Konuşma dilinde ruh-hissiyat (soul) kelimesi her yerde karşımıza çıkar. Bu kelimeyi bir çok yerde kullanırız; ruhsuz bir şirket deriz veya bir sporcuyu tarif ederken takımın ‘kalbi ve ruhu’ deriz. Hisli müzik bizi içine alır. Sevgilimizi bedeni ve ruhu ile isteriz. Her durumda ‘hissiyat’ derin duyguları ve temel değerleri ifade eder. Nörobilimle uğraşan Antonio Damasio çığır açan kitabı Descartes’ın Yanılgısı’nda (1994) şöyle açıklamaktadır: “İnsanların duygularının temelini oluşturan ruh veya tin binlerce yıldır tarif ediliyor.”
Günümüzde yapılan çalışmalar insan olmayan varlıkların da hisleri olduğunu gösterir. Filler kederli bir durumu hissederken, yunuslar ve balinalar sevinçlerini ifade eder ve bunun gibi bir çok örnek vardır. Papağanlar huysuz olabilir, domuzlar ve inekler dehşete düşer, tavuklar üzülebilir ve maymunlar utanabilir. Bir deney örneğinde fareler, diğer fareler üzerinde yapılan deneyleri gördüğü zaman rahatsız olmuşlardır. Tuzaktaki laboratuvar arkadaşına bir parça çikolata verildiğinde, arkadaşı çikolatayı yemeden onları kafeslerinden kurtarmışlardır. Ayrıca farelerin gıdıklanmaktan hoşlandıklarına dair kanıtlar da vardır.
Bunların hiçbiri bir hayvan sahibine ya da hayvanları herhangi bir süre için gözlemleyen bir kişi için sürpriz olmayacaktır. Bilim insanı Charles Darwin, İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi (1872) kitabında şu sonuçlara ulaşır: İnsan ve diğer türlerin hissetme kapasitesi ve duygularını ifadedeki farklıklar, bir tür farklılığından ziyade derecesel bir faklılıktır. Kısaca, bireysel olarak hayvanların kişilikleri vardır, sadece yaşamazlar; yaşamları da vardır.
Hatta birileri, hayvanların insanlardan daha fazla duygularına vakıf olduğunu iddia edebilir. Çünkü onlar, bilincin temel formuna sahiptirler. Onlar kendileri ve çevrelerinin farkındadırlar, sadece yükleri insan bilincindeki kompleks yapılardan daha azdır. Tabiri caizse kemiğe yakın yaşarlar. When Elephants Weep (Filler Ağladığında, 1995) kitabının yazarı Jeffrey Masson, hayvanların duygularını ‘sulandırılmamış saflık ve berraklık’ diye belirtirken, insanların duygularını ‘görünüşteki donukluk ve erişilememe’ diye karşılaştırır. Dahası, biz insanlar tam olarak hayvanlar aleminde bulunan duyguların hepsini yaşamıyor olabiliriz. İnsan bilimleri etolojisti Jonathan Balcombe’ın belirttiği gibi: “Farklı yaşam koşulları ve duyusal yetenekleri ışığında, diğer türler bizim yaşamadığımız duygusal deneyimleri yaşıyor olabilir.”
Hissiyat canlı olmanın esasıdır, yani bir organizmanın hissetme kapasitesidir. Eğer insanların ruhları varsa, bilinçli olmaktan daha çok hissiyatlı olmalıdırlar. Biz akıldan ziyade daha çok tutkular tarafından motive ediliriz; bizi kontrol eden hislerimizdir. Psikanalist Alexander Lowen, Pleasure: A Creative Approach to Life (1970) kitabında bu bağlantıları medite eder ve şunu önerir: “Bir insanın ruhu vücudundadır, kişi vücudu ile doğanın ve yaşamın parçası olur. Eğer vücutlarımızla tanımlansaydık, ruhlarımız da var; bütün canlılarla birlikte vücutlarımız vasıtasıyla tanımlanırız. Hayattta kaldığımız sürece diğer canlılara ve doğaya bağlıyız. Biz tek kelime ile canlandırılmışız (ruh verilmişiz).”
İnsan olmayan hayvanlar arasında olağanüstü ruhluluk örnekleri vardır. Etolojist Adriaan Kortlandt’ın Kongo’da gözlemlediği vahşi bir şempanze; akşam yemeğinden vazgeçip, 15 dakika boyunca değişen renkleri izleyerek günbatımını gözler. Başka bir yerde, aynı aile veya gruba mensup Afrika filleri belirli bir ayrılıktan sonra bir araya gelirken birbirlerini selamlarlar, koro halinde yüksek sesle sesler çıkararak kulaklarını çırpıp kendi etraflarında dönerler.
İnternet sayesinde hayvanların gösterdiği şevkat örneklerini çokça görebiliyoruz; bir maymunu kurtaran kargadan, çitlerle çevrili bölgeye düşen üç yaşındaki çocuğu kurtaran gorile kadar… Özellikle çarpıcı bir olay 2005 yılında Kaliforniya kıyılarında meydana geldi; balıkçılar tarafından kullanılan naylon halatlara dolaşmış kambur balina bulundu. Frans de Waal, The Age of Empathy: Nature’s Lessons for a Kinder Society (2009)’de şunları anlatır: “Halatlar balinayı çekiştiriyor ve kesikler yaratıyordu. Balinayı serbest bırakmanın tek yolu dalmak ve halatları kesmekti.” Dalgıçlar bir saat uğraştı, özellikle kuyruk kısmı çok uğraştırdı. “En güzel kısım ise balinanın özgürlüğüne kavuştuğu anı hissetmesiydi. Ortamı terk etmek yerine oralarda takıldı. Koca hayvan dalgıçların her birine çok dikkatli yaklaşarak büyük bir daire içinde yüzüyordu. Bir tanesini burnu ile dürttü ve diğerine yaklaştı, her birine dokununcaya kadar yaptı bunu.”
Hayvanlar minnetlerini ifade ederler, oynarlar, doğayı seyrederler, diğer canlıları kurtarmaya çalışırlar, aile üyesi ya da yakın arkadaşlarını kaybettiklerinde kederli davranırlar ve bağımlılıklarını gösterirler. Böyle bir bağlılık maneviyatın köküdür; hissetme ve duygularını açığa çıkarma kapasitesidir.
Son olarak, ortak duygular ruhun en önemli özelliğidir. Türlerin ortak duygularının yeteneği arttıkça, hissiyatlarını daha çok sergileyebilecekleri söylenebilir. Bunları bu şekilde görebilmek, insanlığın bu oluşumun içinde yerini anlaması ve giderek küçülen, huzursuz ve kırılgan gezegenimizde diğer canlı varlıklarla ortak olarak bu mirası takdir etmek önemli bir adımdır.
Yazar: Michael Jawer
Çevirmen: Meltem Çetin Sever
Kaynak: Aeon