18.ve 19. yüzyılın sonlarında bilim adamları, cesetlerin canlandırılmasına neden olan basit deneyler gerçekleştirdi.Bu 1867 yılı illüstrasyonunda Andrew Ure, Matthew Clydesdale’in cansız vücudunu elektrikle titretiyor, bir grup bilim adamı korku içinde izliyor. Houghton Kütüphanesi, Harvard Üniversitesi.
4 Kasım 1818’de, İskoç kimyager Andrew Ure, yalnızca dakikalar önce boynundan asılarak idam edilen cansız cesetlerin yanı başındaki katilin cesedinin önünde durdu. Glasgow Üniversitesi’ndeki meraklı öğrenciler, anatomistler ve doktorlarla dolu bir tiyatro için anatomik bir araştırma gösterisi yapıyordu. Ancak bu sıradan bir kadavra incelemesi değildi. Ure, çeşitli sinirlere 270 plakalı volta piliyle yüklenmiş iki metal çubuk tuttu ve vücut kıvrılıp bükülmeye başlayınca çevredekiler, eğlenceli bir şekilde ölümün tuhaf bir dansını titreyerek izlemiş oldu.
Ure, daha sonra Glasgow Edebiyat Derneği’ne “Bir çubuk, işaret parmağının ucundaki hafif kesiye uygulandığında yumruk daha önce sıkıldı, parmak hemen açıldı; ve kolun konvulsif ajitasyonundan, hayata döndüğünü sanan bazı izleyicilere işaret ediyor gibi görünüyordu,” açıklamasını yaptı.
Ure, 18. ve 19. yüzyılın sonlarında, galvanizme* ait basit deneyleri gerçekleştiren birçok bilim adamından biridir – kasların elektrik akım darbeleriyle uyarılması. Hem bilim adamları hem de sanatçıların gözünü alan çarpıcı efektler için yapılan parlak kıvılcımlar ve yüksek sesli patlamalar, Mary Shelley’in edebi şaheseri olan Frankenstein veya The Modern Prometheus’a yeniden canlanma konusunda ilham olmuştu. Çoğu bilim insanı yaşam hakkında ipucu bulmak için galvanizmi kullanırken, Ure, ölülerden birilerini gerçekten geri getirebilir miyim diye deney yapmak istiyordu.
29 Ekim’de açılan Minnesota’daki Bakken Müzesi’ndeki “Mary and Monster” sergisinin baş küratörü Juliet Burba “Bu, insanların yaşamın menşeini anlamaya çalıştıkları, dinin bir kısmını kaybettiği bir zamandı,” diyor. “Şu sorulara büyük bir ilgi gösterildi: Yaşamı canlandıran öz nedir? Elektrik olabilir mi?”
Luigi Galvani’nin 1780’deki kurbağa kası denemesinin bir taslağı.
1780’de İtalyan anatomi profesörü Luigi Galvani ölü bir kurbağa kasığının kaslarını olabildiğince kastırabildiğini ve elektrik kıvılcımlarıyla ani hareketler yaptırabildiğini açıkladı. Diğerleri hızla marazı büyüyen diğer hayvanlara elektrik uygulayarak deney yapmaya başladılar. Galvani’nin yeğeni fizikçi Giovanni Aldini, bir öküz gövdesini aldı, başını kesti ve dilini bükmek için elektrik kullandı. Aldini, yaptığı deneyde öküzün diyaframından oldukça yüksek seviyede gerilimler gönderdiğini ve bunun sonucu olarak “rektumda çok güçlü bir etki oluştuğunu ve hatta dışkının dışarı atılmasına yol açtığını” yazmaktadır.
Bilim dünyasının dışından insanlar da elektrikten etkilendi. Boğa başlarının ve domuzların elektriklendiği şovlara katılacaklardı ve İngiltere’de Cerrahlar Şirketi gibi daha sonra Royal Cerrahi Uzmanlığı kurumu olan araştırma kurumlarında halka gösteriler izleteceklerdi.
Aldini gibi bilim adamları şovlar yapıp, inek kafalarını hareketlendirecek ve dillerini büküp kıvırarak titreştirecekti.
Bilim adamları hayvanları test etmekten bıktıklarında, cesetlere, özellikle de katillerin cesetlerine yöneldiler. 1751’de İngiltere, idam edilen katillerin organlarının deney için kullanılmasına izin veren Cinayet Yasasını kabul etti. Burba “Cinayet Yasası’nın iki nedene dayanıyordu: anatomistler için yeterli ceset yoktu ve katilin cezalandırılması daha da zorunlu görüldü,” diyor. “Vücudunuzun parçalanması ek ceza olarak düşünüldü.”
Ure’nin masasında yatan 35 yaşındaki kömür madencisi Matthew Clydesdale’in kaslı, atletik cesediydi. Ağustos 1818’de Clydesdale, sarhoş olan 80 yaşındaki bir madenciyi sarhoşken öldürmüş ve darağacına asılmakla cezalandırılmıştı. Clydesdale’nin yanında idam edilen bir hırsız öldükten birkaç dakika sonra şiddetli bir şekilde kıvranırken, vücudu askıya alındı ve yaklaşık bir saat boyunca gevşetildi. Deneyler başlamadan önce kan, yarım saat boyunca vücuttan boşaltıldı.
1751 Cinayet Yasası, bilim adamlarının mahkumların cesetleri üzerinde deneyler yapmasına izin verdi.
Elektrik konusunda hiç tecrübesi olmayan ya da bunu hiç bilmeyen Andrew Ure, Glasgow Üniversitesi’nden bir anatomi profesörü olan James Jeffray’ye asistanlık yapıyordu. Glasgow Üniversitesi’nde tıp eğitimi gördü ve kısa bir süre bir ordu cerrahı olarak çalıştı; ancak daha çok kimya öğretimi ile tanınıyordu. Elephants on Acid: And Other Bizarre Experiments’ın yazarı Alex Boese “Ure hakkında fazla bir şey bilinmiyor, ancak bilim tarihindeki küçük bir figür gibiydi,” diyor. Ure’nin başlıca başarılarından birinin, bu tuhaf galvanik deneyim olduğunu söylüyor.
Aldini gibi diğerleri de benzer deneyler yaptı, ancak araştırmacılar Ure’nin elektriğin ölüyü geri döndürdüğünden emin olduğunu yazdı. Studies in Romanticism’de Ulf Houe “Aldini kendini spazmodik kuklacı olarak yetiştirirken, Ure’nin tutkuları Frankestein’a yakındı,” diye yazıyor.
Ure, polisin cesedi Glasgow Üniversitesi anatomik tiyatrosuna teslim etmesinden beş dakika önce pilini seyreltik nitrik ve sülfürik asitlerle doldurdu. Boyun, kalça ve topuklardaki insizyonlar metal çubuklarla sarsılan farklı sinirleri açığa vurdu. Ure, Clydesdale’nin diyaframı aracılığıyla akımlar gönderdiğinde ve göğsünün ipini çekip düştüğünü gördüğünde, bunun başarıyı “gerçekten harika” diye yazdı.
Ure’nin deney hakkındaki açıklamaları heyecan vericidir. Şiirsel olarak, sarsılma hareketlerini “soğuktan şiddetli bir ürperme”ye ve parmakların titremesini “keman virtüözü gibi titrek hareket etmesi”ne benzeterek kaydetti.
Clydesdale’nin alnındaki ve kaşlarındaki kasları uyarmakla ilgili diğer pasajlar daha ürkütücü:
“Yüzündeki her kas korku içinde aynı anda atıldı; öfke, korku, umutsuzluk, acı ve korkunç gülümsemeler, katilin yüzündeki iğrenç ifadelerini bir araya getirerek Fuseli’nin veya Kean’ın en çılgın temsillerini aştı,” diye yazıyor Ure, romantik ressam Henry Fuseli’nin fantastik eserlerini, sonucu trajik olan aktör Edmund Kean’ın görüntüsüyle karşılaştırarak. Ve devam ediyor: “Bu arada izleyicilerden birkaçı daireyi şiddet veya hastalıktan terk etmek zorunda kaldı ve bir beyefendi bayıldı.”
Bütün deney yaklaşık bir saat sürdü. F.L.M. Pattinson, Scottish Medical Journal’da “Hem Jeffray hem de Ure, hayatın restorasyonu konusunda kasıtlı davrandılar,” diye yazdı. Fakat başarı eksikliğinin sebeplerinin metotla ilgisinin düşük olduğu düşünülüyordu: Ure, eğer ölüm bedensel yaralanmadan kaynaklanmıyorsa, hayatın restore edilmiş olma olasılığı olduğu sonucuna vardı. Ancak, eğer deney başarılı olursa, bir katili canlandırdığı için bunun kutlanamayacağını yazdı.
İki iblis galvanizli bir cesedin arkasında duruyor, bir de gülerek: “İşte! Sonuçta onu kaybettik. Bak! Onu yeniden canlandıracağız!” Kongre Kütüphanesi / LC-USZ62-11916.
Mary Shelley, araştırmacıların o sırada oynadıkları bilimsel deney türlerinden haberdardı. Burba “Bilim, halkın dikkat ettiği bir şeydi,” diyor. “Bir sürü geçit vardı, bu nedenle şiir yazan bilim insanları ve bilim insanları hakkında çok şey bilen şairler vardı.”
Ure, deneyi gerçekleştirmeden iki yıl önce Mary Shelley, Frankenstein’ın hikayesini ortaya attı ve romanı Ure’nin deneyiyle aynı yılda, 1818’de yayınladı. Tesadüf eseri, Victor Frankenstein da canavarın canını “Kasım ayının berrak gecesinde” hayata geçirdi. Bununla birlikte, Ure’den farklı olarak, canlının diriliş sahnesi “elektrik” kelimesinden hiç söz etmeden anlatılır ve belirsizdir. Shelley, Frankenstein için “çevremizdeki hayat araçlarını topladığını, ayakta duran cansız şey haline getirmek için bir kıvılcımın yeteceğini” yazdı.
Bazı tarihçiler, Shelley’in kan nakli ve organ nakilleri de dahil olmak üzere o sırada incelenen diğer tıbbi prosedürlerden ilham almış olduğu hipotezini ileri sürmüşlerdir. Shelley’nin “1831 baskısının girişinde galvanizm”den şöyle bahseder: “Belki bir ceset tekrar canlandırılabilir; Galvanizm böyle şeyleri simgelemişti: belki bir canlının bileşen parçalarının imal edilebileceği, bir araya getirilebileceği ve yaşamsal sıcaklığa sahip olabileceği.”
Mary Shelley’in 1831 baskısı Frankenstein’ının bir gravürü.
Frankenstein‘ın Ure’nin veya başkalarının galvanik deneylerde çarpılmasına neden olup olmadığı veya Shelley’i herhangi bir deneyde özellikle çarpıp çarpmadığı belli değil. Burba, Mary Shelley’nin Frankenstein‘ının ve bu galvanik deneylerin birbiri ardına gerçekleştiğini, romanda kullanılan dinin o devrin bilim adamlarını yansıtıyor olduğuna işaret ettiğini belirtiyor. “Her ikisi de elektriğin yanı sıra elektriğin bedenler üzerindeki etkilerinin araştırıldığı – elektriğin hayat canlandıran ‘varoluşun kıvılcımı olabileceği’ gibi inanışların olduğu kültürel bir ortamda yaşıyordu.”
Gerçek bilimsel bilgi veya veriler Ure’nin deneyinden gelmedi, ancak yine de deneyimiyle ilgili hevesle ders verdi. W.V. Farrar, Notes and Records of the Royal Society of London eserinde onun sonuçları “en kaba tebliğin tanıtımı” olarak görülen bir broşür yazdığını belirtir. “Böyle edebi bir tarzda rapor edilen bu her şeyden daha ziyade ‘Gotik’ denemesi, şüphesiz Ure’nin adını daha çok tanıttı.”
Bu canlandırılmış ve dehşet verici görüntüler sonunda kamuoyu, onları kötü ve “doğadaki şeytani varlıklar” olarak görmeye başladıkça iş rayından çıktı. Elektriğin vücut üzerindeki ilk başlangıç deneyleri, defibrilasyon gibi resüsitasyon teknolojilerine yol açtı, ancak odak noktası şimdi bir ölünün cesedini canlandırmak değil, hayat kurtarmaktır.
Boese “Geleneksel olarak, bilim adına korkuyla bakmıyoruz,” diyor. “Normal gündelik yaşamda kabul edilebilir davranışın kodları var, ancak insanlar laboratuvar önlüğü giyerler ve uygulanacak tamamen farklı davranış kuralları vardır. 18. yüzyılın başlarındaki bu bilim adamları, beyefendi ve toplumun önde gelen üyeleriydi, ancak tamamen sosyopatik ve tuhaf görünen bu şeyleri yapıyorlardı.”
Bununla birlikte, o zamanlar insan olmayan hayvanlar üzerindeki deneylerinden bazılarının testlerini yapmışlardı. Biyoloji sınıflarındaki öğrenciler halen Galvani’nin ünlü kurbağa kası deneyi yürütüyorlar.
*Galvanizm: Canlı organizmalarda doğru akımın etkisi olayı. (TDK)
Yazar: Lauren Young
Çeviren: Bünyamin TAN
Kaynak: Atlas Obscura
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.