Tanrıçaların devri tam olarak neden bitti?
Bir zamanlar, tanrıçalar hüküm sürmüş ve antik dönemin insanları İsis, Afrodit, İnanna, Nuwa’nın ezelî güçlerine ve muazzam güçlere sahip diğer tanrılara tapmışlardır.
Ancak tanrıçaların devri geçti. Daha önceleri kutsal oğul ya da âşık rollerine indirgenen eril tanrılar ön plana çıktı ve yüce tanrıçalara kendi tapınaklarında hizmetkâr olma görevi düştü.
Bu değişime ne sebep oldu? Kimi tarihçiler ve antropologlar, M.Ö. 10.000 yılında gerçekleşen tarım devrimi gibi antik dünyadaki büyük kültürel değişimlere yönelmiştir. Neticede bu, avcı-toplayıcı dönemin sonuydu. Bu dönemde mekan, sahip olabileceğiniz bir şeye dönüştü, kölelik kârlı hâle geldi ve erkek avcılar kaybettikleri statüyü yeniden kazanmak için fetihlere başladılar.
Diğer yorumcular medeniyetin gelişmesine dikkat çektiler. Örneğin, antropolog Sherry B. Ortner maskülenliğin kültür ile, feminenliğin de doğa ile uyumlu olma eğiliminde olduğunu düşünmektedir. İlki, ikincisinin hâkimiyetinde ortaya çıktığı için değişim genel olarak feminenliği etkiler.
Ancak, ya değişim daha içselse? Ya daha eşitlikçi tanrıça merkezli bir kültürden, ataerkil ve kadın nefreti kültürüne değişimin nedeni yazılı dili edinmeye dayanıyorsa?
Bu konu, 1998 yılında, Amerikalı cerrah, yazar ve mucit Leonard Shlain (1937-2009) tarafından yazılan “Alfabe Tanrıçalara Karşı: Kelime ve İmge arasındaki Çatışma” kitabının ana tartışma konusudur. Joe McCormick ve ben konuyu Aklınızı Başınızdan Alacak Şeyler’in birkaç bölümünde keşfettik ve bu hipotez, sizin ilginizi çekmese de kesinlikle okur-yazarlık ve ataerkilliğin gücünü yeniden gözden geçirmenize neden olacak.
Shlain’in ortaya attığı anahtar sorulardan biri şudur: Ya yazılı dil, özellikle alfabetik dil, zihinde ataerkil bir bakış açısı geliştiriyorsa?
Shlain kitabında “alfabe, doğrusallığına ve dizilişine dayanarak, onu öğrenen kişilerde beynin sol tarafının fazla büyümesine neden olur; bu da bir lobun diğerine belirgin bir serebral baskınlık kurmasıyla sonuçlanır. Mecazen, bir taraf eşit dağıtılmamış bir yükü taşırken zihin, diğer yana yatar” şeklinde yazmıştır.
Shlain’in hipotezi, bir bakıma Robert K. Logan’ın yeni sosyal düzenler ve algısal gerçeklik yaratmada iletişim aracının aktif bir gücü olduğunu ileri süren alfabe etkisi hipotezini geliştirmiştir. Ayrıca bu, Marshall McLuhan’ın meşhur “Araç mesajdır.” ifadesinin de ana fikridir. Peki, tam olarak neden, yazılı dil tanrıçaların terk edilmesine ve kadınlara boyun eğdirilmesine yol açmıştır?
Kitabında Shlain, cinsiyet ayrımı olmaksızın herkesin feminen ve maskülen bakış açılarına sahip olduğunu, ancak bu bakış açılarının bize has evrimimiz ve avcı-toplayıcı geçmişimizden ötürü erkek ve dişi insanlarda daha fazla kodlanmış olduğunu savunmaktadır. Her bir bakış açısı aynı zamanda insan beyninin belirli bir lobuna bağlıdır. Bu loblar şu şekilde ayrılmaktadır:
Feminen bakış açısı (sağ beyin): bütüncül, eş zamanlı, sentetik ve somut dünya görüşü
Maskulen bakış açısı (sol beyin): doğrusal, sıralı, indirgeyici ve soyut dünya görüşü
Tabiatı itibarıyla doğrusal, sıralı ve indirgeyici olmasından ötürü yazılı dilin, antik okuryazar kültürlerde sol beynin baskınlığını teşvik ettiği görüşü bulunmaktadır. Alfabesi bulunmayan Çince yazı sistemi bile doğrusal ve soyut logogramlara* dayanmaktadır. Bir diğer deyişle, yazılı dil bütüncül besleyiciden ziyade avcı zihniyeti geliştirmektedir.
Shlain’in “Alfabe Tanrıçalara Karşı” kitabı büyük ölçüde, tüm dünyada hipotezini destekleyen tarihî örnekleri ele almaktadır. Bu örneklerin en eskisi Antik Sümer’e ait olup bu görüşü oldukça iyi bir şekilde sunmaktadır.
Sümerliler bilinen en eski tarihî Mezopotamya medeniyetiydi ve Nammu ve Nisba gibi güçlü tanrıçalarla dolu çok dinli bir tapınakla övünürlerdi. Ancak M.Ö. 1700’lü yıllarda, zaman içinde antik Tanrıça Tiamat’ı köleleştiren Tanrı Marduk ön plana çıktı. Bu tarihler, bize Hammurabi Yasaları’nı kazandıran Hammurabi’nin yaşadığı yıllara denk gelmektedir.
Hammurabi Yasaları, dünyanın deşifre edilmiş en eski yazmalarından biri olarak anımsanabilir; ancak aynı zamanda kadınlara baskıyla boyun eğdirmesiyle de bilinir. Yasaların dörtte biri, kadın haklarını kısıtlamak ile ilgilidir. Kocaya yüksek sesle konuşmak ya da daha önceleri uygulandığı anlaşılan ikinci bir koca almak gibi suçlara karşı acımasız cezalar konmuştur.
Shlain’in hipotezi radikal ve belki kanıtlanabilir değil; ancak dilin bilişsel kabiliyetlerimiz üzerinde bir gücü olduğuna ilişkin dikkatlice düşünmeye ve büyük oranda insanlığın ataerkil geçmişi ve inanç sistemlerini sorgulamaya teşvik etmektedir. Günümüz ibadet edenleri arasında neden çok az tanrıçaya saygı duyulur? Eşi benzeri görülmemiş bir teknoloji ve bilgi çağında dahi hâlâ neden toplumsal cinsiyet eşitliği için savaş verilmektedir?
Ses, video ve fotoğrafçılıktaki gelişmelere dikkat çeken Shlain sağ-yarım küreli bir hoşgörü, yardımsever ve doğaya saygılı yeni bir altın çağa dair umutlarını dile getirmiştir.
Ancak fazla sabırsızlanmayın. Bir türün fikrini değiştirmesi biraz zaman alıyor.
İlginç bir bilgi
Hinduizm ve onun güçlü tanrıçaları ile maskulen tanrıların feminen emsallerini merak etmiş olabilirsiniz. Shlain araştırmalarında Hinduizm’in dünyanın en bilinen dinlerinin en eskisi olmasının yanı sıra Hindistan’ın “alfabetik yazıya geçen son önemli antik kültürlerden biri” olduğunu belirtmektedir. Hâl böyle olunca da tanrıçalar henüz yerini koruyor.
* logogram: kelime ifade eden yazı karakteri.
fonogram: ses ya da hece ifade eden yazı karakteri.
Yazar: Robert Lamb
Çevirmen: Merve Gündoğdu
Kaynak: How Stuff Works