İndüksiyon sorununa aşina olan herkes, evrenin kökenine ait teoriler hakkında da kafa yorar. Sonuçta evren hayal edilemeyecek kadar büyük ve yaşlıdır. Karşılaştırarak konuşacak olursak bizim işgal ettiğimiz bölüm, son derece küçük ve gözleyebildiğimiz zaman çok kısadır. Buna rağmen bazılarımız evrenin ilk 10^-35 saniyesinde ne olduğunu bildiğini iddia eder.
Bu insanlara göre keşiflerimiz insanlığın ulaştığı en başarılı olaylardandır. İnanılmaz gibi görünse de geliştirdiğimiz teknoloji milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki galaksileri gözlemleyebilmektedir. Büyük Patlama Teorisi bu gözlemlere dayanmaktadır. Yani evrenin ilk 10^-35 saniye içinde oluştuğu bilgisine sahibiz. Bu teoriyi kabul ediyoruz; çünkü gözlemlenmiş gökyüzü olaylarını en mantıklı şekilde açıklar.
Ama araçlarımızın bu kadar büyük mesafelerde doğru ölçüm yapabileceğinden nasıl emin olabiliriz? Güvenimiz, yakın mesafeleri gözlemleyerek kabul ettiğimiz yasa ve teorilere dayanır. O zaman sorun şudur: Bu yasa ve teorilerin okyanusta bir damla gibi olan gözlemlediğimiz çevreyi kapsaması gibi okyanusu da kapsayacağını nasıl bileceğiz? Bu sorun kara delik gibi anlayamadığımız oluşumlardan sonra daha da endişe verici olmuştur.
Cevabı bilmiyoruz. Tahmin ediyoruz. Özellikle kendi doğamızda ve gözlemleyebildiğimiz evrende keşfettiğimiz yasaları bütün evrene uygulayabileceğimizi farz ediyoruz. Bir işlevsel varsayım olarak bu varsayım gayet mantıklıdır. Hans Reichenbach’ın tartıştığı indüksiyon prensibine göre bu çalışan hipotezleri kabul etmeliyiz; en azından aksi ispatlanana kadar. Sonuçta amacımız evreni yöneten yasaları keşfetmektir ve bu tek çıkış yoludur. Fakat gerçek şu ki bu varsayımlara göre hareket ediyor olmamız bu varsayımların kesinlikle doğru olduğunu kabul ettirmez. Muhtemelen, bu yasaları keşfetmek çok uzağımızdadır.
Evrenin bir nehir olduğunu varsayalım. Nehirlerin durağan ve hızlı bölümleri, girdapları, barajları ve şelaleri vardır. Baharda yükselir ve hızlıdır, yazın kurak ve yavaş, kışın ise donmuş. Evreninde nehir gibi bazı bölümlerinin diğerlerinden farklı olduğunu varsayalım ve nehir gibi aynı döngülerden geçsin. Bu durumda evrenin belirli bir bölgede nasıl davrandığını açıklayacak bilim üreten ikametçiler, bu bilime dayanarak diğer bölümleri de gözlemlemek için araçlar geliştirir. Düşük seviyeli su dönemindeki hızları inceleyen teorilere dayanan bu araçlar, yüksek su seviyeli dönemindeki ters su akıntılarını gözlemlemek için ne kadar yeterlidir? Tam olarak, bu tür araçların saptamalarına dayanan yorumlara ne kadar güvenebiliriz? Sonuçta bu yorumlar düşük su seviyesi dönemindeki hızların davranışlarının açıklamasını yapan yasa ve teorilere dayanır.
Bu analoji evrenin genel kurallar tarafından yönetilmediği anlamına gelmez. Sonuçta, nehirlerin davranışlarını yöneten yasalar vardır. Nehirler hakkında çok şey biliyoruz; neden girdapları, şelaleleri, akımları ve barajları olduğunu biliyoruz. Bunlar belki de evrendeki maddelerin davranışınlarını yöneten yasalardır. Eğer öyleyse bu yasaları keşfettiğimizi varsayabilir miyiz ya da buna yakın mıyız? Eğer evren de nehir gibi değişken ise belki de bütün yasa ve teorileri anlamaya başlıyoruzdur.
Tabii ki, nehir benzetmesi sadece bir olasılık önerir. Biz evrenin bu şekilde farklı olduğunu bilmiyoruz. Ya da olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var: Evren hakkındaki güncel astrofizik teorileri tartışmalarla ve tutarsızlıklarla boğulmuştur. Öncelikle, “karanlık madde” vardır. Karanlık madde negatif tanımlanır; quarklardan (proton ve nötron) oluşan bir madde değildir. Aksi halde anlaşılamazdı. Öyle farz edilmiştir; çünkü evrenin genişleme oranını hesaplamak için kütleye ihtiyaç vardır. Bazı astrofizikçilere göre karanlık maddede, sıradan maddede form alabilen kütlenin on katı kadar kütle bağlanır. Bazılarına göre bu oran %29 olacak kadar düşüktür. Bu faklılıklar evrenin yaşını tahmindeki farklılıklardan kaynaklanır. Tahminler 8 ile 20 milyar yıl arasında değişmektedir. Bu farklılıklar Hubble Sabiti’nin (evrenin genişleme hızı) tahminindeki farklılıklarla ilgilidir. İki büyük çalışmadan birine göre oran; 50km/s/mpc, diğerine göre 100km/s/mpc’dir. Farklılıkların çoğu gözlenen verilerin hesaplanmasındaki farklılıklardan ileri gelmektedir (kabul edilen farklı yasa ve teorilere uygulanan metodlar). Ve bazen bu yöntemler kimsenin kabul etmeyeceği sonuçlara yönelir (örneğin; kuantum mekaniğine göre hesaplanan karanlık madde miktarı çok fazladır).
Tabii ki bu, evrenin bir nehir gibi olduğunu ispatlamaz. Ama bu anlayış ile kesinlikle tutarlıdır. Eğer evren bir nehir gibi ise, bu tür anomalileri bekleyebilirsiniz. Aslında, evreni keşfettikçe ne kadar gizemli olduğu görürüz.
Çakıl taşlarını konut edinmiş ya da nehir kenarlarında yaşayan kısa ömürlü varlıkları düşünün… Bu kadar hızlı yaşanan bir ortamda teori üretmek ve hatta nehrin diğer bölümlerinin nasıl çalıştığını açıklamak imkansız değildir. Bu teorilere dayanarak, nehir suyunun kaynağının komşu dağın yeraltı kaynak sularının olduğu da anlaşılabilir. Fakat yasaların hız konusunda nehrin farklı bölümleri için de aynı uygulamaları yapacağını varsaymak mümkün değildir.
Bu genel olarak astrofizikçilere karşı bir şikayet değildir. Astrofizikçilerin birçoğuna göre gökyüzünde gerçekleşen belirli olaylar bizim henüz anlamadığımız yasalara tabi olabilir; bu yasalar bizim dahil olduğumuz evrenin bu bölümünde geçerli değildir belki. Bizim karşı çıktığımız astrofiziğin popüler anlamda bilimsel olduğunu kabul eden popüler anlayıştır. Astrofizikçiler aslında güvenilir gözlemlere dayanarak güvenilir sonuçlar verirler. Milyarlarca ışık yılı uzaktaki olaylar hakkındaki keşifler rapor edilirken en sorumlu gazeteler ya da popüler bilim yayınları tarafından bu popüler anlayış teşvik edilmektedir. Aynı zamanda birkaç kibirli ve fon arayışındaki astrofizikçi tarafından da teşvik edilmektedir.
Belki de bu astrofiziksel teoriler, popüler anlamda bölgesel olaylarda bilimsel olarak kabul edilmeyi hak ediyor. Ama nispeten uzaktaki olaylarla ilişkili ise hak etmiyordur. Tıbbi araştırmalar ile bir karşılaştırma düşünelim; bir hastalığın nedenini belirlemek için çalıştığımızı varsayalım. Belirli bir virüs şüpheli ama bilinen teorilere göre vücudun bağışıklık sistemini aşmak için, bu virüslerin on katından fazlası kan örneklerimizde vardır. Bu tahmine ulaştığı için bu teorilerden birini veya birkaçını reddeder miyiz ya da yeni ve gizemli bir olayın (karanlık virüs) keşfi için bir basın toplantısı yapar ve Nobel Ödülü hayali kurar mıyız?
Yazan: Michael Philips, Portland Oregon’daki Portland State Üniversitesi’nde felsefe profesörüdür. Boş zamanlarında fotoğrafla uğraşır ve gösteri sanatı yapar.
Çeviren: Meltem Çetin Sever
Bu makalenin orijinali PhilosophyNow dergisinin Ekim/Kasım 2000 sayısında yayınlanmıştır.