“İnsanları iyi iletişimciler yapan şey, esas itibariyle, kendi karakterlerinin olağandışı veya problemli yönlerinden etkilenmeme yeteneğidir. “
“Kelimeler olaylardır aslında, bir şeyler yaparlar, bir şeyleri değiştirirler. Hem konuşmacıyı hem de dinleyiciyi dönüştürürler; enerjiyi karşılıklı olarak iletirler ve gücünü arttırırlar, “diye yazmıştı Ursula K. Le Guin, insan iletişimi hakkındaki ustalıklı yazısında. “Anlayışı veya duyguyu karşılıklı iletir ve güçlendirirler.” Fakat acı veya öfke durumlarında, kelimeler kalbin en ham girintilerinden çıktığında, bizlerin en derin güvensizliklerimiz ve duygusal zayıflıklarımızı büyütebilirler ve karşılıklı yanlış anlaşılma girdabını körükleyebilirler.
Alain De Botton, The Course of Love’dan bir bölümde, bu durumdan nasıl kaçınılacağının ardına düşüyor. De Botton şöyle yazıyor:
“İnsanları iyi iletişimciler yapan şey, esas itibariyle, kendi karakterlerinin olağandışı veya problemli yönlerinden etkilenmeme yeteneğidir. Öfkelerini, cinselliklerini, rağbet görmeyen, tuhaf veya modası geçmiş fikirlerini kendilerine güvenlerini yitirmeden veya kendilerinden nefret etmeden gözden geçirebilirler. Net şekilde konuşabilirler çünkü kendi kabul edilebilirliklerine dair paha biçilmez bir algı geliştirmişlerdir. Kendilerini, doğru derecede sabır ve hayal gücü gösterirlerse, diğerlerinin iyi niyetine layık yada onu kazanabilir olarak görecek kadar severler.”
Verimli iletişim, diğer bir deyişle, geniş ölçüde, Anna Deavere Smith’in “dili maske olarak kullanmayı” —iletişimde hem karşıdaki bireyden hem de kendinden saklanmayı reddetmek— reddetmek olarak adlandırdığı şeye bağlıdır. Bu yetenek, bizlerin ebeveynlerimizce şekillendirilmiş olan psiko-duygusal cephaneliklerimizin büyük çoğunluğundan hiç de farklı değildir. Ve ebeveynlerimizin bizleri koşulsuz olarak kabul edebilme ve içsel bütünlüğümüzü besleyebilme derecesine bağlıdır. De Botton şöyle der:
“Bu iyi iletişimciler, çocukken, sorumluluklarını, onlar hakkındaki her şeyin kabul edilebilir ve mükemmel olmasını talep etmeden sevmeyi bilen ebeveynlerle kutsanmış olmalıdırlar. Bu gibi ebeveynler, çocuklarının bazen, en azından bir süre için — tuhaf, şiddetli, öfkeli, huysuz, kendine has veya üzgün olabileceği ancak yine de ailevi sevgi çemberinde bir yeri hak ettikleri düşüncesiyle yaşayabilmelilerdir. Ebeveynler, çocuklarının en nihayetinde maruz kalabilecekleri yetişkin hayatının itiraflarından ve direkt sohbetlerinden, paha biçilemez bir cesaret kaynağı yaratmış olacaklardır. “
De Botton, Hemingway’in “insanların çoğu asla dinlemez” tezini anımsatarak şunları ekler:
“İyi dinleyiciler, iyi iletişimcilerden daha nadir ya da daha az önemli değiller. Burada da, olağandışı bir özgüven derecesi anahtar unsurdur -belirli yerleşik varsayımlara derinden meydan okuyabilecek bilgilerin ağırlığı altında ezilmemek, ilerleyecek kapasiteye sahip olmak. İyi dinleyiciler, diğerlerinin bir süre için zihinlerinde yaratabilecekleri kaos konusunda yaygara yapmıyorlar; onlar daha önce o noktadalardı ve her şeyin eninde sonunda yerine oturacağını biliyorlar. “
Paradoksal olarak, De Botton, sevdiklerimizle olan iletişimimizden huzursuz oluşumuzun tam da bu bağların bütünlük ile gücünü ve onların karşılıklı büyümeye yönelimini kanıtlayan şey olduğunu savunuyor.
Bu tamamıyla partnerimizden daha az haber almaya başladığımızda bizi korkutan, şoke eden veya rahatsız eden ve endişelenmemize sebep olan şeydir, Bu, kibarca kandırıldığımızın veya diğerlerinin hayal gücünden ya da sevdiğimizi kaybetme korkusundan korunduğumuzun en kesin işareti olabilir. Bu da, kendimize rağmen, kulaklarımızı umutlarımızla -umutların daha fazla tehlikeye maruz kalması suretiyle- bağdaşmayan bilgiye tıkadığımız anlamına gelebilir.
Yazar: Maria Popova
Çevirmen: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: Brain Pickings
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.