Filozoflar asırlardır bilgiye ulaşmanın güvenilir yollarını arıyorlar. Karl Popper’ın görüşü, doğrulama ve yanlışlama arasındaki temel uyumsuzluğun bu arayışı baltaladığı yönündeydi. Bir teoriyi doğrulayan ne kadar kanıt bulunursa bulunsun; aynı teoriyi yanlışlamak için yalnızca sağlam bir karşıt kanıt yeterlidir. Ona göre bu, elverişsiz bir Doğrulama İlkesine dayanan Mantıksal Pozitivizmin sonudur.
Popper bilginin teminatının yalnızca yeni delillere, sert ve sürekli eleştiriye karşı durabilme kabiliyetinde yattığını savunan bir Eleştirel Rasyonalizm anlayışı geliştirdi. Eleştirel Rasyonalizm bilimsel bilginin genel bir ilkeyi doğrulayan tümevarımsal akıl yürütmeden ziyade, bir varsayım ve yalanlama süreci ile elde edilebileceğini savunur. Bir varsayım kendine karşı geliştirilebilecek tüm argüman ve delillere rağmen geçerliliğini sürdürüyorsa, bu o varsayımı doğru kabul etmek için yeterlidir.
Popper’ın bilimi sözde bilimden ayırma yöntemi, eleştirilemeyen ve deneysel yollarla sınanamayan varsayımların bilimsel değil, faydasız olduğunu ifade etmekti. Bu görüşünde, yirminci yüzyılın iki entelektüel gelişiminin ve aralarındaki zıtlığın derin bir etkisi olmuştur. Yüzyıllar boyunca Newton’ın yer-çekimi teorisinin gökbilimsel evreni doğru biçimde açıkladığına inanan bilim insanları, daha sonra Einstein’ın yeni yer-çekimi teorisinin üstünlüğünü kabul etti. Bir zamanlar güvenilir bir temeli bulunan bu teori, Merkür gezegeninin hareketlerindeki küçük tutarsızlıkları açıklayamadığı için altüst oldu. Popper ayrıca psikanalitik teorilerin istenmeyen bulgulara karşı ne kadar dayanıklı olduğunu da gördü ve böylece psikanalizin bir bilim olmadığı sonucuna vardı.
Popper’ın bilim felsefesine getirdiği sert anti-otoriteryanizm, ve hata yapmanın kaçınılmazlığı nedeniyle bu hataların önlenmesinden ziyade düzeltilmesine yönelik enerji harcamanın daha doğru olduğu kanısı, onun çalışmalarının geniş bir konu yelpazesinde yayılmasını sağlamıştır. Bununla birlikte Popper, eleştirinin değerini kabul etmekten çok onu savunma konusunda daha iyiydi. Saldırgan ve inatçı bir tartışmacı olarak, Wittgenstein ile girdiği ünlü bir tartışmada, muhtemelen onu yüz yüze çekişmede alt eden tek kişi oldu.
Karl Raimund Popper 28 Temmuz 1902 tarihinde, o zamanlar Avusturya-Macaristan’ın başkenti olan Viyana’da dünyaya geldi. Sonrasında Lüterciliği benimseyen, asimile olmuş Yahudi bir çiftin çocuğu olarak rahat, kültürlü ve hoşgörülü bir ailede büyüdü. Babası Dr. Simon Popper başarılı bir hukukçu, annesi Jenny ise (evlenmeden önceki soyadı Schiff) yetenekli bir müzisyendi. Ona merak, öğrenme ve okuma tutkusu ve ömür boyu sürecek bir müzik sevgisi aşıladılar. Avusturya-Macaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’nda uğradığı yenilgiyi izleyen süreçte kontrolden çıkan enflasyon, Simon Popper’ın tüm birikimini kaybetmesine neden oldu. Ailesine yük olmak istemeyen Karl, 1919-1920 kışında evden ayrıldı. Önce işçi, ardından marangoz çırağı olarak çalıştıktan sonra 1922’de Viyana Üniversitesine kabul edildi. 1924’te ilkokullarda öğretmenlik yapma yetkinliğini elde etti. 1925 yılında Viyana Belediyesi, üniversiteye bağlı yeni bir eğitim enstitüsü kurdu. Popper burada daha sonra karısı, asistanı ve bir nevi yaşam kaynağı hâline gelecek olan Hennie ile tanıştı.
İlkokul öğretmeni olarak görev yapan Popper, Enstitü’de kadrosuz olarak ders ve seminerler vermeye ve 1928’de tamamlayacağı doktorası için çalışmaya başladı. 1929’da matematik ve fizik öğretmenliği yapmaya hak kazanarak alt ortaokul sistemine katıldı ve 1934’te yayımlanan baş yapıtı “Logik der Forschung”a yön veren fikirlerini geliştirmeye başladı. Bu eser, bilim felsefesi üzerine yazılmış en önemli kitaplardan biridir. Buna rağmen kitabın İngilizce çevirisi The Logic of Scientific Discovery 1959’a kadar yayımlanamadı.
Popper, 1935-1936 yıllarında Londra Üniversitesini iki kez ziyaret etti ve çalışmalarıyla Profesör John Woodger’ın ilgisini uyandırdı. Faşizmin baskısı Avusturya’da tehditkâr biçimde artarken Woodger, Popper’a Yeni Zelanda Üniversitesi Canterbury Kolejinin felsefe öğretmenliği duyurusuna yanıt vermesini önerdi. Karl ve Hennie Cambridge’de görev almayı umuyorlarken kaçış şanslarını 1937’nin mart ayında Yeni Zelanda’ya giderek kullandılar.
Avrupa’da yaşanan trajediler karşısında dehşete düşen Popper, baskılara karşı mücadeleye katkı sunmaya kararlıydı. Hitler’in yenilgisi Stalin’inden kaynaklanacak yeni bir tehdidin yolunu açacağından, hem faşizme hem de komünizme karşı savaş açarak totaliteryanizmin düşünsel kökenlerini ve taleplerini açığa çıkarmaya ve itibarsızlaştırmaya çalıştı. Popper’ın asıl hedefi, tarihin etkileyici ilerleyişinin insanın kaderinin habercisi olan tarihsel ilerleme yasaları tarafından yönetildiğini savunan tarihselcilikti. Tarihselci yönelimi Platon’dan Hegel’e ve Marx’tan Hitler ve Stalin’e kadar totaliter düşünceye ilham kaynağı olarak kabul etti. Bu fikirlerinin sonucunda kaleme aldığı, 1944-1945’te Economica’da yayımlanan ve 1957’de kitap olarak basılan The Poverty of Historicism ile 1945’te yayımlanan The Open Society and Its Enemies isimli iki eseri, onun çok etkili ve özgün bir siyaset felsefesi filozofu olarak geniş çevrelerce tanınmasını sağladı.
Popper, özellikle yayıncı bulmanın zorluğu nedeniyle Yeni Zelanda’da kendini yalıtılmış hissediyordu. Buna karşın daha sonra birlikte çalışacağı geleceğin Nobel Tıp Ödülü sahibi John Eccles ile tanıştı ve arkadaş oldu. Avrupa’daki savaş sona yaklaşırken, Nobel ödüllü serbest piyasa ekonomisti Friedrich Hayek’ten, Londra Üniversitesi’ne bağlı London School of Economics’te okutmanlık yapmasına yönelik bir teklif içeren beklenmedik bir telgraf geldi. Kadim dostu sanat tarihçisi Ernst Gombrich, Hayek’i Popper’ın çalışmalarının özgünlüğü ve önemi konusunda ikna etmişti ve bu vesileyle Popper’ın Yeni Zelanda’da kaleme aldığı iki büyük yapıtının yayımlanabilmesi için yayıncılar bulundu. Popper, “hayatını kurtardıkları” düşüncesiyle bu iki adama da içtenlikle minnettar kaldı. 1949’da Mantık ve Bilimsel Yöntem Profesörü oldu ve emekli olana kadar LSE’de (London School of Economics) çalıştı.
Popper, yorulmak nedir bilmeyen Hennie’nin yardım ve desteğiyle The Logic of Scientific Discovery isimli eserini kapsamlı bir başyapıt hâline getirmek için bir dizi Ek Metin hazırladı. 1958’de başlayan bu muazzam gayret yirmi yılı aşkın bir süre devam etti. Ancak Popper’ın sağlığı kötüleşti ve Popper 1960’ta görme yeteneğini kaybetmeye başladı. Viyana’ya dönünce her iki gözünden de retina ameliyatı oldu. Böylece Ek Metin çalışmalarını bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra yeniden başladı, fakat 1969’da çalışmasını tekrar bir kenara bırakmak zorunda kaldı ve bu muazzam girişimin tamamlanması kademeli olarak 1980’lerde gerçekleşti. Sonunda, Ek Metinleri de içeren üç ciltlik eser ortaya çıktı: The Open Universe (1982), Quantum Theory and the Schism in Physics (1982) ve Realism and the Aim of Science (1983). Bu eserler, Conjectures and Refutations (1963) ve Objective Knowledge (1972) ile birlikte bilim felsefesine katkı sunan ve ilgi uyandıran ahenkli bir bütün oluşturdu.
Bitmek bilmeyen düşünsel enerjisi, geniş bir konu yelpazesine yönelik daimi merakı ve büyük felsefi problemlerle mücadele etme arzusu, onu son büyük uğraşı için harekete geçirdi. “Yaşlılığımın felsefesi” dediği çalışmasına, doğrudan fiziksel determinizmle, yani zihnin birtakım fiziksel yasaların emrinde çalışmasından ötürü özgür iradenin olmadığı anlayışıyla yüzleştiği, Objective Knowledge’ın bir parçası olan “Of Clouds and Clocks” başlıklı makalesiyle başladı. Descartes Problemini (zihin ve beden nasıl etkileşime girer?) Compton Problemi dediği olguyla (fiziksel dünya soyut varlıklardan nasıl etkilenebilir?) birleştirdi. Popper; zihin, dil ve bilincin hisseden organizmaların çevreleriyle yaşadıkları etkileşim sorunlarına çözüm bulan ve bu çözümü uygulama özgürlüğünü sağlayan yeni bir hiyerarşi oluşturduğuna dair bir kuram geliştirdi. Bu onu birbirinden farklı ama birbiriyle etkileşim hâlindeki üç alan olan fiziksel dünya, zihinsel dünya ve insanın zihinsel etkinlikleriyle oluşturulan dünya arasında bir ayrım yapmaya yöneltti. Eccles’in de önerisiyle bunlara 1., 2. ve 3. Dünya adlarını verdi.
Bu üç ayrı, etkileşimli alan kuramının, “Bu alanlar hangi mekanizmalar aracılığıyla etkileşime giriyorlar?” şeklinde eleştirilerle saptırıldığı oldu. Yine de büyük bir felsefi sorunla mücadele etmiş olan bu kuram, birbiriyle ilişkili üç bilgi türü olan öznel, nesnel ve öznelerarası bilgi üzerinden, ileride daha basit bir biçimde yeniden formüle edilebilir.
1977 senesinin başlarında Hennie’nin vücudunda kötü huylu bir tümör keşfedildi. Hennie 1985 senesinde o kadar ağır hastalanmıştı ki Popper ailesi Viyana’ya dönmek durumunda kaldı ve Hennie o yılın kasım ayında, Viyana’da hayata veda etti. Avusturya vatandaşlığını sürdürmesine ve Avusturya’da kalması için ciddi bir mücadele verilmesine rağmen Popper 1987’de İngiltere’ye döndü. 17 Eylül 1994’te geçirdiği bir ameliyattan sonra hayata gözlerini kapatana kadar çalışmalarını sürdürdü. Popper’in cansız bedeni yakıldıktan sonra külleri, 1992 yılında fahri hemşehrisi olduğu Viyana şehrindeki Lanzer Friedof mezarlığında yer alan eşinin mezarına gömüldü. Popper şehrin büyük entelektüel geleneklerini bünyesinde barındırdığından, Viyana’ya son dönüşü anlamlıydı. İkinci yurdu olarak gördüğü İngiltere de onun olağanüstü başarılarını ona bir şövalye nişanı ve bir Onursal Liyakat Nişanı vererek ödüllendirdi ve onu hem British Academy’ye (1958) hem de Kraliyet Cemiyeti’ne (1976) kabul edilen nadir kişilerden birisi yaptı.
Sir Karl Popper, sağduyuya ve hayal gücüne büyük saygı duyan bir gerçekçi, akılcı, nesnelci ve belirlenmezciydi. Hümanistler onun bilgeliğini ve tutkulu özgürlük mücadelesini takdir etti; bilim insanları, onun bilimsel kavrayışına ve bilimsel yöntem hakkındaki derin görüşüne değer verdi ve hem hümanistler hem de bilim insanları onun savlarının gücüne, berraklığına ve tutarlılığına hayrandı.
©® Düşünbil (2022)
Yazar: Sir Alistair Macfarlane
Çeviren: Ömer Yıldırım
Çeviri Editörü: Zeynep İrem Çobanoğlu
Kaynak: philosophynow.org