Adam Bear, What Neuroscience Says about Free Will (Sinirbilim Özgür İrade için Ne Diyor?) başlıklı makalesine, çalar saatin erteleme düğmesine basmak ya da dolaptan bir gömlek seçmek gibi birkaç durumdan söz ederek başlıyor. Bu durumlar ile ilgili bir iddia ile devam ediyor ve soruyor:
“Bu durumların her birinde, vücudunu belirli bir amaç için bilinçli olarak yönlendiren özgür failler olarak düşünürüz kendimizi. Peki, bu deneyimlerin asıl kaynağı ile ilgili bilim ne söylüyor?”
Bu kötü bir başlangıç. Özgür failler olduğumuzun farkında olmak ile deneyim elde etmek aynı şey değildir. Size özgür olduğunuzu söyleyen özel bir his, “özgürlük kaşıntısı” diye bir şey yoktur. Daha ziyade, özgür hareket ettiğinizin farkında olmanızın birçok anlamından biri şunu bilmektir: Aynı koşullar altında farklı bir şey yapmayı tercih etseydiniz onu yapardınız. Bunun birçok durumda doğru olduğunu açıkça biliriz; yani birçok durumda özgür bir şekilde hareket ettiğimizin farkındayızdır. İşin içinde deneyim yoktur. O halde, bu noktaya kadar Bear’ın makalesinde bilimin yanıt vermesi gereken bir soru da yok.
Bear devamında, öne sürdüğü deneyim ile ilgili şunları yazıyor:
“…ikisi de psikolog olan Dan Wegner ve Thalia Wheatley, devrim niteliğinde bir öneri sundular: Bir eyleme isteyerek niyet etme deneyiminin, genellikle düşüncelerimizin bazı davranışlara neden olduğuna dair sonradan yapılan sebep mahiyetinde bir çıkarımdan başka bir şey olmadığını öne sürdüler.”
Bu, devrim niteliğinde bir öneri getirmekten çok, daha fazla kafa karışıklığına neden oluyor. “Bir eyleme isteyerek niyet etme” ne anlama geliyor? Bir eyleme istemeyerek niyet etmek ile çelişiyor mu? Peki, bu ne demek olabilir? İstemeyerek yaptığımız bazı şeylerin aksine bazılarını isteyerek yaptığımızı söyleyebiliriz. Örneğin çiviye istemeyerek basmıştım; orada olduğunu görmemiştim bile ya da kapıyı istemeyerek açık bırakmıştım; onu düşünmüyordum bile. Bir şeyi isteyerek yapmak demek, onu bir amaca yönelik olarak yapmaktır.
Anlaşılabileceği üzere, Wegner ve Wheatley’in deneyim ile ilgili sözleri buraya uygun düşmüyor; bir amaç uğruna bir şey yapmanın özel bir deneyim ile alakası yoktur. Ayrıca olay sonrası yapılan veya başka türden bir çıkarım da gerekmez; yaptıklarımızı ne amaçla yaptığımızı genellikle söyleyebiliriz ki isteyerek yaptığımızın farkında olmak için bu yeterlidir. Wegner ve Wheatley, bu basit şeylerden bahsetmek yerine kısmen anlamsız, kısmen de alakasız bir şekilde “bir eyleme isteyerek niyet etme deneyimi” diyor ve sonra da başka ifadelerle muğlâklık yaratıyorlar. Ve -yine- buraya kadar, bilimin açıklayabileceği hiçbir şey yok.
Baştaki bu karmaşık ve teorik düşüncelerden sonra Bear, Paul Bloom ile yaptığı birtakım deneysel çalışmaları incelemeye geçiyor. İddia ettiğine göre, bu deneysel çalışmaların, gönüllü veya isteyerek yaptığımız eylemlerimizin değerlendirilmesi ile ilgili esaslı sonuçları olabilir. Yani Bear’ın teorisinde bir miktar kavramsal karışıklık olsa da yaptıkları deneysel çalışma yine de bilinçsiz zihnin çalışması ile ilgili hipotezini desteklemiyor mu, ne dersiniz? Şimdi açıklayacağım üzere desteklemiyor.
Bear ve Bloom, katılımcılara bir bilgisayar ekranında rastgele konumlarda görünen beş beyaz çember göstermişler ve beş çemberden biri kırmızı renge dönmeden önce birini seçmelerini istemişler. Bu durumda bir çember seçmek sanırım çemberlerden birine odaklanmak demek oluyor. Bakışlarımız çemberler üzerinde gezinirken her nedense birinde duruveriyor.
Bear ve Bloom’un belirttiğine göre bir çemberin özellikle hızlı bir şekilde kırmızıya döndüğü zamanlarda katılımcılar yüzde 30’dan yüksek bir oranda kırmızıya dönen çemberi seçtiklerini söylemişler. Ancak kırmızıya dönecek olan çember rastgele bir şekilde belirlendiği için katılımcıların %20 oranında bir rastlantı bildirmesi gerekirdi.
Bu sonuçlara bakarak yapabileceğim en iyi çıkarıma göre şöyle bir şey olmuştur: Katılımcının bakışları iki çember arasında gidip gelirken, diyelim ki, birinin kırmızıya dönmesi katılımcının dikkatinin kırmızıya dönen çember üzerinde toplanmasına yardım etmiştir. Ayrıca bu özel deneylerdeki zaman aralıkları çok kısa olduğundan katılımcılar çoğunlukla olayların hangi sırayla olduğunu, yani önce çemberin mi kırmızıya döndüğünü, yoksa bakışlarının mı sabitlendiğini anlayamamışlardır.
Bear, deneydeki çok kısa zaman aralıkları nedeniyle bazı şeyleri karıştırabilme ihtimalimizden söz etse de bu mütevazı bulgudan daha önemli sonuçlar çıkarmayı tercih ediyor. “Bu bulgulara göre,” diye yazıyor “seçimlerimizi nasıl yaptığımız konusunda sistematik olarak yanlış yönlendiriliyor olabiliriz.” Bulgulardan nasıl böyle bir sonuç çıkarılabildiğini anlayamadım. Ortada hiçbir neden yokken beş çemberden birine odaklanmak ile, örneğin, bir dükkânda hangisini almak istediğimize karar vermek için farklı ürünlerin fiyatlarını karşılaştırmak arasında nasıl bir ilişki var? Bear “daha spekülatif bir olasılık olarak… zihinlerimiz seçim algımızı çarpıtacak şekilde tasarlanmıştır” diyerek zorlamaya devam ediyor ve bu varsayıma göre tasarlanmış çarpıtmanın amacının “özgür irade inancı ve dolayısıyla motive edici cezalandırmaya olan inancı yaratmak” olduğunu belirtiyor.
Bunun saçma olduğunu düşünüyorum. Küçük bir zaman aralığında olan birtakım olayların sırası hakkında yanlış hükme varmak, cezalandırma güdüleri ile ilgili bu spekülasyonlar için kesinlikle temel oluşturmuyor. Hepimizin sıkça gözlemlemiş olduğu bir durum olan, bir kimseyi cezalandırdığınızda, o kişi ve başkalarınca yapılan yanlış eylemin bir daha yapılması ihtimalinin daha düşük olması, daha yerinde bir tespit olarak görünüyor.
Kanımca Bear ve Bloom’un araştırması, kavram karışıklığını az miktarda deney sonucuna dayanan temelsiz genellemelerle birleştiren bir dizi bilişsel bilim çalışmasını bir araya getiriyor. Bugüne kadar bilişsel psikoloji ve sinirbilim sayesinde çok şey öğrenmiş olabiliriz fakat bu bilim dallarının özgür irade konusunda oluşturdukları literatür bunun dışında kalıyor. Bear’ın ileri sürdüğünün aksine, bu “sayısı gittikçe artan çalışmalar”, “kendi edimimiz ve bilinçli deneyimimiz ile ilgili en sarsılmaz görünen inançlarımız[ın] bile tamamen yanlış” olabileceğini göstermiyor. Daha ziyade, kavram karışıklıkları ve aşırı genellemelerin, kendine fazla güvenen bilim insanlarını yanıltabileceğini gösteriyor.
Yazar: Hanoch Ben-Yami
Çeviri: Burçin İçdem
Kaynak: Scientific American