Antik Yunan’da şehir M.Ö. 6-7. yy’da ortaya çıkıyor. Öncesinde toplum düzeni aile ve köyden ibaret, kendi kendilerine yetiyorlar. Bu düzeni sağlayan gücün ilahi güçler yani tanrılar olduğu düşünülüyor. Ancak şehir kendi kendine yetemiyor ve kolektif karar alma gerekliliği başlıyor. Dolayısıyla şehirde insana muktedirlik atfedilmesi durumu doğuyor. İlahi olmayan muktedirliğin nasıl meşrulaştırılacağı sorunu ortaya çıkıyor. Gücün temellendirilmesinde, sonsuzluktan sonluluğa geçiş çok büyük sıkıntı yaratıyor. İnsanın kendi kendisini ve etrafını dönüştürebileceği fiilen ortaya çıktıkça yeni problematizasyonlar gerekmeye başlıyor.
İlk Presokratikler bu problemle uğraşmaya başlıyorlar. Örneğin Pythagoras tecrübe edilenin sınırlılığından ve sayısallığın sonsuzluğundan bahsediyor, görünür olandan sonsuzluğu ortaya çıkarma olasılığını ortaya koyuyor. Maddenin arkasındaki sayısallığı ortaya çıkartabilirseniz mükemmelliğe ulaşırsınız diyor. Böylelikle ilk defa iyi yaşam fikri ortaya çıkıyor.
(Bu arada Antik Yunan’da Hristiyanlık ve moderniteden çok farklı bir insan doğası tanımı ‘Psyche’ var. insanın sonsuz kapasiteleri olduğu bu kapasiteleri eylemle, kuvveden fiile çıkarabileceği düşünülüyor)
Platon, insanın psyche’sinin imkan olarak sınırsızlık ve sonsuzluk barındırdığını görüyor. Bunu gördükten sonra bunun nasıl hayata geçirilebileceğini araştırmaya başlıyor. İnsanın sınırlılığı ve sonluluğu bizzati kendi faliyetiyle ürettiği bir şey. Bu sınırlılık ve sonsuzluğun aşılması insan faaliyetiyle mümkün hale gelince Psyche’nin kendini gerçekleştirmesi eylemdeki sınırsızlık ve sonsuzlukla mümkün olabildiği düşüncesi oluşuyor. Burada ilginç bir denklem kuruyor Platon. Şehri de Psyche’den farksız, neredeyse onun analojik bir eşlemesi olarak düşünüyor. Psyche’nin kendini gerçekleştirme faaliyetini şehrin de gerçekleştirmesinin mümkün olabileceğini, bu iki gerçekleştirme sürecinin temelde birbirinden ayrılamayacağını gösteriyor.
Antik Yunan’daki felsefi tartışmalardan yola çıkarak günümüz şehirlerindeki temel sorunlara yaklaştığımızda şunu görüyoruz. Dünyadaki bütün şehirler performatif bir mantıkla çalışıyor ama buna tam ters bir mantıkla yönetiliyorlar. Tecrübi olanı önemsiz olarak kabulleniyoruz ama şehir öğrenerek perform ettiğimiz bir şey. Temsil aracı bu performatif işleyişi temsil etmekte aciz. Kentteki yaşamı regüle eden yasalarla kentte perform edilen gündelik hayat arasında dağlar var. Performatif tarafı geri planda bırakıp regüle etmeyi öne çıkarıyoruz. Bu durum şehirde yaşamanın varoluşsal gerilimini oluşturuyor. Gedik giderek açılıyor. İngiliz anahtarıyla kalp ameliyatı yapamayacağımız gibi, şehirdeki varoluşun kompleksitesini ve hassasiyetlerini görmeyerek şehri temsil etmeyi ve onu regüle etmeyi düşünemeyiz.
Bu yazı Açık Radyo’nun internet sitesinden alınmıştır. Konuşmanın tamamını dinlemek için tıklayınız.