Paylaş

İnsan ne ile ve ne için yaşar? Büyük bir çoğunluğumuz bu soruyu “mutluluk” ve benzeri kavramlarla yanıtlıyoruz. Hâlbuki mutluluğun ne olduğu konusunda bir fikir birliğine varılmış değildir ve bu konudaki tartışmalar belki insan olarak var oluşumuz kadar eskidir. Mutluluğun tanımlanma şekli, ona ulaşma konusundaki yöntemleri de tanımlamayı beraberinde getirmektedir. Yani, benim için mutluluk çok eşyaya sahip olmaksa, ben bu hedefe doğru ilerlerken mümkün olduğunca fazla eşyaya sahip olmak için yollar arayacak ve bunu başaramadığımda kendimi mutsuz hissedeceğim. Sizin için mutluluk bir eşe ve çocuklara sahip olmak demekse, siz size söz konusu çocukları verecek eşi bulmak için alternatif yollar üretecek ve deneyeceksiniz. Eğer bu yollar sizi amacınıza ulaştırmazsa da kendinizi mutsuz hissedeceksiniz.

Ancak hiç kimse beni dilediğim eşyalara sahip olduğumda yine de hissetmeye devam ettiğim mutsuzlukla, sizi ise eşiniz ve çocuklarınıza rağmen dolduramadığınız boşluklarla nasıl baş edeceğim / edeceğiniz konusunda uyarmamaktadır. Yanı sıra, hatırı sayılır ölçüde çok kimse, eğer mutluluk olarak tanımladığımız şeyler ve denediğimiz yollar bizi yine de mutluluğa ulaştırmıyorsa, belki de kavramlarımızı ve yollarımızı sorgulayıp yeniden yapılandırmamız gerektiği konusunda yeterince düşünmemektedir. Belki de bu hatırı sayılır ölçüde çok kimsenin bir kısmı bunları düşünmekte fakat işin içinden çıkamamaktadır.

Mutluluk ve ona ulaşmak konusunda geçmişten bugüne pek çok yol söylenmiş, denenmiş, bu konu başlı başına bir araştırma alanı olmuştur. Tarihte geriye gittiğimizde, mutluluğun tanımlanma yollarından birinin de “haz” kavramı olduğu görülmektedir. Sokrates’in öğrencilerinden Aristippos’un (M.Ö. 435-355) öğretisi olan “hazcılık” yani “hedonizm”e göre; kişinin yaşam amacı devamlı olarak zevkin ve hazzın peşinde koşmak olmalıdır. Aristippos burada vurguyu daha çok bedensel hazlara yaparken hedonizmin temsilcilerinden olan Epikuros ise tinsel hazzı ön plana çıkarmaktadır çünkü ona göre kişinin alabileceği en büyük haz ruhun dinginliğidir. Epikuros’a göre mutluluğa da ancak tinsel dinginlik aracılığıyla ulaşılabilecektir. (1)

Epikür felsefesinde bu hale sahip olan kişi “insanların arasında bir tanrı” gibi görülmektedir. Felsefe terminolojisinde bu durum, eş anlamlısı “sarsılmazlık” olan “ataraksiya” kavramı ile ifade edilir. Ataraksiya durumundaki kişi; kaygılarından ve korkularından arınmış bir durgunluk halindedir, beklentisizdir, yani bir anlamda tasavvuf felsefesindeki gibi yokluğun sırrına ermiş, “ölmeden önce ölmüştür”. (2)

Özünde, ataraksiya olarak tanımlanan bu durum, bugün psikoloji literatüründe “apati” dediğimiz ve anormal sınıfta yer alan duygusuzluk haliyle benzerdir. Fakat olumsuz bir kavram gibi görünmesine ve pek çoğumuzun ölümden korkuyor olmasına rağmen, ölmeden önce ölmeyi, durgun beklentisizlik halini ifade eden bu ataraksiya hali, biz sıradan insanlar için çok çekici bir kavram değil midir? Ve aslında, bu durumu çekici bulduğumuz ve ona sahip olmayı arzu ettiğimiz ölçüde bu halden uzak olduğumuz gerçeği yaman bir çelişkiye işaret etmez mi?

Bana göre; ilk başta mutluluk nihai hedef ve tinsel dinginlik bizi mutluluğa ulaştıracak olan bir basamak gibi görünse de, tinsel dinginliği gerçek anlamda yaşayabilenlerimiz mutluluğu tünelin sonundaki ışık gibi görmekten vazgeçeceklerdir. Çünkü ruhu gerçekten dinginliğe kavuşabilenlerimiz için mutluluk artık uğrunda savaşılması gereken bir hedef ve kaygımızın nesnesi olmaktan çıkacaktır.

Bu aşamaya gelene kadar dinginlik, dingin olduğumuzun farkına varmanın getireceği haz ile bize mutluluk verecektir. Çünkü başta dinginlik, “ben”in sahip olduğu diğer özellikler gibi bizim için edinilmesi gereken bir şey, aitliği ile bizi tatmin eden bir özelliktir: “Ben dinginim.” Tıpkı “Benim arabam var”, “Benim eşim ve çocuklarım var” gibi “Ben dinginliğe sahibim”. Oysa yoldayken ve yolda anlamlı bir süre geçirdikten sonra; sahiplik, aidiyet gibi kelimelerin içi boşalacak, bunlar yerini sadece dinginliğe bırakacak ve “ben” işin içinden çıkacaktır. İşte kişi için mutluluğun ulaşılması gereken bir hedef olmaktan çıkacağı nokta tam olarak burasıdır.

Sağlıklı ve dingin bir tine sahip olmak için duygularımızdan tümüyle vazgeçmek zorunda olmak bizler için şu anda ulaşılması oldukça zor bir hedef ancak beklentilerimizi öldürmeye çalışmak ve ne ölçüde dingin olduğumuza kafa yormaktan ve bunu dile getirmekten vazgeçmek bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum. Takdir beklentisi olmaksızın iyi işler yapabilmeye, arzu edilme beklentisi olmaksızın iletişim kurabilmeye başladığımız zaman duygularımız daha az çalkalanır olacak, bu sakinliği elde etmek, korumak ve göstermek için bizi dürten hırslı insan yanımızı dinlemediğimizde ise ruhlarımız sakinleşecektir. Çünkü biliyoruz ki, gerçek dinginlik geldiğinde bunu söylemeye ihtiyaç duymayacağız.

Dipnotlar:

(1) http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_akimlari/hedonizm_hazcilik_nedir_ne_demektir.asp
(2) https://www.psiko.gen.tr/ataraksiya.html

Kaynaklar:

Yıldırım, Ömer. Hedonizm (Hazcılık) Nedir, Ne Demektir? Erişim tarihi: 22.10.2017, http://www.felsefe.gen.tr/felsefe_akimlari/hedonizm_hazcilik_nedir_ne_demektir.asp
Psiko.gen.tr (05.04.2016). Ataraksiya. Erişim tarihi: 22.10.2017, https://www.psiko.gen.tr/ataraksiya.html

Yazar: Seval Dönmez

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Seval Dönmez

1989'da Ankara'da doğdum. Hacettepe ve ODTÜ’de Psikoloji alanında eğitim aldım. Yol arkadaşım Çikilop'um (tekirim) ile zaman geçirmeyi, piyano müzikleri dinlemeyi, yazmayı seviyorum. Hayatı, konuşmalarımızı ve olan bitenleri şuna benzetiyorum: "İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım." (Halil Cibran)