Site icon Düşünbil Portal

Albert Camus: “Bize kalan yegâne gerçek, hepimizin paylaştığı o çıplak acı…”

camus-sinizm
Paylaş

Her yazar, yaşadığı zamana damgasını vuran duygulara biçim vermeye çalışır. Dün bu aşktı, bugün kardeşlik ve özgürlük özlemleri dünyayı sarsıyor. Dün insanlar aşk uğruna kendini öldürüyordu; bugün ortak tutkularımız bizi dünyayı yakmanın eşiğine getiriyor. Dün olduğu gibi bugün de sanat, tutkularımızın ve acılarımızın canlı bir imgesini ölümden kurtarmak istiyor.

Bunu yapmak bugün muhtemelen daha zor. İnsan aşkı her an bulabilir; aşkı anlatmak için bir kez âşık olmak yeter. Ama insanın boş vaktinde militanlık yapması mümkün değildir. Bu yüzden günümüz sanatçısı bir ikilemle karşı karşıya: fildişi kulesinde kalsa gerçeklikten kopacak, politika meydanında dört nala koşup dursa bu sefer de hiçbir şey yaratamayacak. İşte gerçek sanata giden meşakkatli yol bu ikisinin arasından geçiyor. Bence yazarın, zamanının olaylarına tamamen vâkıf olması, ve elinden geldiği ya da nasıl yapacağını bildiği sürece taraf tutması gerek. Ama zaman zaman, içinde yaşadığı tarihe belli bir mesafe alması da gerek. Her sanat eseri, bir gerçeklik içeriğini ve mahfazaya form veren bir yaratıcıyı gerektirir. Dolayısıyla sanatçı, her ne kadar çağının olumsuzluklarından payını alıyor olsa da, bu olumsuzluklar üzerine kafa yorup onlara biçim vermek için aynı zamanda bunlardan uzaklaşmak zorundadır. Bu biteviye gel-git, zamanla iyiden iyiye tehlikeli hale gelen bu gerilim, günümüz sanatçısının işidir. […]

Gerçek şu ki –en azından benim açımdan– sanatçı da her insan gibi karanlıkta yolunu bulmaya çabalıyor, dünyanın çilesinden kendini uzak tutamazken, bir yandan da yalnızlığın ve sükûnetin hasretini çekiyor; adalet hayalleri kurarken, bizzat kendisi adaletsizliğe sebep oluyor; boyunu aşan bir arabayı sürüyorum sanırken onun arkasından sürükleniyor. Bu zahmetli yolda sanatçının tek yapabileceği başkalarından yardım almak, ve herkes gibi o da hazdan, unutuştan, aynı zamanda dostluktan ve beğenilmekten medet umuyor. Ve herkes gibi o da, umuda sarılıyor. Mesela ben umudumu hep verimlilik düşüncesinden devşirmişimdir. Bugünün çoğu insanı gibi ben de eleştiriden, küçümsemeden, kindarlıktan –tek kelimeyle nihilizmden– bıktım. Kınanması gereken şeyi kınamak şart, ama bunu dosdoğru ve uzatmadan yapmalı. Öte yandan, övgüye değer şeyleri de layıkıyla, uzun uzun övmek gerek. Sanatçı olmamın sebebi bu sonuçta, çünkü yadsıyan bir eser bile bir şeyleri olumlamakta, bize ait bu sefil ve muhteşem hayata selam durmaktadır.

Yarın öbür gün dünya yerle bir olabilir. Önümüzde duran bu tehlikeden çıkarılması gereken bir ders var. Böylesi bir gelecek karşısında mertebelerin, unvanların, payelerin gerçekte ne olduğunu görüyorsunuz: bir el hareketiyle dağılıp gidecek birer sis bulutu. Bize kalan yegâne gerçek, hepimizin paylaştığı o çıplak acı, ve acının kökleriyle iç içe geçmiş o direngen umut.

Zamanımızın kavgalarında hep inatçıların, belli bir onur duygusuna sahip olmaktan asla ümidini kesmeyenlerin tarafını tuttum. Bu çağın aşırılıklarının çoğuna ben de iştirak ettim, hâlâ da ediyorum. Ama hiçbir zaman, pek çoklarının yaptığı gibi “onur” kelimesine tükürmeye dilim varmadı. Bunun sebebi, hiç kuşkusuz, insanca zaaflarımın ve yaptığım haksızlıkların farkında olmamdı; onurun (tıpkı merhamet gibi), artık gücünü kaybetmiş adaletin ve aklın yerini alan, akılla açıklanamayacak bir erdem olduğunu içgüdülerimle biliyor olmamdı. Tutkuları, taşkınlıkları, zayıf yüreği yüzünden en bayağı zaaflara sürüklenen bir insanın, kendine, dolayısıyla başkalarına saygısını koruyabilmek için bir şeylere tutunabilmesi gerekir. Kendinde hiçbir kusur görmeyen o erdemlilikten, toplumun o korkunç ahlakından bu yüzden tiksiniyorum, çünkü tıpkı mutlak sinizm gibi bu da insanları umutsuzluğa gark ediyor ve bütün günahları sevaplarıyla kendi hayatlarının sorumluluğunu üstlenmekten alıkoyuyor.

Sanatın tek amacı, yaşamanın tek amacı, dünya yüzündeki her insanda bulunan sorumluluk ve özgürlük duygularının birleşimini artırmak olabilir. Sanat, hiçbir koşul altında, geçici bir süreliğine de olsa, o özgürlüğü azaltamaz veya bastıramaz. İnsanları iradeleri dışındaki bir kaideye uymaya veya inandırmaya meyleden eserler vardır. Bazı eserler de insanı içindeki en kötü yana, dehşete ve nefrete tabi kılmaya çalışır. Benim için bu tür eserlerin hiçbir değeri yok. Hiçbir büyük sanat eseri nefret veya ikrah üzerine kurulmamıştır. Keza, gerçek anlamda büyük hiçbir eser yoktur ki, onu anlayıp sevmiş olan her kişinin içindeki özgürlüğü yükseltmiş olmasın. İşte benim yüceltmeye çalıştığım özgürlük bu, hayatı sürdürmeme yardımcı olan bu. Bir sanatçı eserlerinde başarılı olur veya olmaz; hayatında başarılı olur veya olmaz. Ama sonunda, onca çabasının sonucunda, insanların sırtına binen çeşit çeşit esareti bir nebze de olsa hafifletmiş veya azaltmışsa, bir anlamda temize çıkmıştır ve kendini, bir dereceye kadar, affedebilir.

Albert Camus’yle 1957 yılında yapılmış ve Demain dergisinde yayınlanmış söyleşiden pasajlar, Resistance, Rebellion, and Death içinde, çev. Justin O’Brien (New York: Alfred A. Knopf, 1961) s. 237-241.

Çeviri: Derya YILMAZ
Kaynak: e-skop

Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.


Paylaş
Exit mobile version