Günümüz Amerika’sının Nazizm’in kıyısında olduğunu söylemek, felaket tellalı gibi hissettiriyor. Evet, beyaz ırkçılık Beyaz Saray’da yaşıyor. Evet, Başkan otoriterlik eğiliminde. Evet, alternatif sağ oldukça çirkin sözler sarf ediyor. Ancak birçok Amerikalının çektiği ekonomik sıkıntılar için, demokrasinin temellerini yiyip bitirecek bir Büyük Buhran’dan bahsedemeyiz. Sokaklarda insanları öldüren paramiliter kuvvetler yok. Faşizm ve Nazizm, ABD’ye daha ulaşmadı.
Fakat ABD için Nazizm’in ne anlama geldiği hakkında rahatsız edici soruları gündeme getiren, ayrıca Amerika ve Naziler üzerine bugün neler olup bittiğini üzerine söylenecek farklı ve ders verici bir hikaye var.
Gözümüzde bir modern Amerikan Nazi’si canlandırırsak, çok uzaklardan ithal edilmiş yabancı bir inanç sistemi fanatiği olarak görürüz, toplama kamplarındaki tutsakları ve İyi Savaş (The Good War / II. Dünya savaşı) adına savaşan Amerikan askerlerini resmetmemiz de mümkündür. Ancak geçmiş, bundan daha karmaşık. Nazizm, bazı yönleriyle Amerikan modeline göre tasarlanmış bir hareketti: Özgürlük ve eşitliğin vicdan azabı hissetmeyen müsrif çocuğu.
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Amerika, ülkenin tarihsel olarak beyaz karakterini, geniş bir siyasi fikir birliğinde uzlaşarak korumayı yeğlediğinden, ırk temelli yasalar üretmede dünya sıralamasında öndeydi. O kadar ki beyaz ırkçılığı kodlamıştı. Yahudilere, İtalyanlara, Asyalılara ve diğerlerine kapılarını sımsıkı kapatarak; Kuzey Avrupa’dan gelen göçmenlerin üstünlüğünü güvence altına almak üzere tasarlanmış göçmenlik yasası dahi Kongre’den geçmişti. Nazi yorumcularının da onayladığı bu yasa, “istenmeyenleri” dışarıda bırakmayı amaçlamaktaydı. (Başsavcı Jeff Session, Beyaz Saray Baş Strateji Uzmanı Steve Bannon ile 2015 yılında yaptıkları bir röportajda, bu politikanın “Amerika adına iyi” olduğunu söylemişti) Jim Crow ayrımı zaten Güney bölgesini tamamen kaplamıştı. Kırk sekiz eyaletin otuzunda, sadece beyazlarla siyahiler arasında değil, aynı zamanda beyazlar ve Asyalılar arasındaki evlilikleri de yasaklayan ırksal karışım karşıtı yasal düzenlemeler vardı ve yasa ihlalcileri ağır cezai yükümlülüklerle tehdit ediliyorlardı. Maryland’de on yıl hapis cezasına çarptırılanlar oldu. Yasa, siyahileri, Filipinlileri, Porta Rikoluları, Asyalıları ve Amerika yerlilerini ikinci sınıf vatandaş haline getirmişti. Özellikle bu, beyaz olmayan Amerikalıları, oy kullanma hakkından mahrum etmişti.
Avrupalı ırkçılar da tabi unutulmadı. Onların arasındaki bir kişi de Adolf Hitler’di. Kavgam (Mein Kampf) kitabında Hitler, Amerika’yı, Almanya’nın istediği düzeni yaratacak “tek devlet” olarak gösterir. 1935’te, Nazilerin yeni toplumlar inşa ederken temel rehberi olan Nasyonal Sosyalistlerin Hukuk ve Mevzuat El Kitabını, (National Socialist Handbook on Law and Legislation) bir ırk devletinin ihtiyacı olan “temel olarak tanınmasını” ABD’nin sağladığını beyan etmişti.
Kanunların ötesinde Naziler ayrıca Amerika’nın Batıyı işgal etmesine de hayranlık duyuyordu. 1928 yılında Hitler’in, kıtasal imparatorluklarını kurarken “milyonlarca Kızılderili’yi vurup birkaç yüz bine indirmesinden” dolayı Amerikalıları övdüğü biliniyor. Ayrıca Amerika’nın, I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada en egemen güç olarak ortaya çıktığını kabul ediyordu. Hitler’e göre, Amerika’yı en büyük yapan şey ırkçılığıydı. Pek çok Amerikalı da aynı fikirde görünüyordu.
Elbette Amerika’da ırkçılıktan daha fazlası vardı. Naziler, bir yandan da Amerika’nın eşitlikçi ve demokratik geleneklerini aşağılıyorlardı. Birçoğu ırk karışımı sonunda Amerika’nın düşüşe mahkûm olacağına inanıyordu ve ayrıca Amerika yasalarının arasında görünen en tehlikeli ırkçılık olan Yahudiliğin hala hedef gösterilmemiş olmasını oldukça üzücü buluyorlardı.
Bununla beraber ırkçı Amerika yasaları, bu yasal düzenlemeyi gözeten herkes için bir model oluşturuyordu. Hitler Reich’in şansölyesi olduktan ve Nazilerin 1933 yılında iktidarı ele geçirmesinden sonra Nazi avukatları, Amerika örneği üzerinde dikkatlice çalışıp 20. yüzyılın en aşağılayıcı ırkçı yasası olan Nuremberg Yasalarını hazırladılar. Bu yasalar, ABD’nin liderliğinde yürüdü. Yabancılarla evlenmeyi yasa dışı hale getirerek Yahudileri ikinci sınıf vatandaşlığa indirgediler. Amaçları, Almanya’yı öylesine korkunç hale getirmekti, bu Yahudilerin hepsini kaçıracaktı.
1930 başlarında Nazizm’in aldığı biçim şöyleydi: Almanya’nın “Aryanları” ülkelerinde baskın oldukları bölgeleri geri alabilsinler diye yabancıların dışlanması ve sürülmesi üzerine bir plan. Hitler ve takipçileri henüz Nihai Çözümü tasarlamamıştı. Daha farklı bir şey planlıyorlardı; Avrupa’daki Aşırı Sağ ve Amerika’daki alternatif sağın bugün umduğu şeylere daha yakın bir şey: Nazi Partisi, Almanya’da yaşamanın avantajlarının sadece Almanlara ayrılması gerektiği önerisi üzerinde duruyordu.
Seksen yıl sonra, Amerika’nın beyaz ırkçılık köklerine geri dönme önerisine bağlı bir Amerikan siyasi hareket bir kez daha ortaya çıktı. Yahudilerin aleyhinde bir seri rahatsızlık verici olaylara ve Beyaz Saray’ın, Yahudilerin dâhil edilmediği bir Soykırım (Holokost) Anma Günü kararına bile tanık olduk. Eski Jim Crow eyaletinin çoğunda, seçim sandıklarına erişimi kısıtlayan yeni yasalar bulunuyor ki bu yasalar açıkça siyahi nüfusu hedef alıyor: Utanç verici Amerikan geçmişinin utanç verici yansıması. Yürürlüğe konulan yasaklar, sanki tekrardan bazı sözde göçmenleri “istenilmeyenler” olarak görecek.
Neyse ki 1930’lardan halen oldukça uzağız. Ve ne mutlu ki en kötüsü hiç olmadı: 1930’ların Almanya’sıyla olan tüm benzerliklere ve hatta onun öğreticiliğine rağmen, ABD, otoriterliğe maruz kalmadı ve 1940’ların Almanya’sına dönüşmedi. Amerika, izlediği yolu düzeltti. Ve buna yardımcı kurumları –mahkemeleri, sivil haklar adına altyapısı, etkin demokrasisi– bozulmadan bıraktılar.
Yine de Washington’da, bizi orada olanlara döndürmek isteyen, yeterince rahatsız edici güçlü figürler var. Şu an geçmişi hatırlamamız ve tetikte kalmamız gereken bir zaman. Hepimiz, 1930’lar Avrupa’sında bir ülkenin, sözde yabancı olan bir ırktan kurtulmak için çılgına döndüğünü gayet iyi biliyoruz. Ancak tehlikeleri veya çözümleri görmek için Atlantik’in öbür yakasına bakmamız gerekmiyor.
©® Düşünbil Dergisi 2020
Yazar: James Whitman
Çeviri: Şeyma Gül
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: time.com