Yaklaşık 15-20 yıl önce, henüz bu yüzyılın başındayken, bilim tarihinin dönüm noktasını oluşturan karanlıkta kalmış kişilerin yaşam öykülerini yazmak geçici bir hevesti. Buradaki düşünce, seçkin bireyler üzerine çalışma yapmaktan ziyade sıradan araştırmacıların yaşamlarını anlamanın, bilimin nasıl işlediğiyle ilgili bizi daha fazla bilgilendirmesiydi. Darwin ve Newton ile ilgili yeterince çalışma vardı, artık devlet üniversitelerindeki belli bir düzeyde başarılı sayılan 19. yüzyıl zoologlarının hayatları üzerine çalışmanın zamanıydı. Bu tam olarak sosyal tarih için bir çağrı sayılmazdı —çünkü bu tür çalışmalar genellikle, görece elit bireylerin entelektüel başarılarından oluşan bu disiplinin geleneksel odağını koruyordu— bu daha çok gündelik olanı, büyük buluşlara olan ilgisiyle daha iyi bilinen bir alana dahil etme arzusunu yansıtıyordu.
İsimlerden açıkça bahsetmiyorsam, yalnızca iyi niyetli olanları koruma isteğimden değildi. Sonunda, bu projelerin yalnızca birkaçı yayımlandı. Bu çalışmalarla ilk karşılaşmam ise üniversitenin yayınevine henüz yeni alınmış genç bir editörken, bu çalışmaları art arda ama isteksizce reddederken oldu. Bilim tarihi üzerine doktorası yakın zamanda basılmış biri olarak şahsen ben, gözden kaçmış ve tümüyle ortalama olan bir kariyerin bilinmeyen yanlarını açığa vurucu potansiyelini haykırdıklarında, bu yazar olacak kişilere inandım. Ancak ne kadar denediysem de yazı işlerindeki mesai arkadaşlarımı, kimsenin henüz duymadığı bu insanlar üzerine yazılan kitaplardaki keşfedilmemiş piyasa potansiyeli konusunda ikna edemedim.
Yayınevindeki daha deneyimli meslektaşlarım şüphesiz piyasa hakkında yanılıyor olamazlardı. Yine de benim neslimin bilim tarihçileri, neler olmuş olabileceğini zaman zaman merak ettiler. Bu tarihçilerden biri olan Michael Gordin, Einstein Bohemya’da adlı etkileyici yeni kitabında, Albert Einstein’ın bir zamanlar sıradan bir fizikçi olduğu fikrini ciddiye almamızı istemekteydi. Kitap, dünyadaki en ünlü bilim insanının hayatında önemli hiçbir gelişmenin olmadığı 16 aylık bir döneme, inatçı ve ısrarcı bir biçimde odaklanmaktadır. Einstein bu 16 aylık süreyi Prag Alman Üniversitesinde [1] teorik fizik profesörü olarak geçirdi. Buraya, yerleşme niyetiyle gelmişti. Birkaç önemli arkadaş edindi, biraz oda müziği çaldı, statik teorisiyle uğraştı, bolca yürüyüş yaptı ve sonrasında oradan ayrıldı.
Gordin’e göre asıl konu, Einstein’ın Prag’da geçirdiği zamanın sıradanlığı idi. Einstein Bohemya’da, geçmiş ve şimdi ile uzay ve mekân arasındaki ilişkiyi yorumlamak için, perspektif ve uzay-zamana dair Einstein’ın fikirlerini kullanan bir biyografi olduğu kadar aynı zamanda tarihsel yöntem ve hafıza üzerine yazılmış bir dizi makaledir. Aynı zamanda bu kitap, fazlasıyla Prag ile de ilgiliydi. Biyografi, fizik, bilim felsefesi, edebiyat, Çek ve Alman nasyonalizmi, Yahudilik ve kamusal yapılar gibi konuları deşmek adına yazar, Einstein’ın Bohemya’daki ara döneminden geriye ve ileriye doğru bakarak hareketli bir çalışma sergilemektedir. Ne de olsa derin düşünme anlarından daha iyi keyif almak için en iyisi, büyük parçaların tadını çıkarmaktır.
Einstein, 1911 senesinde Prag Alman Üniversitesi’nden gelen teklifi kabul etti. Zürih’ten taşınması, onun ailesine ve entelektüel çalışmalarına zarar verebilirdi. Einstein’ın Brown Hareketi, fotoelektrik etkisi ve özel görelilik teorisi üzerine makaleler yazdığı annus mirabilis’in [muhteşem yıl] üzerinden 6 yıl geçmişti. 1907 yılında Einstein, özel görelilik teorisini birbirine göre sabit hızda hareket eden cisimlerden ivmelenen cisimlere kadar “genellemek” için, araştırma ajandası ortaya koyan bir değerlendirme makalesi yayımladı. Einstein’ın çalışmaları o andan sonra sekteye uğramıştı. Prag’da olsa bu kadar yol kat edemeyecekti —elbette o bunu bilmiyordu.
Gordin, şöyle bir soru soruyor: “Geçmişi geleceğin üzerinden ya da Einstein’ın kendi retrospektifinden okumasak ne olurdu?” Tarihçiler, bizim önemli olarak gördüğümüz şu ana odaklanmak yerine kendi öznelerinin gördükleri gibi dünyayı insanlarla, mekanlarla, şeylerle ve her yöne çekilebilen fikirlerle karşılaşım dizileri olarak ele alsalardı ne olurdu? Einstein’ın kendi ifadesiyle ortaya koyarsak: “Uzay-zaman aralığı, nihayetinde tanımlanmış bir hayat çizgisi haline gelir fakat bu hemen gerçekleşmez ve sadece geçmişe bakıldığında açıkça fark edilebilir. Hâlâ günümüzde iken tarih açık kalır, nasıl değiştiğini görmek için geçmişin kayıtlarına dalabilir ve zihnimizin gözünden izlemek için çeşitli anlamları tutabiliriz.”
Einstein, Prag’dayken bir fizik profesörü hayatı yaşadı. Çok fazla ders vermedi, zaman zaman halka açık ve mesleki konferanslara katıldı ve onlarda konuşma yaptı. Nispeten yoğun olmayan bir çalışma programının olması ve konumunun sağladığı entelektüel izolasyon, Einstein’ın kendisini engelleyen probleme yeni bir yaklaşım getirmesi için gerekli olan zihinsel boşluğu yaratmasını sağladı. Belki de kuantum teorisinden ziyade yer çekimi, genel görelilik teorisine giden yolu açacaktı. Einstein, Prag’da kazandığı yaklaşımı -statik teorisini- sonunda terk etti fakat Gordin, bunu bir çıkmaz yol olarak görmemiz için değil, Einstein’ın eninde sonunda ortaya koyacağı buluş için yapacağı çalışmaların başlangıcı olarak görmemiz konusunda bizi cesaretlendirmektedir.
Einstein, kendi hayatı üzerine düşündüğü zaman Prag dönemini nadiren hatırlarken, onun statik teorisi ise büyük ölçüde unutulmuştu.
Einstein Bohemya’da kitabının en zengin bölümleri, neyi unutmayı ve neyi hatırlamayı seçtiğimize yönelik sorular soruyor. Beraberinde birçok efsaneyi de getiren Einstein’ın, Prag’daki dönemi de pek farklı görünmüyor. Bu efsanelerden en tuhafı, Max Brod’un Tycho Brahe’nin Tanrı’ya Giden Yolu adlı kitabındaki Kepler figürünün Einstein’dan esinlendiği, dolayısıyla da kitabın Einstein’ın Prag’da geçirdiği 16 aylık süre için tarihi bir kaynak niteliğinde oluşudur. Kayda değer bir şekilde Gordin’in de belirttiği gibi, 1947 yılından beri yayımlanmış iki önemli Einstein biyografisi haricindeki diğer tüm biyografilerde “ünlü fizikçi, Brod’un kitabındaki Kepler tasviri ile aynı şekilde yorumlandı ve akabinde bu figür sanki Einstein’ın karakterinin doğrudan anlatımıymış gibi lanse edildi.”
Peki, nasıl oluyor? Öncelikle karakterlerin ve onların birbiri ile ilişkilerinin netleştirilmesi gerek. Mesela Max Brod, günümüzde Franz Kafka’nın editörü olarak bilinir. Einstein ise Brod’u, Bertha Fanta’nın evinde yapılan salon toplantılarından tanıyordu. Salondaki tartışmalar daha çok felsefe ve Siyonizm etrafında dönmesine rağmen kemanını çalma fırsatını kaçırmamak için Einstein, salona gelmeye devam etti (Brod, en az bir kez ona eşlik etmişti). Aslında Einstein ile Kafka da bu salon toplantılarının birinde tanıştılar. Her ikisinin de bunu hatırlamamasına karşın Gordin, bu olayı dikkatlice belgelemişti.
Einstein’a dair resmi bilgiler arasına girecek olan diğer bir tuhaf iddia ise fizikçi Philipp Frank’ın kaleme aldığı biyografide ortaya atıldı. Einstein’ın dostu ve meslektaşı Philipp ile olan ilişkisi, Brod’la olan arkadaşlığından daha derindi. Frank, Einstein’ın Prag Alman Üniversitesindeki halefi ve aynı zamanda da onun bu şehirdeki mirasının koruyucusu olarak görülüyordu. Bu durum 1938 yılında Frank’ın, eşiyle birlikte konferans vermek üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken, gemide Münih Anlaşması’nın bozulduğunu öğrenip orada kalmaya karar vermesinden sonra bile devam etti. Frank’ın ilgi alanları gitgide fizikten bilim felsefesine, özellikle de epistemoloji için görelilik teorisinin sonuçlarına doğru kaydı.
Açıklığa kavuşturmak gerekirse: Brod, Kepler tasvirini Einstein üzerinden kurgulamadı ve Frank’ın Einstein hakkında yazdığı biyografiyi okuduktan sonra, kendi ile bu çalışma arasına mesafe koyacak birçok ifadede bulundu. Gordin açısından, Frank’ın neden tam tersini iddia ettiği net olmasa da bu durum o zamanlar Gordin’e mantıklı gelmişti. Prag’ın Almanca konuşulan edebi ve entelektüel çevresi ile ilgili olarak ne gibi açıklayıcı bilgilerin ortaya çıkabileceği ve süregelen efsanenin bunca zaman nasıl saklandığı gibi sorular, Gordin için daha ilginçti.
Gordin’in ifadesiyle: “Daha alakasız olan gözlemciler, Almanca konuşan ve bir süre Prag’da yaşama deneyimini paylaşan Einstein ve Kepler’ı birbirinden ayıran hem yüzyılları hem de dünya görüşlerini bir kenara bırakıp evreni matematikselleştirmeye yönelik paylaştıkları kararlılıktan biraz daha fazlasına dayanarak, bu iki fizikçi arasında analojiler kurmaktan hoşnutlardı.”
Bu bumerang gibi kendine dönen, karmaşık ve çizgisel olmayan hikâyenin kendisi, gerçekte ne olduğuna odaklandığı kadar ne olmadığına da odaklanıyor.
Gordin’in tarihi bir kişilik olan Einstein ile kurgusal bir karakter olan Kepler’i tuhaf bir şekilde bir araya getiren ilgisi adeta mite, hafızaya ve Einstein’ın 16 ayını Prag’da nasıl geçirmiş olabileceğine odaklanan bir kitabın tanıtımı gibi görünüyor. Einstein Bohemya’da kitabı bir bilim insanının en bilinmeyen dönemine ışık tutarak ona dair daha geniş bir gerçeklik sunuyor —tabi, en azından bu bilim insanı Einstein ise.
Dipnot:
- Charles-Ferdinand Üniversitesi, Çekler ve Almanca konuşan Bohemyalılar için iki ayrı kurum olarak ayrıldıktan sonra 1920’ye gelindiğinde, Almanca eğitimin olduğu kısmın ismi resmi olarak Prag Alman Üniversitesi olarak değiştirildi. Prag’da bulunan bu köklü eğitim kurumu günümüzde, Charles Üniversitesi olarak bilinmektedir. (e.n.)
©® Düşünbil (2022)
Yazar: Audra J. Wolfe
Çeviren: Ayşegül Atalay
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: lareviewofbooks.org