Black Lives Matter hareketi, Trayvon Martin’i vurarak öldüren George Zimmerman’ın 2013’teki beraat kararından sonra ortaya çıkmıştır. Bu hareket 2014’te Ferguson, Missouri’de 18 yaşındaki Michael Brown’un ve Cleveland, Ohio’da 12 yaşındaki Tamir Rice’ın polis tarafından öldürmesinden sonra halk arasında geniş çaplı bir farkındalık yaratmıştır. Fakat Black Lives Matter hareketi, Minneapolis’te 46 yaşındaki George Floyd’un bir polis memuru tarafından vahşice boğularak öldürülmesinden sonra dönüm noktasına ulaşmıştır. Polisin George Floyd’u öldürmesinin ardından devam eden toplu gösterilerden neredeyse bir ay sonra, bu hareket şimdi evrensel hale gelmiş durumdadır.
Çevredeki tanıklar, Floyd’un öldürüldüğü anları kaydederek görüntüleri tüm dünyaya yaydılar. Bunun hemen ardından dünya genelinde ırklar arası eşitsizliğe ve siyahîlere şiddet uygulayanların cezalandırılmamasına karşın bir dizi toplu gösteri gerçekleştirildi. Buradaki, yani Avustralya’daki yerli protestocular da gözaltındaki Aborjin ölümlerinin sona ermesi için bir araya geldiler. Kraliyet Komisyonu’nun 1991’de verdiği karardan bu yana 437 Aborjin katledildi.
Salgının yükselişte olduğu dönemde gerçekleştirilen bu gösteriler birçok açıdan devlet baskısıyla karşı karşıya kalmasına rağmen ırklar arası eşitsizlikle mücadele, geçtiğimiz ay ekranlarımıza ve sosyal medyadaki akışlarımıza hâkim olmayı başarabildi. Fakat bu haberler bir süre sonra yavaşça gözden kaybolmaya başlarken, Black Lives Matter hareketinde kazanılan ivmenin şimdi nasıl devam ettirilmesi ve özgürlük, adalet ve bağımsızlık için uzun vadeli mücadelenin nasıl güçlendirilmesi gerektiğiyle ilgili sorular etrafta dolaşmakta.
Belki de gösterilen en mütevazı çabalardan biri, sosyal medyada artmaya devam eden ırkçılık karşıtı okuma listeleridir. Dünyanın her yerinden aktivistler ırkçılık ve ırklar arası adaletsizlikle mücadeleyi devam ettirmek için bir şeyler yapılması konusunda insanlara çağrıda bulunurken, siyahîlere yapılan zulümleri ve ırkçılık karşıtı mücadeleleri tarihsel anlamda daha iyi ve derinlemesine anlamamız konusunda da bizleri teşvik ediyorlar. Ibram X. Kendi’nin How to be an Antiracist, Robin DiAngelo’nun White Fragility ve Ijeoma Oleu’nun So You Want to Talk About Race gibi eserleri, New York Times En Çok Satanlar Listesinin başında geliyor.
Okumanın ırkçılıkla mücadele etmemize yardımcı olabileceği fikrinin aslında uzun ve asil bir geçmişi vardır. Irkçılık karşıtı ilk okuma listesi, Charlemae Rollins ve Augusta Baker adında iki siyahî kütüphaneci kadın tarafından Amerika’da 1940 senelerinde derlenmiştir. Rollins ve Baker okumanın bizi daha iyi bir insan kıldığına inanmaktadır. Hatta okumanın insanın empati gücünü ve toplum yanlısı davranışını arttırdığına; olayları diğer insanların bakış açısından görmemize yardımcı olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Irkçılık karşıtı okuma listeleri de kendi bünyesinde çoğalmaya devam ederken, aynı zamanda bu okuma listeleri üzerindeki eleştirel düşünceler de artmaktadır. İnsanlar ölüme yürürken kitap önerilerinde bulunmanın önemi var mıdır gerçekten? Ya da ırkçılık karşıtı okuma listeleri, suya sabuna dokunmadan ırkçılığa karşı mücadele veriyormuşuz gibi kendimizi avuttuğumuz bir araç mıdır?
Irk ve ırkçılık sosyolojisi öğreten bir üniversite hocası olarak münazaraları büyük bir merakla takip ettim. Zira ırkçılık karşıtı hareketin güncel gelişmelerinden haberdar olmak işimin bir parçası. Fakat bu münazaraları takip etmemin bir diğer sebebi de öğrencilerim için okumalar yapmanın çok değerli olduğuna inanmamdır. Derslerimde sadece geleneksel şekilde yazılmış akademik metinleri kuru kuruya okutmuyorum, farklı kesimlerin ırk üzerindeki düşüncelerini ve bakış açılarını ön plana çıkartan metinlere de mutlaka yer vermeye çalışıyorum. Öğretmenliğimde öncelik verdiğim düşüncelerden biri de 1925-1961 arası yaşamış; Siyah Deri Beyaz Maskeler (1952) ve Yeryüzünün Lanetlileri (1961) adlı kitaplarıyla sömürgecilik sonrası, ırk ve etnik çalışmaları ve eleştirel kuram üzerinde geniş çaplı etkileri olan Martinikli psikiyatr, filozof ve sömürge karşıtı bir devrimci olan Frantz Fanon’a aittir.
Siyah Deri Beyaz Maskeler birçok ırkçılık karşıtı okuma listesinin temelini oluşturmaktadır. İnternette hızlıca araştırtırsanız, Fanon’un ırk ve sınıf ayrımına karşı gelen çağdaş mücadeleler hakkındaki düşünceleriyle ilgili bir sürü yorum bulabilirsiniz. Fanon’un kabul edilmeyen doktora tezine dayanan Siyah Deri, Beyaz Maskeler, siyahî erkeklerin yaşanmışlıkları üzerine bir incelemedir (maalesef Fanon gerçekten sadece erkeklerin deneyimlerine odaklanmıştır). İkinci dünya savaşında Fransız ordusuyla birlikte mücadele eden orta sınıf bir ailenin oğlu olan Fanon’un Fransa’ya doktor olarak seyahat etmeden önce kaleme aldığı Siyah Deri, Beyaz Maskeler eseri, beyazların kabul edildiği bir toplumda siyahî olmanın yarattığı travmayı gözler önüne sermektedir. Fransız kolonilerine, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” gibi yalandan vaat edilen değerler ve yirminci yüzyılın ortalarında Fransa’da günlük hayatın bir gerçekliğine dönmüş ırkçılık bunlardan bazılarıdır. Nigel Gibson’ın da belirttiği gibi Fanon’un amacı “Siyahlar, beyazlardan çok daha farklı acı çeker” şeklindeki ırkçı ve sömürgeci yorumun aslında ne kadar büyük bir zulüm olduğunu ortaya koymaktır.
Geçen sene, Fanon okumanın öğrencilerimin ırk ve ırkçılık hakkındaki fikirlerini nasıl şekillendirilebileceğini gözlemlemek için küçük bir deney yaptım. Öğrencilerimin nazik onayını aldıktan sonra, sınıfta Fanon’un eserinden sesli olarak kısa parçalar okuduk ve okuduklarımız üzerinden tartışmalar gerçekleştirdik. Daha sonra öğrencilerime okudukları ve tartıştıklarıyla ilgili kısa ama detaylı bir anket doldurttum. “The Fact of Blackness” Siyah Deri, Beyaz Maskeler’in muhtemelen en meşhur bölümlerindendir. Bu bölüm, eserin en önemli imgesini tasvir etmektedir. Fanon ve beyaz bir çocuk Fransa’da bir trende karşılaşırlar ve çocuk söze şöyle başlar: “Şu zenciye bak!”
Fanon bu karşılaşmayı biraz daha açarak beyazların o bakışları altında bir nesne gibi hissetmenin ne demek olduğunu ve yaşadığı ırkçılığın psikolojisinde yarattığı derin etkileri bizlere göstermektedir. Fanon, bedensel şema veya genel bedensel farkındalık diye adlandırdığı şemayla (yani birinin yalnızca kendi bedenini bir yerlere götürdüğü ve bu dünyada bir bedenden ibaret olduğu düşüncesi) ırksal epidermal şemasını (siyah tenine dışarıdan dayatılan anlamlar) yan yana koyduğunda, ırksal yorumlama anında meydana gelen benliğin parçalanmasını anlatıyor. Bu parçalanmada birey eş zamanlı olarak reddediliyor ve kendini diğerlerinden aşağı görmek zorunda bırakılıyor.
“Siyahlığımı, etnik özelliklerimi keşfetmiştim ve tom tomlar, yamyamlık, kıtlık, ırksal kusurlar, köle gemileri üzerinden aşağılanmıştım. Bunların hepsinin ama hepsinin ötesindeyse: “Bak şu obura!” gibi sözlere maruz kalmıştım.”
Fabrikasyon tarihin ve Fransız sömürge toplumlarının siyahların kültürüne dayattığı ağırlıkla benlik duygusunu kaybeden Fanon, nesneleştirme fikrini beyazların hâkim olduğu dünyaya karşı kullanır fakat bu eşitsiz düzendeki konumunu değiştiremez. Vücudu, “yayılmış, şekli bozulmuş, yeniden renklendirilmiş ve kederle örtülmüş bir şekilde karlı bir kış günü” ona geri verilmiştir.
Bu parçanın hala yıkıcı bir etkisi vardır. Ayrıca öğrencilerimin daha önceden alışık olduğu bir tarz da değildir. Siyaset, psikiyatri, edebiyat ve felsefe alanlarında eserleri bulunan Fanon’un yazısı kolay disiplin kategorisine karşı koymaktadır. Fanon’un yazım tarzı çok katmanlı, tutkulu, hayli tumturaklı ve kinayelidir. Değişken ritmi, tonu ve temposu sözlü bir gösteriye benzemektedir (Fanon’un biyografi yazarlarından biri olan David Macey bile Fanon’un yazılarını karsı Josie’ye dikte ettirdiğini öne sürmektedir). Yani bu öyle bir metin ki sizinle standart bir akademi metniyle olduğundan çok farklı bir şekilde iletişime geçiyor. Cevapları, bilgileri veya doğru yorumlamaları irdelemek yerine Fanon’un yazım biçemi, okuyucuyu metnin bir parçası olmaya ve o dünyayı hayal etmeye çağırıyor. Öğrenciler, Fanon okumanın onlara zor geldiğini, zaman zaman ise onları sinirlendirdiğini belirtti. Lakin çarpıcı olan öğrencilerin bu okumaları dürüst bulmalarıydı. Zira yaşananları sadece düşündürmekle kalmayıp hissettirdi de. Bir öğrenci: “Herkes okurken bir şeyler hissetti ve bu da anlamamızı kolaylaştırdı” diyerek durumu açıkladı.
Öğrencilerin parçadan çıkardığı anlamlar bambaşkaydı. Birkaçına göre Fanon’un benliğinden ayrılışında çocuk, kuşaklar boyu süregelen ırkçılığın bir göstergesiydi. Öğrenciler çocuğun bu şekilde konuşmasına üzülürken, çocuğun annesinin hiçbir tepki vermemesine öfke duydular. Ayrıca bu durum öğrencilere, 13 yaşındaki bir kızın yerli futbolcu Adam Goodes’a maymun demesini hatırlattı. Fakat öğrencilere akıllarına takılan bir cümle olup olmadığı sorulduğunda, neredeyse herkes iki cümlede birleşti.
“Siyahî erkekler yalnızca siyahî olmakla kalmamalı, aynı zamanda beyaz erkeklerle ilişkilerinde de siyahî olmalıdır.” İşte bu cümle öğrencilerime ırkın sosyal olarak nasıl şekillendiğini ve ırkçılığın beyaz olmanın norm olduğu sistemlerde nasıl yer aldığını gösteriyordu. Öğrenciler Fanon’un ten renginin Fanon’u sahip olabileceği bir kimlikten nasıl alıkoyduğunu ve kimliğini sınırlandırdığını, bunun yanında beyazlarla ilişkilerinde siyah olmanın bir noksanlık olarak görüldüğü sistemlerdeki eşitsizliği ve adaletsizliği hep birlikte görmüş oldular. Öğrencilerim aynı zamanda ırkçılığın, siyahîlerin bedenlerinin kendilerine ait olmadığı anlamına geldiğini ve bir insanın kendisini sürekli olarak beyaz bir toplumun gözünden görmesinin ne kadar yorucu olduğunu anladılar.
“Sadece diğer erkekler gibi normal bir erkek olmak istedim. Bize ait olan bu dünyayagenç gelmeyi, dünyamızı hep beraber yeniden inşa etmeyi istedim.” Öğrenciler, ırkın açtığı yaralara baktıklarında ırkçılığa uğrayan insanların herhangi bir şeye ait olmaktan tamamen alıkonduklarını ve ırkçılığın adaletsizlikle olduğu kadar tutkuyla, umutla ve reddedilmekle ilgili olduğunu da anlamış oldular. Yukarıdaki cümle, öğrencilerimin bazı insanların eşitliğini reddeden insanlık dışı entrikaların ne demek olduğunu anlamalarını sağladı. Aynı zamanda öğrencilerim, ırkçılık karşıtı hareketin ve diğer siyahî özgürlük hareketlerinin altında yatan temel dürtünün bir insan olarak fark edilmek ve farklı insani deneyimlerin ne demek olduğunu gösteren şartların daha iyi anlaşılmasını sağlamak olduğunu fark ettiler.
İçinde bulundukları durum, okuma deneyimlerini önemli derecede etkiledi. Maalesef siyahî öğrenciler Fanon’un ırkçılık hakkında anlatmak istediklerini sezip kendi yaşadıklarıyla ilişkilendirdiklerini Yine de okurken deneyimlerinin kendilerine özgü olmadığını anladıklarını söylediler. Hatta biri bir sayfaya şunu yazdı: “Yalnız olmadığımı bilmek iyi hissettiriyor.” Çoğunluğu kadın olan beyaz öğrenciler bu hikâyelerle yüzleştiklerini düşünürken birkaçı da sosyal ayrıcalık sayılan “beyazlığın” kendilerini suçlu hissettirdiğini belirtti. Lakin bu hikâyelerle birçok şeyi bilmediklerini görmüş oldular ve bunun için de bir hayli minnettarlardı. Öğrencilerin birçoğu bunun gibi doğrudan anlatımlar okumamıştı. Fanon onlara muhtemelen hiç yaşayamayacakları bir dünyanın pencerelerini açtı ve böylelikle, beyaz oldukları için normalde neredeyse hiç konuşmadıkları bir konu olan ırksal kimliklerinin bir birey olmalarını nasıl etkilediği ve şekillendirdiği üzerine düşünmeye teşvik etti.
Yaşanan bu farklı deneyimler sınıf tartışmalarında görülebilir. Beyaz öğrenciler tartışmaları genellikle oturup dinlerken, sınıfta azınlığı oluşturan beyaz olmayan öğrenciler daha çok söz aldılar. Bunlardan birçoğu kendi deneyimlerinden ve Fanon’un nasıl hissettiğini anladıklarından bahsederken, diğerlerinin de kendi başlarına gelen olayları bilmelerini istediler. Beyaz öğrenciler söz aldıklarında soru sordular, konu üzerine beyin fırtınası yaptılar ve kararsız kaldıklarında sorunları ertelediler. Benlik ve öteki arasındaki bağlantı muğlâktı, fakat postmodernist söylemdeki göreceli ve oynak eşdeğer farklılıklarındaki gibi değil. Fanon, öğrencilerin deneyimleri arasında bir köprü oluşturarak beyaz egemenliğinin onları nasıl konumlandırdığının farkında olmalarına rağmen, içsel ilişkileriyle yüzleşmeye zorladı. Fanon’un bedensel deneyimleri yakından incelemesi öğrencilerin kendi bedenlerinin bu dünyada ne anlama geldiği ve bu bedenlerin içinde nasıl hareket ettikleri üzerine düşündürdü. Özellikle kadınlar, bedenlerinin dünyada neyi temsil ettikleri düşüncesiyle yüzleşmek zorunda kalırken, siyahîlerin yaşadıklarında kendilerinden izler buldular. Ten renklerine bağlı olarak değişiklik gösterdiğini kabul etseler bile birçok kadın sözlü tacize uğramış ve karanlık bir sokakta şüpheli biri tarafından takip edilmişti.
Fanon okumak önemli miydi? Gerçekten bir değişiklik yarattı mı? Tabi ki sınıfta okumalar yaptığımız anda, Christina Vicher Bruns’un tarif ettiği gibi, geçişken yere ulaşmış bulunuyorduk. Bruns, edebiyat okurken “benlik ve dünya arasında genellikle belirlenmiş sınırların tekrardan oluştuğunu ve bu sınırların ötesine geçebilmek için daha duyarlı yollar üretildiğini” ileri sürmektedir. Böyle anlar elbette kısa sürelidir. Davranış veya tavır değişikliği üzerinde uzun süreli bir etkisi var mı henüz bilmiyoruz. Fakat yine de bir şeyler oldu: insanların hayatlarını etkileyen ırkçılık hakkında açık ve dürüstçe tartıştık; ırksal baskıya karşı gelmek için yekvücut olduk.
Hayır, ırkçılık karşıtı okuma listeleri dünyayı değiştirmeyecek. Lakin Frantz Fanon gibi yazarlar okumak (ne kadar geçici olursa olsun) Black Lives Matter gibi harekeler tarafından talep edilen politikaların biçimlenmesini ve uzun süreli başarı için temeller oluşturmasını sağlayacak minik dünyaların kapılarını açabilir. Hem bana kalırsa hep beraber okuma deneyimi dönüştürücü bir etkiye sahiptir. Eğer George Floyd ve onun gibilerinin hayatları gerçekten değerliyse, onları bulup kucaklayabileceğimiz anlar bulmak zorundayız.
©® Düşünbil (2021)
Yazar: Rachel Busbridge
Çeviri: Gizem Daver
Editör: Onur Demir
Kaynak: abc.net.au