• 19 Nisan 2018
  • Emre Bozkuş
  • 0
Paylaş

Aidiyet hissi, yalnızlık korkusu ve çıkarlar, bahar çiçeklerine kırağı düşürür. Çünkü değişim ile savrulan fikirler, çaresizce gerçekliğin soğuk dokunuşuyla yüzleşir.

Çünkü hayal kurmak, kumar oynamaktır. Gerçeklik ile imaj dünyası arasında mahir edayla gezinmek gerekir. Buna muktedir olamayan zihinlerse, Phaeton gibi ölüme at koşturur.

İyilik ile kötülük arasındaki mutlak savaşın tarafsızıdır insan. Dostoyevski‘nin de dediği gibi, “İnsan yüreği, Tanrı ile Şeytan arasındaki savaşın meydanıdır” (1). İnsan kirlenmiştir, temizlenmek için ise daha fazla kirlenmeyi göze alır. Çünkü kaybolmuştur ve yolunu bulması için, yol göstericiye ihtiyaç duyar.

Oysa öyle midir? “Ey yüce gönüllü yalan! Gerçek hiç sana tercih edilecek kadar güzel olmuş mudur?” (2). Rousseau insanın doğru ile yalan arasında sıkıştığını gördüğünde işte böyle seslenir. Çünkü yalan vaatlerle, doğru ise salt gerçekle çağırır. Gerçeğin yalın yüzüyle buz tutmaktan korkan yalan ile yanmaya razı hale gelir. Nihai dengeyi bulmak için yaşayanlar ise, dengenin kendi ağırlığı oranında bozulduğunu anlayınca, çareyi yok oluşta bulur.

Hâlbuki varlığın temelinde durağan bir yapının aksine, sürekli bir geçişim vardır ve bu süreç müşterek yaşayışları ortaya çıkarır. Düşünmek insanın en büyük silahıdır ve yaşamla bütünleştikçe, bu silahı daha yetkin bir şekilde kullanır. Hayatın içinde aktif ve etkili olması içinse, Katharsis‘e ihtiyacı vardır.

Kelime anlamı, “arınma, arıtma” olan Katharsis kavramını ortaya Aristoteles atmıştır. “Tiyatro, arzulardan arınmayı sağlar çünkü tiyatro insana kendisini dışarıdan gösterir. Bir hırsıza, ‘hırsızın başından geçenler’ konulu bir tiyatro izlettirdiğinizde, kendisine dışarıdan bakacak ve yaptığının kötü bir şey olduğunu anlayacaktı” (3) der Aristoteles. İnsanların tragedyalar aracılığıyla acıma ve korku hislerinden arınmalarının, pasiflikten aktifliğe geçmelerini sağlayacaktır.

Nietzsche ise, eski dost-nihaî düşman ünlü besteci Wagner’den etkilenerek kaleme aldığı Tragedyanın Doğuşu (1886) adlı eserinde, Dionysos ile Apollon arasında olan insana, “Trajik İnsan” demiştir. Bu insan tipi özgürlüğü ve eğlenceyi de (Dionysos), disiplin ve düzeni de (Apollon) dengeli olarak bünyesinde barındırır. Mutlu olmak için kaderini kabullendiğini de belirtir ve buna “Amor Fati” adını verir. Yani Trajik İnsan yaşam denen oyunun farkında olarak, kendi sınırları  içerisinde oyunlar yaratır ve tatmine ulaşır. Çünkü çılgındır (demens) ve yaşam Bengi Dönüş (Ewige Wiederkehr) içerisinde kendini daima tekrar etmektedir. Nietzsche sanata ve özellikle de “Müziksiz hayat hatadır” diyerek müzik tutkusuna daima vurguda bulunur. Wagner’e hayranlığından ötürü onu sık sık dinlemeye gider ve dinlerken hayaller kurar. Daha sonrasında arkadaşlığa dönüşen ilişkileri de, ortak fikirlerden kaynak bulmaktadır (4). Kısacası bu oyuna iştirak eden insan nihayetinde iki yoldan birini seçer, ya plastik sanatlara (heykel, resim vs.) ya da evrensel biçimsiz bir tını olan müziğe yönelir.

Varoluşçu felsefeciler de bu düşünceden hareketle yola çıkmışlardır. Nietzsche bir “Ara Nesil” öngörmüş ve bu neslin büyük krizler içerisinde amaçsızca sürükleneceğini iddia etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın büyük vahşetinin ardından harabeye dönen Paris’teki birkaç entelektüel beyin de işte bu tarife uygun durumdadır.

Bu düşünürler, hayatın bir amacı olmadığını ve aslında kendini tekrar ettiği fikrini ortaya atarlar. Çünkü “Varoluş özden önce gelir. Bu şu demektir: İlkin insan vardır, yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra belirlenir, özünü ortaya çıkarır” (5). Katharsis’in temelinde de, bu varoluşun özüne ulaşma ve ortaya çıkarma çabası görülür.

Kant’a göre bu imkânsız olsa da, varoluşçu düşünürler bu fikri irdelemişlerdir. Nietzsche’nin Katharsis kavramını ele alışı da ayrıca Kant’ın salt akıl temelli düşünce sistemine karşıttır. Bundan ötürü Nietzsche, felsefeye duyguları ve arzuları yani tüm varlığıyla insanı katmıştır. Varoluşçu felsefeciler de bunu devam ettirmiştir.

Jean Paul Sartre ve Albert Camus, özgürlük ve mutluluk konularında önemli başka fikirleri de ortaya koymuşlardır. Sartre, insanın özgürlüğe mahkûm olduğunu çünkü birey olarak bunu üstlenmekle yükümlü olduğunu ileri sürer. Lâkin özgürlüğü için bedel ödemesi gerektiğini ve gereken tüm sorumlulukları üstlenmesi gerektiğini de ekler. “İnsan ölümsüz olabilmek için yüksek bedel ödemelidir; yaşarken pek çok kez ölmelidir” (6). Yani insan ancak özgür olmayı hak ederse özgür olabilir.

Camus ise hayatın kendisinden anlamı olmadığını, anlam atfedenin özne olduğunu böylece özün ortaya çıktığını söyler. Hayatında da bu düşüncenin izdüşümüne rastlanır. Modayı takip eden, kadınlarla ilişkilerinde başarılı ve her daim eğlence hayatının içinde bulunmasıyla tanınmıştır. “Evet, belki de mutluluğun sırrı saçmanın anlamsızlığını keşfetmemizdir” (7). Hayatını kendisi yönetmiş ve Trajik İnsan modelini tam olarak yansıtmıştır.

Sartre ile koşut olan fikirleri de, temelde bireyin tanrı olmadan da ahlaklı ve mutlu bir şekilde yaşayabileceği fikrine dayanmaktadır. Özgürlük, mutluluk ve bunun bedelleri. Tanrı ise, varoluşun en önemli sorusuydu. Çünkü tanrının varlığıydı mevzu bahis olan. “İnsan sırf kendini öldürmemek için uydurmuştur Tanrı’yı. İşte bugüne kadar gelen evrensel tarihin özeti” (8). Lâkin Tanrı Öldü, onu insanlık öldürdü. Çünkü artık Tanrı’ya ihtiyacı kalmamıştı.

“Dostoyevski, «Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu.» diye yazmıştı. (İşte bu söz, varoluşçuluğun Çıkış noktasıdır.) Gerçekten de, Tanrı yok ise her şey yeğ­dir (mubahtır), hiçbir şey yasak değildir. Bu demektir ki insan, kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir destek vardır, ne de dışında tutunacak bir dal. Artık hiçbir özür, dayanak bulamayacaktır yaptıklarına. Varoluş özden önce gelince, verilmiş ve donmuş bir insandan söz edilemez elbet. Önceden belirlenmiş, donmuş bir doğa açıklanamaz çünkü. Başka bir deyişle, gerekircilik (determinisine), kadercilik yoktur burada, kişioğlu özgürdür, insan özgürlüktür” (9).

Özetle, Tanrı öldü ve insan bu boşluğu Nietzsche’nin öngördüğü gibi güzel sanatlar ile doldurdu. Tanrı’nın ardından oluşan boşluğu ise sanat aldı peki ya ahlak? Cevap açık aslında,İyi bir yaşam sürmek veya iyi bir insan olmak için, Tanrı’ya inancın şart olduğunu iddia etmenin hiçbir temeli yoktur” (10). Tanrı insanın acılarını ölçtüğü (11) ve toplumları kuralları bağlı hale getiren bir imge, tasarımdı. Artık buna ihtiyacı kalmayan insan, kendi yaratıcılığına sığınır ve yolun sonunda üst insana ulaşacak kapıyı aralar.

Dipnotlar

(1) Fyodr Mihayloviç Dostoyevski, Ecinniler, Türkiye İş Bankası Kültür-Hasan Ali Yücel Klasikleri, Kasım 2015.
(2) “Magnanima menzogna! or quando e il vero Si bello,che si possa a te preporre!” Jean Jacques Rousseau, Yalnız Gezenin Düşleri, Alakarga Yayıncılık, 2. Basım, Sayfa 63.
(3) Aristoteles, Poetika.
(4) Friedrich Nietzsche, Nietzsche Wagner’e Karşı, Say Yayınları, Kasım 2012.
(5) Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, Say Yayınları, Ocak 2017, Sayfa 39.
(6) Friedrich Nietzsche, Ecce Homo, Say Yayınları, Ağustos 2016.
(7) Albert Camus, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, 2002.
(8) A.g.y.
(9) Jean Paul Sartre, A.g.y.
(10) Walter Sinnott-Armstrong, Tanrısız Ahlak, Ayrıntı Yayınları, Mart 2016, Sayfa 39.
(11) John Lennon, Plastic Ono Band, God, 11 Aralık 1970.

Kaynaklar:
NIETZSCHE, Friedrich, Ecce Homo, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
NIETZSCHE, Friedrich, Putların Alacakaranlığında, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
NIETZSCHE, Friedrich, Böyle Söyledi Zerdüşt, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,  2015.
NIETZSCHE, Friedrich, Ecce Homo, Say Yayınları, Ağustos 2016.
NIETZSCHE, Friedrich, Nietzsche Wagner’e Karşı, Say Yayınları, Kasım 2012.
SARTRE, Jean-Paul, Varoluşçuluk, Say Yayınları, Ocak 2017.
ROUSSEAU, Jean-Jacques, Yalnız Gezenin Düşleri, Alakarga Yayıncılık, 2. Basım.
DOSTOYEVSKI, Fyodr Mihayloviç, Ecinniler, Türkiye İş Bankası Kültür-Hasan Ali Yücel Klasikleri, Kasım 2015.
CAMUS, Albert, Sisifos Söyleni, Can Yayınları, 2002.
ARISTOTELES, Poetika.

Yazar: Emre Bozkuş

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. 


Paylaş

Emre Bozkuş

İstanbul'da doğdu. Namık Kemal Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine devam etmekle birlikte; lisede başladığı okumalarına lisans eğitimi düzeyinde de ekseriyetle devam etmektedir. Düşün yazılarının yanı sıra kurgusal metinler de ortaya koyan yazar, hikayelerinde felsefe ve psikoloji gibi bir çok akademik alanda da okumalar yapmaktadır.