İrdelememize “Lars hakkında ne biliyoruz?”, devamında “Niye böyle?” ve “Ne onu iyi edebilir?” sorularını sorarak başlamak istiyorum. Bu soruları, psikanalizin ve özellikle İngiliz analist Donald Winnicott’un yardımı ile cevaplamayı öneriyorum.
27 yaşındaki Lars’ın, Garrison Keillor’un Wobegon Gölü’ndeki gibi bir toplumda yaşadığını düşünüyorum. Sert İskandinav soylu ve soğuğa karşı koymaya çalışan İskandinav olmayanlar, işleriyle uğraşan, Lutheran kiliseye katılan ve az çok birbirlerine hoşgörü ile davranan insanlar bunlar. Lars’ın doğumu sırasında annesinin öldüğünü ve babasının da birkaç yıl içinde ölümüyle sonuçlanan bir depresyona girdiğini biliyoruz. Lars’la kimin ilgilendiğini veya kimin büyüttüğünü bilmiyoruz ama kalsaydı Lars’ın farklı olacağına inanan büyük abisi Gus’un ilk fırsatta evi terk ettiği için suçluluk duyduğunu biliyoruz.
Lars’ın şizoid kişilik bozukluğu var. Yakın ilişkiler veya bir ailenin parçası olmak onun ilgisini çekmiyor. Kendiyle zaman geçirmeyi ve hislerini çok fazla göstermemeyi tercih ediyor. Başkalarıyla ilişki kurma şansı sunulduğunda onlardan kaçmayı tercih ediyor. Sekse ilgisi varmış gibi gözükmüyor ve şizoid insanlarda rastlanan şekilde, temasa karşı aşırı duyarlı. Ayrıca yengesinin hamileliği anksiyetesini arttırmış ve içinde olduğu durumu aşması için onu bir şeyler yapmaya itmiş gibi görünüyor.
Lars’ın niye bu yönde geliştiğini tam olarak bilmiyoruz ama bize ne olmuş olabileceğini anlatan Psikanalitik teoriye dönebiliriz. 20.yy’ın İngiliz analisti Donald Winnicott önceden çocuk doktoruydu. Bebekler ile anneleri konusu üzerine eğildi ve çocuk gelişimi teorisine dayalı gözlemleri büyük ilgi çekti (Winnicott, 1949). Doğumdan itibaren bebeklerin her şeyi kendileriyle ilgili olarak tecrübe etmesi fikri ile başladı. Hiçbir şeyi veya hiç kimseyi kendilerinden ayrı olarak düşünemezler. Psikolojik olarak sağlıklı ve bebeklerine fiziksel ilgi ile duygusal bağlılık duyan anne babalar, bebeğin ihtiyaç duyduğu uygun gelişimi içgüdüsel olarak sağlar. Yavaş yavaş, doğru zamanlama ile anne bebeği hayal âleminden çıkarır ve bebeğin en güçlü, her şeyin yaratıcısı olduğu düşüncesi, diğer insanların da bağımsız birer kişilik olduğu düşüncesine evrilir ve onlarla makul, arzulanan ilişkiyi kurarlar.
Filmin ilk sahnesinde Lars’ın, onu aileye katmaya çalışan yengesi Karin’den saklandığını görüyoruz. Soğuktan koruması için Karin’e ödünç verdiği mavi bir örgü işi var boynunda. Bu örgüyü annesinin ona hamileyken ördüğünü öğreniyoruz. Lars normal şekilde gelişseydi Winnicott’un tanımladığı şekilde örgü, “geçici obje” olarak hizmet ederdi. (Winnicott, 1951). Şüphe yok ki hepimiz küçük çocuğun özel bir oyuncak, yumuşak bir kumaş veya bir giysi seçmesi fenomenine aşinayız. Belirli bir zaman diliminde, bu önemli bir sahiplenmedir. Çocuk bu nesneyi her yere götürür, deyim yerindeyse onu kendine boca eder ve bu hiçbir şekilde ayrılmak istemez, yıkanırken bile. Winnicott’un teorisinde geçici obje, ilk “Benim değil” durumudur ve bu daha önce değindiğim hayal dünyasından çıkarmadaki psikolojik fonksiyona hizmet eder. Daha sağlıklı bir gelişme durumunda Lars, örgüyü geçici nesne olarak davranışlarını kolaylaştırmada, diğer insanlarla ayrı bireyler olarak ilişki kurma konusunda tecrübe edebilirdi. Ama açıkçası bu olmadı çünkü biz yetişkin Lars’ın bebek örgüsünü hala taktığını ve bu şekilde diğer insanlarla ilişki kurmaktan kaçtığını gördük.
Altı hafta geçti ve Lars’ın gerçek boyutta kadın bebek sipariş ettiğini anladık ama onu seks oyuncağı olarak kullanmak yerine ona çocukların oyuncak bebeklerine davrandıklarına çok benzer şekilde davranıyor. Ona bir insan muamelesi yapıyor. Ona Bianca ismini vermiş ve alt metin bazı noktalarda ona kendisiymiş gibi davrandığını hissetmemizi sağlıyor. O da yemek yiyormuş gibi yapıyor ama aslında onun yemeğini de Lars yiyor. Gus ve Karin korkup şok oluyorlar ve Lars’ı fizikçi ve aynı zamanda Winnicott gibi psikolog olan Dr. Dagmar Berman’a götürüyorlar. Dagmar, Lars’ın psikolojik problemini Bianca ile aşmaya çalıştığını hemen anlıyor, Gus ve Karin’i buna alışmaları için ikna ediyor. Bianca için hazırladığı “terapi” aslında Lars için. Ve bazı ciddi koşullara rağmen tüm kasaba Bianca kadınmış gibi numara yapmaya başlıyor.
Lars şimdi Bianca’yı geçici nesne olarak kullanmaya başlıyor ve o zaman Dagmar ve toplumun yardımı ile onunla ilgilenen genç kız Margo dâhil gerçek insanlarla olan ilişkiye geçiş yapabiliyor. Kasaba da numara yapmaya başladığından, Lars’ın Bianca’nın tamamen kendi kontrolünde olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Diğer bir deyişle onunla hayal âleminden çıkıyor ve bu geçici nesnesine olan ihtiyacı azalıyor. Ona karşı olan bu sahiplenmesinin yok olacağını anlıyor ve ölümünden önce onu öpüyor. Onu kendi cinsel tecrübesi için kullanması da gerçekliğe katıldığının sinyallerin veriyor. Bu ilgi, çocukların geçici nesnelerine davrandığı yöntemden onu ayırıyor. Çocuklar geçici objeler için yas tutmazlar, ihtiyaçları olmadığını anladıkları an bırakıverirler.
Aynı zamanda Bianca’nın ölümünü Lars’ın hiç tanımadığı annesine olan ağıtı olarak görebiliriz. Bianca ile olan ilişkisinin bir yerinden sonra mavi örgünün daha nadir Lars’ın boynunda, daha sık Bianca’da olduğunu görebiliriz. Bianca’nın cenazesinin ertesi ise tamamen yok oluyor. Bunu Lars’ın örgüye artık ihtiyaç duymadığı şeklinde özetleyebiliriz. Şimdi gerçek bir kız, Margo ile olmaya hazırdır.
Yapmak istediğim bir diğer yorum kasaba insanlarının Lars için sağladığı, Winnicott’un “çevreden koruma “dediği yöntem üzerine. Winnicott’a göre çevreden koruma (Winnicott, 1960) annenin bebeğe verdiği fiziksel ve psikolojik koruma olup önemli bir önermedir. Çevre koruması bebeği, hazır olmadan önce yüzleşeceği bir gerçeklik görünüşünden korur. Bu tatlı hikâyede doktor ve toplum Lars’a Bianca’nın gerçek kadın olduğunu, onun illüzyonunu kabul etmiş şekilde davranıyor. Ne yaptıklarının farkında olsunlar ya da olmasınlar önemli değil. Gerçek bir geçici obje olmasına imkân sağlıyorlar, böylece gerçek bir insanla ilişkisine geçiş yapabiliyor.
Eğer Gus ve Karin Lars’a yardım etmeseydi ve eğer Dagmar kasabanın doktoru olmasaydı Lars’ın Bianca’yı iyileşmek için başarılı bir şekilde kullanması zor olurdu. Dagmar’ın karakteri, Patricia Clarkson tarafından çok zarif şekilde oynanıyor, bu da sinemada terapistlerin pozitif şekilde canlandırıldığının çok nadir örneklerinden biri. Bu sadece Lars ile özel olarak çalışmasından değil aynı zamanda Lars’ın illüzyonunun hoş görülmesi tavsiyesinden. En azından film onun tedavisi için yeterli imkânları yaratmış.
Bu fanteziyi kabul etmek, Gus’un Karin’e “annelik içgüdüsü” dediği gibi, kadınlar için daha kolay gözüküyor. Erkekler de Lars için önemli olan, insan ilişkileri dünyasına giriş için gerekli psikolojik destek ile çevre koruması yaratılmasına katılıyor. Dagmar’ın, Lars’ın patolojik davranışı iyileşme sürecinin başında Winnicottian bir sezişi var. Gus ile Karin’de de Dagmar’dan yardım isteme cesareti ile ona inançları var. Lars geçici bir obje ile çevre korumasına ihtiyaç duyuyor ve şanslı ki bu güzel hikâyede ikisine de ulaşıyor.
Referanslar
Winnicott, D. W. (1949) Akıl ve Ruh-soma ile Olan İlişkisi. Through Paediatrics to Psycho-Analysis’de (sf. 243-254). New York: Basic Books, 1975.
Winnicott, D. W. (1951) Geçiş Dönemi Objeleri ve Geçiş Dönemi Fenomeni. Playing and Reality’de (sf. 1-25). New York: Basic Books, 1971.
Winnicott, D. W. (1960) Ebeveyn-Bebek İlişkisininTeorisi. The Maturational Processes and the Facilitating Environment’da (sf. 33-55). New York: International Universities Press, 1965.
Yazar: Margaret Jordan
Çeviren: Ömer Murat Urhan
Kaynak: cgjungpage.org
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.