Paylaş

Tarih felsefesi epeydir yerleşmiş bir bilim dalı, fakat arkeoloji felsefesi (yazılı kalıntılardan değil materyal kalıntılardan tarihin araştırılması) 1960’larda başlayan “yeni arkeoloji” devriminin ürünü. Arkeolojinin tıpkı fizik ya da biyoloji gibi bir bilim dalı olduğu savı “yeni arkeoloji” okulunun temel prensibiydi. 

Arkeoloji şüphesiz çok yönlü bir dal. Bu dalın akademisyenleri de laboratuvarlarında fiziksel, kimyasal ve biyolojik analizler yapıyor; yeri gelince sanat tarihini ve diğer sanatsal alanları çalışmalarına dahil ediyorlar. Öncü bir arkeolog olan Amerikalı Lewis Binford’a göre arkeoloji, bazı sanat teknikleriyle yolu kesişse de, kesinlikle bir bilim disiplini. Britanyalı Akademisyen David Clarke gibi bazıları içinse arkeoloji ne bir sanat ne de bir bilim, kendi içinde özel bir konu; “Arkeoloji, arkeolojidir.” diyor Clarke. Arkeolojinin herhangi bir sınıfa dahil olmadığını New Scientist dergisindeki makalesinde Sue Anderson da söylüyor. Ona göre bunun sebebi araştırma tekniklerinin geniş bir yelpazeye yayılması. 

Bu konu 20. yüzyıl arkeoloji dünyasında uzun ve çetrefilli tartışmalara sebep oldu. Bu kadar uzun süre tartışılması, bunun arkeologlar için önemli bir konu olduğunu gösteriyor. Sorunun bu denli önemli olmasınınsa kendi içinde karmaşık sebepleri var: Arkeoloji disiplininin kimliği, prestiji, araştırmaların alacağı yön ve tabii ki Anderson’ın da söylediği gibi, maddi yatırım. 

Peki arkeolojinin sanat, bilim ya da başka bir alanda sınıflandırılmasının ne önemi var? Bunun kısa cevabı bütün buluntuların arkeolojik bir prosedüre, kendi imgesini yansıtan bir işlem sürecine tabi olması. Çünkü cevap aranan soruların kendini ifadesi, ancak arkeologların kendi faaliyet alanlarına ve amaçlarına, buldukları kanıtlara, kullandıkları metotlara ve çözümlemelere inanmalarıyla mümkün. Zira eğer arkeoloji bilimsel bir öz alırsa, bir zamanlar bir akademisyenin arkeoloji dalına “şiirsel” demesi gibi durumlarla karşılaşılmaz. 

Zaten arkeolojinin karakterinin belirlenmesi hususunda uzun zamandır yapılan tartışmaların temel çatışması da buradan yükselir. Aslında bütün tartışma, arkeolojinin bir çeşit öznel yapıya da dayandığı, bu yüzden test edilemez olduğu, yani bilim olamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bu tabii, 1960’larda başlayan ve arkeolojinin bilimsel olduğu kanısındaki modern arkeoloji düşüncesinin tamamen zıttıdır.

Yani yol; arkeolojiyi, test edilebilen hipotezler üreten açıklayıcı bir bilim dalı olarak görenler ve benzer konularda ortaya atılan hipotezlerin neye göre ayrıştığını belirleyemeyen, öznel ve artistik çıkarsamalar yapan (süreçsel arkeoloji (1) karşıtı) bir disiplin olarak görenler arasında ayrılıyor. Süreçsel arkeoloji “yeni arkeoloji” ekolüne uygun olarak kendini bilimsel dünyada görüyor fakat süreçsel arkeoloji karşıtı olanlar, arkeolojiyi bilimden biraz uzak görüp sanata hatta özellikle edebiyata yaklaştırıyorlar. Edebiyata yakın olduğunu düşünenler, yukarıda bahsedildiği üzere arkeolojiye “şiirsel” denmesine sebep oldular.

Arkeolojinin özünde ne olduğu zaten başlı başına ilgi çeken felsefi bir soruyken bu ayrılan görüşler durumu, hâlâ çağdaş arkeolojiyi ve felsefeyi meşgul eden bir konu. Bu soruyu cevaplamanın prensip olarak iki yolu var: ya teorik ya da felsefi bir soruşturmayla, yani “Arkeologlar ne yapar?” sorusunu sorarak yahut da onu “belirli” sanatların uygulamalarıyla; sosyal ve doğa bilimlerinin, edebiyatın, sosyolojinin, fiziğin pratiğiyle karşılaştırarak.  

Tabii felsefi terimlerle düşünüldüğünde sanatların ve bilimlerin ayrıldığı noktalar münazaraya çok açık. Bu tartışmayı burada yapmak abes ve yersiz. Geniş bir yelpazeye yayılan ve umuyorum genel olarak kabul görecek olan kanı, bilim dallarının karşılıklı hipotezleri deneyler yoluyla bir sonuca ulaştırabilmesi ve dolayısıyla daha güvenilir olması, sanatlarınsa öznel kararların verildiği bir disiplin olmasıdır. Hatta daha da ileri gidip bütün bilimlerin matematiksel prensiplere dayandırılması gerektiğini söyleyebiliriz, zira sanat için aynı şey geçerli değildir. 

Bu geniş yelpazedeki tanımlamalara baktığımızda, arkeolojiye zorunlu olarak bilim diyebiliriz. En nihayetinde bütün bilgiler sayılarla sınıflandırılıyor; kullanılan bütün işlemler, incelenen ortak noktalar ve çalışmadaki tüm adımlar matematiksel terimlerle ifade edilebiliyor. Modern arkeoloji zaten kazı çalışmalarında bu türden araştırma yöntemlerini kullanarak, açığa çıkarılan eserlerin ve yapıların tarihlerini değerlendirmeye tabi tutuyor. Bunun temelinde de arkeolojinin, gramerin ve şiirsel ölçütlerin dikkate alındığı eserleri bir kenara koyarak, çoğunlukla matematiksel açıdan herhangi bir değerlendirmeye alınmayan edebiyat disiplininden ayrıldığını görüyoruz.

Araştırmalarında bütün bilim dallarının yaptığı gibi karşılaştırmalar yapıp sistematik bir biçimde olabildiğince nesnel kalarak bilgi toplamak, arkeolojiyi sanattan uzaklaştırıp bilime yaklaştırıyor. Bu çalışma çoğunlukla elde edilen bilgilerin mantıksal bir çerçevede analiz edilmesiyle yoluna devam ediyor. Bütün bu toplanan bilgiler ve elde edilen sonuçlar, üstünde çalışılması yahut kaynak olarak kullanılması için düzgün bir şekilde başkalarına sunuluyor. 

Konum konusuna gelindiğindiyse arkeolojinin, kazı alanlarında, laboratuvarda, kütüphanede yahut sınıfta çalışıldığını görüyoruz. Laboratuvar bütün bilimlerin ortak çalışma alanıyken, kalan mevkiler ilkesel olarak doğrudan bilime ait. Araştırma yapılırken kullanılan materyallere gelince hem sanat dallarıyla hem bilim dallarıyla ortak noktalar var, o yüzden bunu konuşmanın arkeolojinin bir sanat mı yahut bilim mi olduğu konusunda bize çok destek olmayacağı kanısındayım. 

Böyle bakıldığında bir uygulama olarak arkeolojinin bilim dallarıyla çok daha fazla paralel yanı olduğunu görüyoruz; özellikle jeoloji ve ekolojiyle. Arkeolojide çalışmaların resminin yapılması bile bir kayıt sistemi olarak kabul ediliyor ve objektif olması isteniyor. Böylelikle yukarıda bahsedildiği gibi çalışılması için paylaşılacak olan bilgiler toplamına ekleniyor.

Yani arkeoloji, bilim ile hem teorik bir temelde hem de uygulamaların çoğunda buluşurken, sanatla bir tek uygulamalar konusunda buluşuyor. Sanatın araştırmalarda kullanılması arkeolojiye özel bir durum değil, botanik resimlerinin çizilmesi de bir sanat unsurunun bilimde kullanılmasına örnek olabilir. Zira arkeolojinin merakı da tıpkı biyoloji, psikoloji ve hatta tıp gibi, insan üstüne. Bütün bu temeller uyarınca, arkeoloji bir bilimdir, evet bazen bütün sonuçlar matematiksel bir kanıta tabi olmayabilir ama bunun da arkeolojiye özel olmadığını söyleyebiliriz. Burada şu soru sorulmalıdır: Sosyal psikolojinin yahut ekolojinin kaç bulgusu matematiksel sayılabilir? 

Arkeoloji bir bilimse, bir sosyal bilim midir? İşte bu daha zor bir sorudur, çünkü hala sosyal bir bilimin uygulamada değil fakat teoride ne olduğu düşüncesi, ayrılıkların olduğu bir konu. Tabii bunu da burada tartışmak abes ama ben basitçe “toplumun bilimi” tanımının taraftarıyım. Yani bilimin temel amacının insan toplumunu anlamak olduğu düşüncesinin; elbette politika ve sosyolojiyi de dahil ederek… Bu düşünceyi temel alırsak arkeolojiye sosyal bir bilim diyemeyiz çünkü arkeolojinin çoğunluğu insanlık tarihini anlamak üzerine olsa da, örneğin çevresel arkeologlar antik teknolojiler ve coğrafi araştırmalar üstüne çalışıyorlar. Yani ne teoride ne de uygulamada insan toplumu mevzubahis. Elbette bu, bu alanda çalışanlar sosyal sorunlarla ilgilenmiyor demek değil fakat sosyal sorunlar yaptıkları araştırmaların temelinde yer almıyor demek. Burada arkeoloji ekolojiye yakın bir tutum sergiliyor; toplumsal çalışmaları yer yer içinde barındırabiliyor fakat bunu yapmak zorunda değil. 

En nihayetinde, arkeolojinin tıpkı ekoloji gibi sınıflandırılması gerektiğine dair güçlü bir argüman sunulabilir. Arkeoloji sanat ve sosyal bilimleri araştırmalarına dahil etse de bunu yapan tek bilim dalı değil; yani bu arkeolojiye özel bir durum değil. Arkeolojik bir konu araştırması yaparken de, uygulamalı çalışmalar yaparken de bilimsel bir metot izlemek daha doğru. Bir bakıma evet, “Arkeoloji, arkeolojidir.” fakat temeline indiğimizde, onu yapmak için uygulanan teknikler ve (hangi karakterde olursa olsun) diğer çalışma alanlarından da ilham alan kendine has araştırma biçimiyle arkeoloji, ayrık ve özgür bir varoluş süren bir disiplindir; tıpkı herhangi bir başka bilim dalı gibi.

Ken Dark, Cambridge’de dersler vermektedir, ciddi sayıda arkeolojik kazı yönetmiştir ve Teorik Arkeoloji dergisinin editörüdür. 

 

Dipnotlar:

Yazar Ken Dark, ülkemize gelip Ayasofya’da sayısız araştırmalarda bulunmuş, Bizans İmparatorluğu hakkında ve Ayasofya’nın Hz. İsa’nın doğduğu Nasıra şehriyle bağlantılarını araştıran çalışmalar yapmıştır. (ç.n.)

[1] Süreçsel arkeoloji yeni arkeoloji akımı temelinde arkeolojik çalışmaların bilimsel tarafsızlık ilkesine uyması gerektiğini savunan bir arkeoloji okuludur. Onlara göre arkeolojik çalışmalar olabildiğince öznel çıkarımlardan soyutlanmalı ve doğa bilimleriyle test edilmelidir. (ç.n.)

 

©® Düşünbil (2023)

 

Yazan: Kenneth Dark
Çeviri: Arda Erkurt
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: philosophynow.org


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com