Araştırmalara göre üzgün olduğumuz için değil, üzgün olmayı atlatmak için ağlarız.
İlk olarak, duygusal ağlama insanlara özel bir olay değildir. Eğer çok küçük bir kedi yavrusunu ele alırsak, bir insan bebeğiyle aynı türde gürültülü mutsuzluk sesini çıkarır. Başka hayvanlar feryat eder, sızlanır ya da inler ve bunların kaynakları bizim ağlamamıza sebep olan duygularla aynıdır. Tek fark, hayvanların bunu kuru gözle yapmalarıdır.
Bebeklerin ilk ağlamaları diğer hayvanların ağlamalarına benzer, yani ayrılma ve sıkıntının içgüdüsel bir göstergesidir. Hatta, anensefali (beynin yarım yuvarları olmama durumu) doğan bebekler bile ağlayabilir.
Dört çesit gözyaşı vardır:
1) Devamlı ya da bazal gözyaşları üç seviyeye sahiptir: göze yapışan, içerik yönünden zengin mukus; sulu bir orta katman ve antioksidan vitamin, mineral ile asit yönünden zengin yağ katmanı. Bunlar devamlılık ve koruma için devamlı üretilir.
2) Refleks gözyaşları, mikroorganizmaları hedef almak için antikorlar, immunoglobulinler ve lizozimler içerir. Göz, burun veya yüzde bulunan sinir uçlarının ışık, rüzgar, yabancı maddeler ya da irite edici gaz/sıvılarla teması sonucu üretilir. Normal gözyaşı değildir, biyolojik olarak farklıdır.
3) Bir alerji ya da kimyasal aracılıkla oluşmuş, indüklenmiş gözyaşları.
4) İnsanlara özel duygusal (psikojenik) gözyaşları.
İnsan bebekleri üç ayları dolmadan duygusal gözyaşı dökmezler. Bu, 3-6 ay aralığında başlar. Aynı zamanda bu aralık, bebeklerin farklı yüzleri tanıdıkları, cevap verdikleri ve tepki gösterdikleri (yani sosyal olmaya başladıkları) aralıktır. Gözyaşlarının bir işlevinin de iletişim kurma hatta çevredeki insanları kimyasal olarak manipüle etme olduğuna dair kanıtlar bulunmakta.
Bu nemli yetenek, büyük ihtimalle türümüzün geçirdiği bir genetik mutasyonun sonucu. Öyle görünüyor ki, beynin duyguyla ilgili bölgeleri (frontal lob, bazal ganglia, talamus ve hipotalamus) refleks gözyaşlarının kullandığı duyusal devrelerle karışmış ve onlarla rüzgar ya da toz değil de duygular yoluyla etkileşime geçmiş.
İnsan gözyaşları, gözle bağlantılı tüplerin tepesinde bulunan, ahududu şeklindeki lakrimal bezde şekillenir. Küçük ampüller sıkışarak gözyaşlarını iter. Tüm sistem Oculist’e göre inanılmaz karışıktır:
“Lakrimal bez iki farklı işlem sonuçu protein salgılar. Kurucu salgılama adlı ilk işlemde proteinler endoplazmik retikulumda sentezlenir, golgi aygıtçığında modifiye edilir ve salgı vesiküllerine aktarılır. Bu vesiküller hemen apikal zar ile kaynaşır. Vesiküller muhafaza edilmez, böylece kurucu salgılama protein sentezi seviyesinde düzenlenir. Kurucu proteinlere örnek olarak SlgA verilebilir. İkinci salgılama düzenlenmiş protein salgılamasıdır. Bu tipte, proteinler endoplazmik retikulumda sentezlenir, golgi aygıtçığında modifiye edilir ve salgı vesiküllerine paketlenir. Vesiküller ilgili uyarıcılar algılanana kadar muhafaza edilir ve ancak o zamanda apikal zarla kaynaşır.”
Tüm sistem bizim bilinçli kontrolümüz dışında kalır. Aynı titreyen çene ve gözyaşları bir trafik kazasından kaçmaya çalışırken bulunamazken, işyerinde bir karşılaşmada istemsiz belirebilir. İstemli ağlamayı öğrenen aktörler bile, göz ve yüzlerine komut vermektense duygusal anlar hayal ederler. Bu hem psikojenik göz yaşarmasını incelemek isteyen biliminsanları hem de cenazelerde gözlerini kuru halde bulan bizler için sorun yaratır.
Suçlu, kalp atışı, nefes alıp verme gibi şeyleri kontrol eden, beden ve zihni bulanık bir şekilde birbirine bağlayan otonom sinir sistemidir. Otonom sinir sistemi bazı şeyleri hızlandırabilir (sempatik sistem) ya da kriz geçtiğinde yavaşlatabilir (parasempatik sistem). Bunların lakrimal sistemle bağlantıları verilen diyagramda gösterilmiştir.
Eğer üzgün olduğumuz için ağlıyorsak, korktuğumuz için koşuyorsak örneğindeki gibi, sempatik sistemin işin içinde olması gerekirdi, ancak değil. Bir kişinin sempatik sistemi felç geçirdiğinde o kişi daha fazla ağlar. Diğer yandan, parasempatik sistem zedelendiğinde daha az ağlanır. Hatırlayın, parasempatik sistem şeyleri yavaşlatır.
Ad Vingerhoets’in kitabı “Neden Sadece İnsanlar Ağlar: Gözyaşlarının Sırlarının Açıklanması”’na göre, çoğu deney hayvanların neden acı/ayrılma sebebiyle ağladıklarına odaklansa da Japonya’da 2008’de gerçekleştirilen bir tanesinin spesifik olarak insan ağlamasına ve beyine odaklanır. Araştırmacılar, deneye tabi tutulanlar duygusal bir film izlerken, onların beynindeki orta korteks hareketliliğini inceledi.
Bu incelemeyle öznelerin üç farklı aşamadan geçtikleri belirlendi : gözyaşı öncesi, gözyaşı tetikleyici ve ağlama. Katılımcılar film yüzünden duygulandıklarında bir aktivite artışı yaşandı ve ağlamaya başladıklarında keskin bir yükseliş görüldü. Araştırmacılar bunun beyin sempatik sistemden parasempatik sisteme geçiş olup olmadığını merak ettiler. İnsan ağlamasını inceleyen deneyler yetersiz olsa da, verilen diyagramda duygusal sıkıntı sonucu ağlarken hangi beyin parçalarının öne çıktığı veriliyor.
Asetilkolin ve nöradrenalin gibi sinirleri harekete geçiren nörokimyasallara ek olarak, ağlamanın düzenlenmesinde görevli olabilecek başka nörokimyasallar da mevcut.
* Serotonin: Tek bir SSRI dozu (Prozac gibi) hem depresif hem de hamile kadınlarda ağlamayı azaltabilir. Serotoninin gözyaşı eşiğini etkilediği düşünülüyor. Ayrıca, duygusal gözyaşlarında da serotonin bulunur.
* Doğal opioidler (eski adlarıyla endorfinler), başta genç hayvanlardaki ayrılm ağlayışı olmak üzere, ağlayışları azaltır. Naltrexone, opioidleri bloke eder ve ağlamayı arttırır.
* Prolaktinin, meme sütü başta olmak üzere 300 farklı işlevi bulunur ve hipofiz bezinden salgılanır. Lakrimal bezlerde bu hormon için reseptörler bulunur. Aynı zamanda duygusal gözyaşlarında da bulunur.
* Duygusal gözyaşları ve duygusal terlemeyi tetikleyen adrenokortikotropin stresin en çok bilinen göstergelerinden biridir. Prolaktin gibi gözyaşlarında bolca bulunur.
Yazar: Özgür Aydın
Bu yazı Evrimsel Antropoloji’nin internet sitesinden alınmıştır.