• 17 Kasım 2017
  • Kaan Onur Kaftanoglu
  • 0
Paylaş

Evet. Makina insan – gayrişahsî bir makina olan insan. Bir insan her ne ise, bu onun yapısına ve kalıtımı, yaşam alanı ve ilişkileri yoluyla taşıdığı etkilere bağlıdır. O, yalnızca, dış etkiler tarafından hareket ettirilir, yönlendirilir, komuta edilir. İnsan hiçbir şey, bir düşünce bile oluşturamaz. (Mark Twain)

İnsan denilen varlığın bir tanımını yapacak olsak muhtemelen elimizde birbiriyle çelişen onlarca tanım kalacaktır. Dolayısıyla doğru bir tanım yapabilmenin yolu insan ırkına dahil olmamaktan geçiyor diyebiliriz. Aksi durumda yapılan tüm yorumlar yine; iyi, kötü, mutlu, mutsuz veya sinirli gibi insanı tanımlayan basmakalıp sıfatlardan ileri gidemeyecektir. Gelgelelim tüm bu sıfatların yaratımında kullanılan yöntem her zaman öznel çıkarımlar ve öznel düşünceler vasıtasıyla elde edilmiştir. İnsan kendisinin tanımını yaparken yine kendi özünden yola çıkmıştır. Peki, insan esasında nedir? Bir canlı olmanın ötesinde insan tam olarak neyin karşılığıdır? Bunun cevabını bir çırpıda verebilmek oldukça zor. Lâkin bu soruya cevap arayanlara şöyle bir hızlıca bakarsak elimizde birkaç seçenek var olabilir.

Öncelikle, insanın tanımını yapabilmek için tarih öncesinden başlayıp belki de yıllarımızı alacak bir araştırma içerisine girmemiz gerekir. Tarih öncesinden günümüze kadar insanı şekillendiren koşullar nelerdi? İnsan neye ne tepki veriyordu? İnsan hangi durumda ne hissediyordu? İnsan kendi iç dünyasını tanıyor muydu? Bu tür sorular zamanla farklı cevaplara gebe kalmış sorulardır. Bunun da sebebi; insanın içerisinde yaşadığı dönemin koşulları aslında insanı oluşturan temel nitelikleri de kendi içerisinde yaratıyordu. Örneğin Mark Twain, 1900’ün başlarında kaleme aldığı İnsan Nedir? metninde, insanı tam anlamıyla bir makinaya benzetiyordu ki bu tanımın yapılmasının sebebi Sanayi Devrimi sonrası oluşan insan imgesidir. İnsanın bir makina olması ilk etapta kulağa mantıklı gelmiyor olabilir ancak çalışma prensipleri tam olarak aynı. İnsan dış etkiler haricinde hiçbir şekilde var olamaz. Varlığını oluşturan ve kanıtlayan her şey dış etkilerdir. Aksi durumda varlığının herhangi bir anlamı dahi olamaz. Hâliyle insan düşündüğü herhangi bir şey değildir. Bir diğer deyiş ile, insan tekil bir canlıdan ziyade çoğuldur ve kendi zihninden çıktığını düşündüğü düşünceler kendi kendine gelişen ve ortaya çıkan şeyler değil, etrafını çevreleyen koşullardır. Twain’in “insan bir bukalemundur; doğasının yasası gereği, bulunduğu yerin rengini alır” cümlesinde söylemek istediği de aslında tam olarak budur.

O hâlde ilk dış etki neydi? Akla ilk gelen cevap pek tabii ki Tanrı oluyor. Eğer Tanrı doğru bir cevap ise Goethe’nin söylediği ve İncil’in Yuhanna bölümüne gönderme yaptığı “Başlangıçta eylem vardı!” cümlesi, Twain’in insan makinadır çıkarımıyla hayli güzel örtüşüyor. İlk dokunuş, yani ilk dış etki Tanrı tarafından gerçekleştiyse insan hâlihazırda kendi varlığıyla özdeş değil, bunun yerine bir başka oluşun etkisiyle ortaya çıkmış ve varlığını bu dış etki sayesinde sürdüren bir canlıdan ibaret. Sonuç olarak: Evet, insan prensipte bir makinadır.

Beni bende demen, bende değilim,
Bir ben vardır bende, benden içeru. (Yunus Emre)

Özellikle insanı oluşturan genel çerçevenin Tanrı olduğunu kabul edersek bakmamız gereken bir diğer yer pek tabii ki tasavvuf edebiyatıdır. 13. yüzyılda başlayan Divân Edebiyatı ile birlikte, Türk Edebiyatı’nda insanın varlığı ile alakalı tüm konular Tanrı’ya çıkıyordu. Dolayısıyla insanın kendini tanıması, bir bakıma Tanrı’yı da tanımak demek oluyordu. Çünkü insanın varlığının özünü oluşturan tüm nitelikler, yine tasavvuf şairlerine göre, en temelde Tanrı’dan geliyordu. Ancak bu niteliklerden kasıt en baştada belirttiğimiz basmakalıp sıfatlardan daha öte bir durum. Esasında insan nedir, sorusu tasavvufun fikirsel olarak temelini oluşturuyor, fikirden pratiğe geçişte ise bu sorunun cevabını bulmak için belli yöntemler baş gösteriyordu. Bu pratiklerin ilki ise ölmeden önce ölmektir. Tasavvuftaki karşılığı da “fenafillah”tır. İnsan gerçek ve asıl varlığa ulaşmak istiyorsa kendini tüm canlılardan ve tüm dış etkilerden soyutlamalıdır. Yani ölmeden önce ölmelidir ki aynası olduğu asıl varlığa ulaşabilsin, buradan hareketle de kendi varlığının özünü tanısın.

Size üstün insanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız? (F. Nietzsche)

Gelgelelim insan Tanrı’nın özü değil de, ondan kopuk ve kendini yenilemesi gereken bir şey ise? 19. yüzyılda dünya üzerinde var olan ve insanın tanımını değiştiren ve hatta yok eden Friedrich Nietzsche, ondan öncekilerden çok daha farklı düşünüyordu. Nietzsche’ye göre insan sadece bir basamaktı. Daha doğrusu insan kendi kendinin basamağıydı ve yükselmek için kendi özünü oluşturan tüm fikirsel ve varoluşsal özelliklerini yok etmesi gerekiyordu. Bugüne kadar yapılmış tüm tanımları yok saymamız gerektiğini, insanı çevreleyen tüm yaşamın yeni baştan ele alınması gerektiğini düşünüyor; inanç, ahlak, düzen, sistem ve bu tür insanın varoluşunu saran ve onu dar bir kalıbın içerisine sıkıştıran, kendisini aşmasını engelleyen şeylerden kurtulunması gerektiğini söylüyordu. Ancak bu şekilde insanın tanımı değişecekti ve “üstinsan”a ulaşacaktı. İnsan, varoluşunu kendisi yeniden yaratmalıydı, ancak bu şekilde kendini aşabilirdi. Dolayısıyla Nietzsche, insanın makina olmaması, dış etkilerden kendisini kurtarması gerektiğini düşünüyordu. Tabii bunu Twain’den bağımsız olarak ele almak gerekiyor. Makina olmak en nihayetinde yetersizliğin bir sembolü diyebilir, insanın kendi tekil varlığının gereksizliği sayabiliriz.

En nihayetinde insan bir makinadır, insan Tanrı’nın özüdür, insan aşılması gereken bir şeydir… Bu ve benzeri tüm fikirler esasında tek bir noktaya çıkıyor. İnsan ne yaparsa yapsın dış etkilerden kendini kurtaramaz. Tüm bu fikirsel farklılıkların sebebinin özünde var olan ise bizi çevreleyen, ahlak veya inanç gibi dış etken koşullarının yarattığı sonuçlar diyebiliriz. İnsanın hiçbir zaman tek bir tanımı hâlihazırda yoktu. Olması da beklenemez zaten. Buna dualizm de diyebiliriz. Ego da diyebilir, başka herhangi bir tanım da yapabiliriz. Veya insan yok olma arzusuyla yanıp tutuşan bir fikirden ibaret de diyebiliriz. Ancak yapılacak olan tüm tanımlar yine bizi saran dış etkenlerin bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Hâliyle insan bulunduğu noktada ne ise odur. İnsan bulunduğu koşula göre; Tanrı’dır, şeytandır, fikirdir, makinadır veya aşılması gereken bir şeydir.

© Düşünbil® (2023)

Yazar: Kaan Onur Kaftanoğlu


Paylaş

Kaan Onur Kaftanoglu

92 yılının Mart ayında İstanbul Anadolu Yakası'nda doğdu. Lisans eğitimini İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine tamamladı. Lisans eğitiminin ardından kısa bir süre İngilizce ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Şu an ise bir araştırma şirketinde çalışmaya devam ediyor.