Akdeniz toplumlarının çöküşünün ve “Karanlık Çağlar”a sürüklenmelerinin temel sebebinin, iklimdeki değişiklik olduğu teorisini benimsiyor. Bir zamanların şanlı medeniyetlerinin çöküşüne neden olan iklim değişikliği ve küresel ticaret anlaşmazlıkları dikkate alındığında: bugün için ne gibi dersler çıkarılabilir?

©® Düşünbil (2023)

Yazar: Fleur O’Reilly
Çeviren: Elif İstanbullu Alisbah
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: retrospectjournal.com


Paylaş
Exit mobile version