Bir şeyi anlamak için ona sadece dışarıdan bakmak kimi zaman yetersiz olur. İncelediğimiz olgunun bir de kendi içinde anlamları olan sembolleri var ise onu dışarıdan bakarak çözümlemek neredeyse imkânsız hâle gelir. Çünkü bazı semboller birer canlı hücre parçası gibidir; hücre dışına çıkarıldığında yok olur ve anlamını yitirir. Bir şeyin anlaşılması için ona içeriden bakılması gereklidir. Fenomenolojiye göre bulunduğu grup veya birey içinde anlamı olan, dışarı çıkarıldığında anlamsızlaşan ve farklı değer ölçülerine tabi tutulan olaylar ile o grup veya birey hakkında bir çözümlemeye gitmek eksik bir yaklaşımdır.
Fenomenolojik yaklaşım, bireyin davranışlarını anlayabilmek için onun kendine özgü algılayışını ve yaşantısını bilmemiz gerektiğini savunur. Bu yaklaşımı savunan kişiler durumun nesnel koşullarına bakmak ya da çocukluk güdülerine dalmak yerine, bireyin şu anda ne olduğu konusundaki öznel görüşüne bakarlar (Goffman, 2017). Bize dışarıdan anlaşılmaz görünen hareketler, durumun birey için ne anlama geldiğini öğrendiğimizde anlaşılır hâle gelir. Fenomenolojiye göre bireyin temelini, doğuştan getirdiği özellikleri değil çeşitli olaylar sonucu ortaya çıkan deneyimleri oluşturmaktadır (Cüceloğlu, 1995). Bu kuram kişinin yaşam deneyimlerine oldukça geniş bir şekilde yer vermektedir. Her birey kişisel deneyimlerinin oluşturduğu benzersiz bir konfigürasyondur ve diğerlerinden tamamen farklıdır. Bu nedenle bireyin bulunduğu grup içindeki davranışları ancak o grubun sembol ve hareketleri anlaşılarak çözümlenebilir. Bu yaklaşım, fenomenolojinin sosyal bilimlere getirdiği en büyük katkılardan biri olarak görülmektedir.
Fenomenolojik yaklaşımın sosyal bilimlerde olguları anlamak için önemli bir yer tuttuğunu savunan Garfinkel, bu konuda bir deney yapmıştır. Bir grup öğrencisine akşam evlerine gittiklerinde duygularından arınmış ve sakin bir gözlemci gibi konuşmalarını istemiştir. Aileye dair hiçbir öznel söz kullanmadan bir gün evin içinde dolaşmasını ve iletişime geçmesini istemiştir. Yani öğrenciler ailesinin yanında bir yabancıyı oynayacaklar; neler yaşadıklarını ertesi gün anlatacaklardır. Böyle bir durumda öğrencilerin yapacakları “toplum hayatıyla ilgili günlük sıradan bilgilerin unutulmuş olması” durumunu yansıtacaktır. Bu durumu, ev halkı çok büyük bir ihtimâlle bir hastalık olarak değerlendirecektir. Öğrencilerin aşırı nezaketinden diğer aile fertleri rahatsız olmuş ve sinirlenmişlerdir.
Garfinkel buradan araştırmacının rolüyle ilgili bir değerlendirmeye gider. Araştırmacı, içine girdiği ortamda nezaketi, heyecan yokluğu ve objektiflik taslamasıyla yukarıdaki öğrenciyi andırmaktadır. Sosyal realitenin böyle bir ilişkiyle anlaşılması mümkün değildir. Garfinkel bu olumsuzluğun, “duygusal hayatın sosyolojisi”nin geliştirilerek aşılabileceğini söyler. O, sosyal aktörlerin yaptıkları eylemlerin bilincinde olduklarını düşünmektedir. İnsanlar neyi, nasıl ve niçin yaptıklarını bilmektedirler. Yani faaliyetlerinin metodunun da sahibidirler. Bireylerin bu “içsel bilgi ve metot”la yapmış oldukları eylemlerin bütünü sosyal realiteyi oluşturur.
İçsel bilgi ve sembollerin birey içinde anlamlı olup dışarıda anlamsız hâle geldiği durumların en önemleri din ve din ritüelleridir. Eliade’ye göre din; “davranışlardan, inanışlardan ve kurumlardan meydana gelen kimi zaman kaos boyutlarına ulaşan çok yüzlü bir kütledir.” Aynı zamanda bu olgular hiçbir formüle, hiçbir tanımlamaya uymayan karmaşık bir labirenttir. Bu labirent tabu, ritüel, simge, mit, tanrı gibi dinî olgulardan oluşmuştur. Bu verileri elde ettikten sonra düzenlemek ve dinî fenomen (görüngü) ile ilgili genel bir bilgi elde edebilmek için de özel, spesifik fenomenler incelenerek genel bir öze bağlanmalı ve içerdikleri anlam ortaya çıkarılmalıdır (Eliade, 2000). Fenomenoloji, ele aldığı “görünen iç davranışları” isimlendirerek sınıflandırır. Daha sonra da bu fenomenlerin yapısını ve anlamını ortaya çıkarmaya çalışır.
Ritüeller dinin bulunduğu topraklarda büyük bir anlam taşırken farklı bir toprakta anlamsızlaşabiliyor. Dinin evrensel değerlerinin; yani sevgi, mutluluk, kardeşlik gibi evrensel öğütlerin dışında, dini öznelleştiren ritüellerin de dinin anlaşılmasına büyük katkı sağlayacağını düşünür fenomenoloji. Bu ritüel ve sembollerin anlaşılması içinde mutlaka içeriden bakılması gerekmektedir. Genel çerçevede bakıldığında belli başlı bazı sorunları bulunan din fenomenolojisinin en merkezî sorununun dinî fenomenleri “içeriden anlama” sorunu olduğu görülmektedir. Şüphesiz bunun karşıtı, yani “dışarıdan anlama” sorunu da bulunmaktadır. Örneğin Alien, İslâm üzerinde yaptığı çalışmalarında “fenomenolojik anlayışı kazanmak için müminlerin tamamen haklı olduğunu kabullenmeliyiz ve kendi değer yargılanmızı onların tecrübeleri üzerine bina etmeye çalışmaktan kaçınmalıyız,” demiştir (Eliade, 2000). Diğer bir deyişle “içeriden bakmanın” asıl amacı, müminlerin kendi imanlannı nasıl anladıklarının tanımlanmasıdır. Müminlerin kendi imanlarına atfettikleri mutlak, değere saygılı olmalı ve ancak bu şekilde ritüellerinin anlaşılabileceğini savunmuştur. Bizim, bir dinî gerçeklik hakkındaki anlayışımız, daima tahmini veya görelidir. Çünkü biz, başkalarının dinini tam olarak onların hissettiği şekilde hissedemeyiz (Eliade, 2000).
Bir takım nesneler bize nasıl görünüyorsa öyledir diyen Husserl, öznenin özüne dönülerek anlaşılabileceğini anlatmak istemiştir (Husserl, 2005). Bireyin davranışlarını bireyin sembol hareket ve ritüelleri üzerinden anlamak en doğrusu olacaktır. Özellikle din gibi kendine özgü çağrışım ve sembolleri olan olgularda kişilerin davranışı uzaktan bir gözlemci olarak anlaşılamaz. Bir yerde toprakta büyüyen bir tohum olmak için o toprakta yeşerebilecek bir tohum atılmalı ve ritüellerin, sembollerin hareketlerin anlaşılması için mutlaka içeriden bakılması gerekir.
Sözü Geçen Eserler:
CÜCELOĞLU, D. (1995). İnsan Davranışı. İstanbul: Sosyal Yayınlar.
ELIADE, M. (2000). Din ve Fenomenoloji. İstanbul: İz Yayıncılık.
GOFFMAN, E. (2017). Etkileşim Ritüelleri. İstanbul: Heretik Yayıncılık.
HUSSERL, E. (2005). Fenomenoloji. İstanbul: Bilgesu.
Yazar: Ali Eren Demir
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.