İçimde bir fil sezgisi, kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı sıkan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun
Ahmet Telli
Can sıkıntısının temel kaynağı rutinleşme ve bir heyecan olmama durumudur. Yapılabilecek eylemlerden uzak bırakılma hâlidir. Ancak insan yapabileceklerinin ölçüsünü tam olarak bilmediği zaman sıkılma ölçütü biraz aşağı iner. Ancak sürekli daha fazlasını yapabilmenin hayalini kuranların can sıkıntı süresi daha fazladır. Can sıkıntısı bulunan durumun artık değişmesi ve daha iyisinin (tabii iyi mi kötü mü olduğu bu değişimden çok sonra anlaşılacaktır) gelebileceğinin hayalini kurmak ile başlar. Peter Toohey can sıkıntısı gibi bir duygunun ancak tiksinti duygusunun ilkel bir türevi veya uyarlaması olabileceğini yazmıştı. İlkel bir güdü olduğundan can sıkıntısı sadece insanlarda da bulunmayabilir. Örneğin hiç güneşin batmadığı bir dünyada; gündüz kendinden sıkılıp geceyi icat etmiş olabilir. Rutinlikten kurtulma çabası can sıkıntısının en önemli çözümlerinden biridir. Çünkü zaman, akması gereken bir deredir ve sıkılmış bir insan için zaman durmuş gibidir.
Can sıkıntısı en büyük buluşların ilk tohumudur. Bu buluşlar insan hayatı üzerinde kimi zaman iyi kimi zamansa kötü roller oynamıştır. Mağarada otururken hiçbir mülkiyet derdi olmayan atalarımız böyle büyük bir can sıkıntısı ile savaşı ve sınırları icat etmiş olabilir. İlk taşı bir yere koyup burası sınırdır diyen insan herhalde uzun bir süre tek başına kalmıştır ve büyük bir can sıkıntısı sonunda sınırları icat etmiştir. Tabii her zaman can sıkıntısı ile kötü işlere yol açmamıştır. Örneğin Graham Bell’in uzun, yalnız ve can sıkıcı günlerinin sonunda ilk telefon taslaklarına başladığını biliyoruz. Can sıkıntısına yol açan etkenlerden birisi, şimdinin amaçsızlığı ya da çaresizliği nedeniyle atıl bir durumdayken, kaçınılmaz olarak düşünülen güzel anılarla bu durum arasındaki aykırılıktır. Can sıkıntısı için başka bir ortam da, yeteneklerin tam olarak kullanılamadığı durumlardır. Can sıkıntısı entelektüel olarak çürümüş görüşlere ve kavramlara karşı tatminsizlik geliştirdiği için, yaratıcılığı teşvik edebilir (Toohey, 2015). Can sıkıntısı, insanın kendisi olmasını sağlar. Schopenhauer’a göre de, can sıkıntısı aslında birbirini pek az seven insanların yine birbirlerini aramasına yol açarmış. Can sıkıntısı bizi ilgilendirmeyen her şeye yapıştırdığınız boş bir etikettir. Sıkıntı bizim dışımızda olduğunu düşündüğümüz, bize yararı veya zararı dokunmayan olguları etiketleme biçimimizdir. Sıkıntı her şeyden önce içinde yaşadığımız bir şeydir, üstüne sistemli olarak kafa yorduğumuz bir şey değil (Svendsen, 2008).
İlkel bir güdü olarak bakıldığında can sıkıntısı tarih boyunca insan hayatının dinamosu olmuştur. Hatta Bertrand Russell toplumsal ilerlemenin temel kaynağının −alaycı bir üslupla− can sıkıntısı olduğunu söylemektedir. Can sıkıntısından kurtulma isteği doğal bir duygudur; bütün insanlar bu sıkıntıdan kaçmak isterler. Vahşîler, beyaz adamın elinden alkolü tattıklarında, yüzyıllardan beri yaşadıkları can sıkıntısından kurtulmuş, hükümetin araya girdiği zamanlar dışında çatlayıncaya kadar içmeye başlamışlardı (Russell, 2013). Savaşlar, baskınlar, toplu öldürmeler can sıkıntısından kaçmak için yapılmış; hatta komşuyla kavga etmek, hiçbir şey yapmamaktan daha iyi görülmüştür.
İlk ve Orta Çağ gözlemlendiğinde, can sıkıntısının boyutlarının hayal edemeyeceğimiz bir düzeyde olduğunu algılayabiliriz. Mağaranın içinde ateş yeni bulunmuş ve yapacak hiçbir şeyi olmayan bir kabilede can sıkıntısının boyutları oldukça fazla olsa gerek. Tabii bu duruma dayanabilmelerinin en büyük kaynağı daha can sıkıntısından başka bir şey bilmiyor oluşları. Bizim, atalarımızdan daha az canımız sıkılıyor, ama can sıkıntısından daha fazla korkuyoruz. Biliyoruz ki can sıkıntısı alın yazımız değildir ve yeterince çaba gösterip heyecan peşinde koşarsak ondan kaçınabiliriz. Hayvan avlarına çıkmayı bekledikleri süreci büyük bir can sıkıntısı ile geçirdikleri muhtemeldir. Konunun başında bahsettiğimiz gibi böyle büyük bir can sıkıntısı savaşın mucidini tetiklemiş olabilir. Sonraki dönemlerde ise bir Orta Çağ köyündeki kış mevsiminin tekdüzeliğini gözünüzün önüne getirin. Yollar tümüyle kapanmış olduğundan, köyün dışından bir insan görmek hemen hemen olanaksızdır. Büyücü yakalamak için yapılan baskınların bir nedeni de can sıkıntısı olsa gerektir; böylece kış geceleri biraz olsun canlandırılmaya çalışılmıştır. Din ve dinsel eylemler can sıkıntısına biraz olsa da iyi gelmeye başlamıştır.
Küçük yerleşim yerlerinde günümüzde bile Orta Çağ’dan kalma bir can sıkıntısı yaşanmaktadır. İnsanlar geçimlerini tarım ile sağlıyor ve fabrikalarda çalışmıyor ancak yapacak bir şeyi olmadığı ve günlük yaşamlarının rutinleşmesinden kaynaklı yine büyük can sıkıntısı yaşıyorlar. Köylerde yaşayan insanların durgun ve ağır hareket ediyor olması şehirden gelen bir insan için rahat gözlemlenebilir bir taraf olmalıdır. Çünkü en masum gece hayatı olarak ifade edilecek akşam ailece bir yürüyüş bile böyle küçük yerleşim yerlerinde oldukça kısıtlıdır. Köylerde birey böyle büyük bir can sıkıntısına karşı gittikçe durgunlaşıp hayata karşı beklentilerini azaltarak bir çözüm bulamaya çalışmıştır. Köy kavgaları genelde su sırası ve küçükbaş hayvanların sınır taşlarını aşıp başka bir bahçeye girmesi gibi küçük, çözülebilir nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Belki bu kavgalar büyük can sıkıntısına bir çözüm aracı olarak geliştirilmiştir. Masum, cana yakın olarak bilinen köy insanını rutinlik, şehir insanı kadar tahammülsüzleştirir.
“Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. ‘İş avutur,’ derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. (…) Ama biliyordu: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi. Alışmayı anlıyordu. İşte insan beyni bile alışıyor, hep aynı şeyi tekrarlıyordu” (Atılgan, 2006). Şu ana kadarki tarihsel süreçte anlattıklarımızdan yola çıkarsak makine çağı can sıkıntısını büyük ölçüde azaltmıştır diyebiliriz. İşçilerin çalışma saatleri tekdüze geçmez, akşam saatlerinde de, eski zaman köylerinde bulunmayan eğlence olanakları vardır. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’da bahsettiği gibi modern zamanlarda çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu.
Tekdüze sayılabilecek bir yaşama katlanma becerisi çocuklukta kazanılır (Russell, 2013). Bu konuda modern anne-babaların suçu büyüktür; çocuklarına birbirlerine benzeyen günler geçirtmenin önemini kavrayamadıklarından, onlara sinema, tiyatro ve iyi yiyecekler gibi pasif eğlenceler sağlarlar. Çocukluk eğlenceleri, çocuğun çaba harcayarak çevresinden çıkaracağı yaratıcı eğlenceler olmalıdır. Bir çocuk, tıpkı bir filiz gibi, en iyi şekilde, yeri değiştirilmemekle gelişir. Çok fazla yolculuk, çok değişik etkilenmeler gençler için iyi değildir ve büyüdükçe tekdüzeliğe dayanamamalarına neden olurlar (Russell, 2013). Bazı iyi şeyler, belirli derecede tekdüzelik olmadan mümkün değildir.
Fazla heyecanlı bir hayat yorucudur ve böyle bir yaşamda, heyecan duyabilmek için çıtayı sık sık yükseltmek gerekir. Bu, tıpkı alkole düşkün bir insanın durumu gibidir, yani başkalarının dayanamayacağı derecede alkolü artık yetersiz bulan birisi gibidir. Gittikçe daha fazla heyecan isteğini dizginlemek de sonunda kaçınılmaz olarak can sıkıntısına yol açar. Fazla heyecan yalnız sağlığı tehlikeye düşürmekle kalmaz, her türlü isteği de körleştirir ki, bu da organik doyum yerine gıdıklanma isteğinin, mantık yerine zekânın, güzellikler yerine kaba oyalanmaların geçmesi nedeniyle olur. Sonuç olarak can sıkıntısı insan temel bir içgüdüsüdür. Can sıkıntısı doğanın birebir içindeyken de bulabilir bizi; yoğun bir şehir hayatı içinde de. Köylerde doğayla tarımla içiçe yaşayan insanların büyük bir can sıkıntısı yaşadığı aşikârdır. Şehir insanın yaşadığı sıkıntıdan daha az fark edilir olmasının nedeni beklentilerinin düşük olmasıdır. Köyde ufak bir düğün veya su sırası kavgası heyecan ve rutinlikten çıkmak için bir olanak iken şehirlerde bunun ölçüsü daha büyük olabilir. Sıkıntı iyi veya kötü her deneyim için birer başlangıçtır. İnsanın anahtarıdır ve can sıkıntısı insanın kendisi olmasını sağlar.
Kaynaklar:
ATILGAN, Y. (2006). Aylak Adam. İstanbul: YKY.
RUSSELL, B. (2013). Mutlu Olma Sanatı. İstanbul: Say Yayınları.
SVENDSEN, L. (2008). Sıkıntı’nın Felsefesi. İstanbul: Bağlam Yayımcılık.
TOOHEY, P. (2015). Can Sıkıntısının Eğlenceli Tarihi. İstanbul: Doğan Kitap.
Yazar: Ali Eren Demir
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.