Düşünbil Portal

Van Gogh’un Karanlık Sembolü: Yıldızlı Gece’den Buğday Tarlası’na

Paylaş

Matthew Wilson, ayçiçekleriyle tanınan Vincent van Gogh’un, en zor zamanlarında ona güç veren ve eserlerinde yinelediği başka bir sembolle de dikkatleri üzerine çektiğini yazıyor.

Vincent van Gogh’un dünyasında, doğal yaşamın her bir ögesi büyük önem arz ediyordu. Ayçiçekleri, onun için neşe ve bağlılığın sembolüydü. Yıldızlar, cennetin parıltılarıydı. Peki neden selvi ağaçları onun metanet sembolü oldu?

1889’un yazında Vincent Van Gogh, Saint-Rémy’deki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine kendi rızasıyla yatmıştı. Bir dizi krizden sonra iyileşme süreci, doktorlardan oluşan bir heyet tarafından gözetim altında tutuluyordu ancak sanatçının kendi bulduğu bir çaresi vardı. Bu çare, doğayla iç içe olmaktan ve sanatıyla daha da içli dışlı olmaktan başka bir şey değildi. Böylece Provence kırsalını çevreleyen bir özelliğe giderek daha fazla dikkatini vermeye başladı: güçlü, eski selvi ağaçları.

New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nde, 2023 yılında açılan Van Gogh’un Selvileri adlı sergi, sanatçının takıntı hâline getirdiği o ağaca dikkat çekiyor. Serginin küratörü Susan Alyson Stein, BBC Culture’a: “Bu, Van Gogh’un selvilerine odaklanan ilk sergi,” dedi ve ekledi: “eşi benzeri görülmemiş ve tam anlamıyla yeni bir bakış açısı. Van Gogh’un uzun zamandır bu motife duyduğu ilginin ardındaki hikâyeyi ortaya koyuyor.”

İşte sergideki dört önemli sanat eserinin, Van Gogh’un dayanıklılık sembolü hakkında ortaya koydukları:

Yıldızlı Gece, Haziran 1889 (Kaynak: MoMA, NYC)
  1. Yıldızlı Gece, Haziran 1889

“Çizgileri ve oranları bakımından, bir Mısır dikilitaşı kadar güzel. Yeşilin ise çok farklı bir kalitesi var.” Bu selvi betimlemesi, Saint-Rémy’de hastanede olduğu dönemde bizzat Van Gogh tarafından not edilmiştir. Başta Yıldızlı Gece olmak üzere 1889-1890 yıllarında bu ağacı tasvir ettiği tüm tuvallerinde, bunu görsel olarak ifade ettiğini görebilirsiniz.

Van Gogh, 1889 yılında Paris’teki Dünya Fuarı’nda sergilenen Mısır mimarisi hakkında okuma yaptıktan sonra selvilerin ve dikilitaşların biçim açısından benzeştiğini keşfetti. Tarih boyunca dayanıklılığı sembolize eden selviler ve dikilitaşlar, zarif bir biçimsel sadeliğe sahipti. Ayrıca yeryüzünü gökyüzüne bağlarlardı ki bu da Van Gogh’un Yıldızlı Geceler tablosunda en çarpıcı hâliyle kullandığı bir özellikti. Mısır dikilitaşları, Güneş Tanrısı Ra’nın sembolleriydi ve tıpkı Empyrean’a [1] dikey olarak uzanan selviler gibi soğuk yeryüzünü cennetin ateşine bağlayarak umudu ve ölümsüzlüğü ifade ediyorlardı.

Selvileri dikilitaşlar gibi resmederken Van Gogh’un amacı, umutsuzluk anında teselli bulabileceği doğanın ihtişamını, zamansızlığını ve anıtsallığını ifade etmekti.

Selvili Buğday Tarlası, Haziran 1889 (Kaynak: Metropolitan Sanat Müzesi, NYC)
  1. Selvili Buğday Tarlası, Haziran 1889

Van Gogh, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta, “Selviler, hâlâ aklımı kurcalıyor. Henüz kimsenin onları benim gördüğüm biçimde görmemiş olmasına hayret ettiğimden, tıpkı ayçiçeklerin yer aldığı tuvallerim gibi selvilerle de bir şeyler yapmak istiyorum.” diyordu. 1888 yılının şubat ayında, Provence’a varmasından bu yana selvileri ve onların potansiyel olarak ifade edebileceklerini düşünüyordu. Fakat selvilerin, onun sanatında meyvesini vermesi Saint-Rémy’ye varışından sonra oldu. Van Gogh, “onları gördüğüm gibi … onlarla bir şeyler yapmak” arzusunu kabul ederek aslında kişisel dayanıklılığının önemli bir yönünü de itiraf ediyordu: başarı için mücadele.

Stein, ressam hakkında şunları söyler: “Sanat dünyasında neler olup bittiğiyle her zaman yakından ilgilenirdi.” ve devam eder: “Hep çok hırslıydı ve her zaman mirasını düşünürdü. Selvileri gerçekten de en başından beri farklı katmanlarda yankı uyandıran bir motif olarak tanımladı. Bu, Provence’ı simgeleyen ve Van Gogh’u diğerlerinden ayıracak bir motif fikrini ifade ediyordu.” Selviler, zamanla Selvili Buğday Tarlası (Haziran 1889) gibi peyzajlarda kendini göstererek sevdiği bölgeyi ifade eden bir simge ve bir tür imza olarak çalışmalarına hâkim oldu.

Selviler, Haziran 1889 (Kaynak: Metropolitan Sanat Müzesi, NYC)
  1. Selviler, Haziran 1889

Doğayı resmetmek adına benzersiz bir tarz yaratmak da Van Gogh’un hep aklındaydı ve bunu kendini gerçekleştirme yolunda önemli bir basamak olarak görüyordu. Provence’a ilk gelişinde, bir sanatçı topluluğu kurmak istedi ve özellikle de çalışmalarına hayran olduğu meslektaşı ressam Paul Gauguin’nın bu toplulukta yer almasını arzulamıştı. Gauguin’nın sanat ve sanatın manevi rolü hakkındaki cesur fikirleri, bu Hollandalı adamın dikkatini bir hayli çekiyordu. Gauguin, sanatçıların doğayı doğrudan incelemeleri gerektiğine ancak daha sonra görünümleri değiştirmek için şekil ve renkleri yoğunlaştırarak insan hayal gücünün kuvvetine başvurmalarının doğru olacağına inanıyordu. Gel gör ki Gauguin, Ekim 1888’de Provence’ta Van Gogh’a katılmış olmasına rağmen Hollandalının dengesiz tutumlarından rahatsız olup aralık ayında topluluktan ayrıldı.

Yine de Van Gogh, selvileri, sanatsal tekillik için bir araç hâline getirmekte ısrarcıydı. Selviler tablosu (Haziran 1889), Van Gogh’un bu benzersiz yaklaşımını örneklemektedir: Donmuş bir dumandan sütunmuş gibi resmettiği ağacı, fırçasının kıvrımlı hareketleriyle yukarıya doğru kıvırmıştır; ağacın çevresini saran bulut ve tarlaların titreşimini ve akışını betimlerken kullandığı tekniğin aynısını uygulamıştır. Van Gogh’un bu tarzı, doğaya karşı duyduğu derin hislerinin bir ürünüydü. Enerjiler birbirlerine yanıt verircesine temsil edilirler – selvilerin yukarıya çektiği toprağın minerallerinin gücü, rüzgârın, tepelerin ve ayın dinamizmiyle coşku içinde birleşir.

Provence’ta Gece Köy Yolu, Mayıs 1890 (Kaynak: Metropolitan Sanat Müzesi, NYC)
  1. Provence’ta Gece Köy Yolu, Mayıs 1890

Van Gogh, etrafını saran selvi ağaçlarının oluşturduğu tını hakkında kardeşi Theo’ya şunları yazar: “Bol güneşli bir manzaradaki karanlık yama” ve şu sözlerle devam eder: “ama hayal edebileceğim en enteresan karanlık notalardan biri, tam olarak tutturması en zor olanı.” Van Gogh’un algıladığı bu karanlık, selvilerin ölüm ve ölümsüzlük (hayatın iniş çıkışları arasında kesinlik arayan bir sanatçı için önemli kavramlar) ile ilgili geleneksel çağrışımlarını yansıtıyor. Selviler genellikle mezarlıklara dikilir, odunları da tabut yapımında kullanılırdı. Ayrıca selviler, Ovidius ve Horatius gibi klasik yazarların metinlerinde, yas bağlamında kendilerini gösterdiler. Bu çağrışımlar, Van Gogh’un da hayranlık duyduğu yazarlardan, Victor Hugo’nun romanlarında ve Shakespeare’in oyunlarında yeniden ortaya çıkarak yüzyıllar boyunca varlığını korumayı sürdürmüştür.

“Bunların asırlık ağaçlar olduğunun farkındaydı ve yeniden doğuşu, ölümsüzlüğü ve ölümü çağrıştırdığını biliyordu.” diye açıklıyor Stein ve şöyle devam ediyor: “En başından beri onları, defalarca deneyip sonsuzluk ve yaşamın ebedî döngüleri için uygun bulduğu metaforlar olan yıldızlar ve buğdayla ilişkilendirdi. Binlerce yıl, köyü kuzeyden gelen sert mistral rüzgârlardan koruyup kollamak adına orada durdular.”

Van Gogh, Provence’ta Gece Köy Yolu’nu resmettikten kısa bir süre sonra hâlâ Gauguin’le yaratıcı bir ortaklık fikriyle yanıp tutuşurken Paris yakınlarında bir kente taşındı. Resimdeki selvi, Van Gogh’un Fransa’da ayakta kalmasını sağlayan kültürel tarihin, sanatsal hırsın, tinselliğin ve doğanın özüne son övgüsü gibi duruyordu.

Ünlü ressam Van Gogh, 1890 yılının temmuz ayında intihar etti. Cenaze töreninde tabutu, onun imza niteliği taşıyan iki motifiyle, ayçiçeği ve selvi dallarıyla kaplandı. Günümüzde Van Gogh’u çoğunlukla geçici adanmışlığın ve neşenin sembolü olan ayçiçekleriyle hatırlarız. Van Gogh ayçiçeklerini, sabit ve ebedî olanı temsil eden selvileri “tamamlayan ama aynı zamanda onlara denk” olarak adlandırmaktaydı.

Selviler, Van Gogh’un dayanıklılık sembolüydü. Metropolitan Sanat Müzesi’ndeki bahsi geçen sergi, Stein’ın ifade ettiğine göre Van Gogh’un cesur karakterini ortaya koyuyordu: “becerikliliğini, devam etmedeki kararlılığını, yeni buluşlar yolunda karşısına çıkan güçlüklerle yüzleşebilme yeteneğini.”

En kötü zamanlarında Van Gogh selvileri; manzara içindeki dev totemler, doğanın sahip olduğu gücün simgeleri ve Provence köyünün koruyucuları olarak gördü. Görüşünü zenginleştirmek ve -engin zamanı, azmi, eşsizliği ve hayatın çalkantıları karşısında duyulan içsel kuvveti yansıtan- kalıcı bir ikon oluşturmak adına tarihten, kendi tutkularından, sanat ve edebiyat dünyasındaki geleneksel sembolizmden yararlandı.

Dipnot:

  1. Empyrean, Batı’da Orta Çağ kozmolojisinde ateşten veya ışıktan oluştuğu düşünülen, göğün en yüksek tabakasıdır. Tanrı’nın ve kurtarılmış ruhların burada yaşadığına inanılır. (ç.n.)

© Düşünbil® (2024)

Yazar: Matthew Wilson
Çeviren: Nevin Kemikkıran
Çeviri Editörü: Selin Melikler
Kaynak: bbc.com/culture/


Paylaş
Exit mobile version