Geçenlerde birisi bana hayattan gerçek beklentimi sordu.
“Mutlu olmak,” dedim.
Ancak bu laflar ağzımdan çıktığı anda, katakulli yapıyormuşum gibi hissettim. Bu nasıl zırva bir cevap vermemezlikti? Herhalde herkes mutlu olmak ister, ama nasıl olunacağını biliyor muyuz? Veya niçin?
Ne açıdan bakılırsa bakılsın, 21. yüzyıl modern toplumu kendini, önceliği mutluluk olan bir saplantıya kaptırmış görünmektedir. Bunu hayatımızın her tarafında görebiliyoruz; işten sağlığa, edebiyata, sanata. Mutluluğumuzun devamlılığını sağlamak için bir dizi doktor, psikiyatr, İK müdürü ve kişisel gelişim “uzmanı” her daim hazırda beklemektedir. Saadet yolunda yaptığımız herhangi bir sapmayı düzeltmek için her çeşit ilaç, danışmanlık, tatil ve motive edici yazı reçetesi yazarlar.
Mutluluk mandası, kültürümüze ondan kaçamayacağımız yollardan sızmıştır. Peki ama, niçin? Niçin mutlu olmaya bu kadar saplantılıyız ve bu saplantımız aslında zararlı olabilir mi?
Ne yeni ne de liberal
Zorunlu mutluluğun kökeni neoliberalizm olarak bilinen sosyo-ekonomik ideolojide yatmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, neoliberalizm, ekonominin devlet kısıtlamalarından arındığı, insanların serbest piyasa üzerinde arz ve talebe göre diledikleri gibi alım ve satım yapabilme özgürlüklerini öngören bir fikirdir. Daha da basite indirgemek gerekirse, kapitalizmin, kurallardan nefret eden ve sadece özgür olmak isteyen genç ve asi bir kuzeni olarak hayal edilebilir.
Neoliberal ekonomide her şey paraya çevrilebilir. Tüketicilerin içkiye mi, giyime mi, yiyeceğe mi ve hatta (Singapur’da legal olan) sekse mi ödeme yaptığına bakmaksızın, neoliberal ekonominin dayalı olduğu tek bir ürün tipi vardır: mutluluk, veya her bireyin kişisel mutluluk fikri. “Sizi mutlu ediyorsa satın alabilirsiniz,” der neoliberal. Sizi neyin mutlu ettiğini bilmiyor musunuz? Endişelenmeyin, bırakın reklamlar size söylesin.
Tabii ki dünyada hiçbir devlet neoliberal modeli tam anlamıyla uyarlayabilmiş değildir. Ancak bireysel özgürlük ve serbest piyasa tüketiciliği prensipleri dünyadaki bütün kapitalist ülkelerde mevcut, hatta hala komünist rolü oynayan *öhö* Çin’de *öhö* bile.
Neoliberalizm, ekonomiyi oluşturan insanlara mutluluğu yaydıkça, var oluşunu mutluluğa dayandırmaktadır. Mutlu insanların daha fazla para harcadığı iktisatta bilinen bir gerçektir. Lokantalara, kulüplere, lunaparklara ve alışveriş merkezlerine daha fazla gitmekle beraber, daha yüksek oranda para da harcarlar. “Sıkı çalış, sıkı eğlen” sözü, neoliberal ekonominin, toplumumuzu sürdüren yayılmış mutluluğun çarklarının dönmesi için daha fazla para kazanmayı ve daha fazla harcamayı benimsemiş deyişidir.
Peki bütün bunlar yanlış mı? Bilemiyorum. Bu belki de toplumumuzun olması gereken halidir. Belki de, sadece, sahip olduğumuz nimetlere karşı hissizleşene dek, üzerinden düşene kadar sürekli memnuniyetsiz kalacağımız sonsuz bir mutluluk koşu bandında aşırı tüketimde bulunuyoruzdur. Size bunun nasıl olduğunu söyleyebilirim, ancak nasıl olması gerektiğini söyleyemem.
Duyguların eşitliği
İnsan duyguları J.K. Rowling karakterleri gibi olsaydı, mutluluk Harry Potter’a karşılık gelirdi. Bütün dünyanın bu çocuğun etrafında dönüyor olması sinir bozucu.
Mutluluğu sürekli yüceltiyor, yelpazedeki diğer duyguları ise düzeltilmesi gereken “bozukluklar” olarak adlandırarak yeriyoruz.
Mustafa hep mutsuz mu? Demek ki depresyonda.
Ebru en ufak şeyde bile hemen sinirleniyor mu? Demek ki öfke yönetimini bilmiyor.
Mert bir şeyden ölümüne korkuyor mu? Demek ki bir fobisi var.
Peki ya her zaman güler yüzlü ve mutlu olan Merve? Eh, onun sadece gerçekten çok eğlenceli ve şen şakrak bir kişiliği var. Çok sevimli öyle değil mi?
Duyguların bir şekilde mantıksal muhakemeyle çeliştiğine dair yaygın bir yanlış anlaşılma bulunmaktadır; veya bazılarının kavramsallaştırdığı şekliyle: kalp ve zihnin savaşı. Bu pek de yanlış değil. Günümüz bilim insanlarına göre duygular, beynimizin mantıklı düşünmesini düzenleyen ve kolaylaştıran araçlardır. Sadece mutluluğun değil, her duygunun önemli bir rolü vardır. Eğer öyle olmasaydı, beynimiz daha en baştan bu duyguların gelişmesine elvermezdi!
Mutluluk, “Bu senin için iyi bir şey, böyle yapmaya devam et,” diyen bir çeşit olumlu geri bildirim mekanizmasıdır.
Öfke, adaletsizliği ve haksızlığı daha iyi algılamamızı ve aynı şekilde karşılık vermemizi sağlar. Tıpkı “Şu adam keçimi çalıp çiftliğimi yakmaya çalıştı. Bu yaptığı yanına kâr kalmamalı,” örneğinde olduğu gibi.
Mutluluğun zıttı olan üzüntü ise “Bu kötü bir şey. Bunun bir daha olmasına izin verme,” diyen olumsuz bir geri bildirim mekanizmasıdır.
Korku ise hayatta kalmamıza yardımcı olur: “Sakın o zehirli yılanı tombul sosis parmaklarınla dürtmeye kalkışma, seni aptal soytarı.”
Beni yanlış anlamayın, depresyon veya bunaltı gibi durumları övmüyor veya değersizleştirmiyorum. Bunlar kesinlikle çözüm gerektiren problemler, ancak mutluluğu bütün duyguların üstünde tutarken, bu problemlerin altında yatan duyguları şeytanlaştırıp reddetmek de eşit derecede tehlikelidir.
Normalde huzursuz veya sinirli insanlara ne öneride bulunuruz? Deriz ki, “biraz neşelen canım”, “rahat ol”, “olumlu yaklaş”. Birinin hislerini görmezden gelip sadece “mutlu ol” demek çok kötü bir öneri olur. Bu, mutluluğun kafada yaşandığı düşüncesini desteklemekle beraber, bu durumun başkalarının elini eteğini çekebileceği kişisel bir sorumluluk olduğu anlamına da gelir.
Kişisel iç mutluluğa olan genel saplantımız, makul üzüntüleri görmezden gelmeye, suistimale müsaade etmeye, ve tolere edilemeyecek birtakım haksızlıkları hoş görmeye neden olabilir.
Her duygunun modası geçer
Neoliberal-kapitalist toplumumuzun her yanını sarmış olsa da, mutluluğa dair takıntılı isteğimiz, paradoksal biçimde belki de bizi gerçekten mutlu olmaktan alıkoyuyordur. Aşırı pahalı çantalar ve arabalar alıp mutluymuş rolü yaparken, mutlu olmak için ekonomiye hizmet eden suretleri kovalıyor oluyoruz. Görmezden gelinen zorluklara rağmen zorunlu mutluluğu ararken, kendimizi depresyona doğru inen bir sarmala yerleştiriyor ve tekrar tekrar yetersiz kalışımızı gözlemliyoruz. Kendimize “Niçin maaşıma zam almak için yeterli değilim?” veya “Suzan o Louis Vuitton çantayı alabilirken ben niçin alamıyorum?” diye soruyoruz.
Belki de daha sağlıklı bir ruh hali için bütün duygularımızı benimseyerek daha çetin bir uyum anlayışı ve iç barış inşa etmek gereklidir. Burada kim isek o olduğumuz için gerçekten mutlu olabiliriz, çünkü mutluluk arayışı ancak kendisine eşlik eden hislerle dengelenip onlara dayandırıldığında sağlıklı olabilir.
Veyahut belki de neoliberaller en başından beri haklıdır, ve mutluluğun koşu bandında yaptığımız bitmek bilmez koşu gerçekten hayatın anlamıdır. Peki ya siz ne düşünüyorsunuz?
Yazar: Ivan How
Çeviren: Toygar Akın
Kaynak: Milennials of SG
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.