Paylaş

Başkalarının bize en az bizim kadar dikkat ettiği yanılgısı: spot ışığı etkisi

Çoklu evren teorilerinin tartışıldığı dünyamızda, bugün en az iki evren olduğunu söyleyebilirim: kendi büyük evrenlerimiz ve içinde kendi büyük evrenlerimizi kurduğumuz ortak küçük evrenimiz. Ortak küçük evrenimiz, somut gerçeklik algılarımızla varlığı konusunda uzlaştığımız, içinde nefes alıp verdiğimiz, iklim şartlarına göre terlediğimiz ya da üşüdüğümüz yerdir. Bu evrenin yollarında trafiğe çıkar, içinde evler kurar, yıllar içinde çeşitli doğal afetlere tanık oluruz. Ancak bu evren, aslında sonsuz gökyüzünün altında ve ötesinde, tüm bunların dışında, bizim yaşadığımız semtlerin, şehirlerin, ülkelerin, görebildiğimiz ve hayal edebildiğimiz gökyüzünün daha da ötesindedir. Kendi büyük, büyütülmüş evrenlerimiz ise… İçinde nefes alıp bazen veremediğimiz, duygusal iklimlerimizin sert rüzgârlarında savrulduğumuz, kendi yarattığımız afetlere kurban gittiğimiz, sınırları hayal edebildiklerimizle çizili olan, mikroskop camının altında büyüttüğümüz benliklerimiz, yani “Ben” evrenleridir.

“Ben kimim?” bugün çok popüler olan, hepimizin dilinde dolaşan bir soru cümlesidir. “Ben en çok x rengi severim. Aslında bazen x renginden sıkılıp y rengini tercih ederim. Hatta şöyle desek daha doğru olacak; giyinirken x, evimi dekore ederken y, saçlarımda z rengini seviyorum. Önemsiz görünüyor olabilir ama bu da tıpkı “benim” en çok hangi yemeği sevdiğim, favori film karakterimin kim olduğu, beni en çok güldüren kişinin ismi, en utanç verici anım kadar önemli bir ayrıntıdır” (“Size anlatayım da hep birlikte gülelim, o zaman utanç verici anılarıyla dalga geçebilen o kişi olacağım. İçten içe utanmaya devam edebilirim ama önemi yok, siz aksini düşünün”). Özetle ben, benim giymeyi, evimi dekore etmeyi sevdiğim farklı renklere karşı en az benim kadar duyarlı olduğunuzdan eminim. Tıpkı ben utandığımda sizin bana içten içe güldüğünüzden hiçbir şüphem olmadığı gibi.

Türkçe’ye “spot ışığı etkisi” olarak uyarlayabileceğimiz “spotlight effect” kavramı; ilk kez 2000 yılında Thomas Gilovich, Victoria Husted Medvec ve Kenneth Savitsky tarafından yapılan çalışmada ifade edilmiş olup araştırmacılar tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “İnsanlar, sosyal spot ışıklarının kendileri üzerinde, gerçekte olduğundan daha fazla parladığına inanmaya meyillidir.” Spot ışığı etkisinin, gündelik hayatımız içerisinde pek çok örneği bulunmaktadır. Diğer insanların hem anlık davranışlarımız ve görünüşümüze, hem de davranış ve görünüşümüzde zaman içinde meydana gelen değişimlere karşı sergileyecekleri dikkatin seviyesini fazlasıyla abartmaktayız. Belki de bu duruma verilebilecek en iyi örnek, pek çoğumuzda yaygın bir korku haline gelmiş “bad hair day” yani “kötü saç günü” fenomenidir (Gilovich, Medvec & Savitsky, 2000, s. 211).

Spot ışığı etkisi, araştırmacılar tarafından da tanımlandığı gibi, başka insanların bize, en az bizim kendimize dikkat ettiğimiz kadar dikkat ettikleri yönündeki hatalı varsayımımızdır. Diğer insanlar tarafından spot ışıklarının üzerimize çevrildiği durumların varlığı elbette yadsınamaz; ancak dürüst olmak gerekirse herkes kendi evreninde o kadar meşguldür ki, ışıkları üstümüze çevirenin çoğu zaman kendimiz olduğu gerçeği göz ardı edilir. Topluca çekildiğimiz bir fotoğrafta en önce ve en fazla kendimizi incelememiz, diğerlerinin gayet normal göründüğümüzü düşündüğü bu fotoğraflarda kendimizi çok çirkin bulmamız (ya da tam tersi), çevremizdekiler saçlarımızın bir önceki günden, hatta günlerden farklı olmadığını düşünürken bizim o günü “kötü saç günü” ilan etmemiz gibi örnekler çoğaltılabilir. Ancak spot ışığı etkisi elbette fiziksel düzlemle sınırlı değildir. Kendi büyük evrenlerimizde yaşadığımız acıları emsalsiz saydığımızı, yanımızdakilere “Elbette biliyorum, herkes benzer acılar yaşıyor” derken, içten içe “Herkes acı çekiyor biliyorum ama benimki bir başka sanki” dediğimizi inkâr edebilir miyiz? Hatta herkes aklını bir kutuya koyup ortalığa bıraksa, her şeye rağmen yine kendi aklımızı bulmaya koşacak olmamızı?
Spot ışığı etkisinin, varoluşsal acılarımızı daha da katlanılmaz kılan, kökeni yanılsamalara dayanan bir “algı” olduğunun farkına varmak, yanılsamaları düzeltmeye başlamak için oldukça iyi bir nokta diye düşünüyorum. Kendi büyütülmüş evrenlerimizi bu kadar incelemeyi bıraktığımız, kendi varlığımıza daha az “aktör” ve daha çok “gözlemci” olarak yaklaşabildiğimiz ölçüde; kötü saçlarımızdan, görüntümüzdeki varsayımsal değişikliklerden, duygusal çalkantılarımızdan ve varoluşun acısından duyduğumuz sancı azalacaktır.

…komşunun kölesi bir bardak veya başka bir şey kırmış olsa onu yatıştırmak için bunun bayağı bir kaza olduğunu söylersin. O halde senin bardağını kırdıkları vakit de komşunun bardağı kırıldığı zamanki kadar sakin olmalısın. Bu prensibi en önemli meselelere tatbik et… Başkasının oğlu veya karısı öldüğü vakit hiçbir insan yoktur ki bunun insanlığın kaderi olduğunu söylemesin. Fakat bu sözü söyleyen adamın oğlu veya karısı ölünce yalnız hıçkırık, haykırış ve inleme duyulur: ‘Ne kadar talihsizim! Mahvoldum!’ Böyle hallerde aynı kazaların başkalarının başına geldiği vakit duyduklarımızı hatırlamalıyız.”Epiktetos (Altuntaş, 2012, s. 92)

Özünde; kendi bardaklarımıza da komşunun bardağı kadar mesafeli yaklaştığımızda, bardağa sahip olan aktörü oynamaktan çıkıp bardağı gözlemleyen komşuya dönüştüğümüzde, bardağın kırılmasının neden olacağı acı eskisi kadar şiddetli olmayacaktır.

Kaynaklar:

Altuntaş, H.İ.H. (2012). Epiktetos, Düşünceler ve Sohbetler. Alınan yer: https://ismailhakkialtuntas.com/2012/04/25/epiktetos-dusunceler-ve-sohbetler-konu-baslikli-duzenleme/
Gilovich, T., Medvec, V. H., & Savitsky, K. (2000). The spotlight effect in social judgment: An egocentric bias in estimates of the salience of one’s own actions and appearance. Journal of Personality and Social Psychology, 78, 211–222.

Yazar: Seval Dönmez

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Seval Dönmez

1989'da Ankara'da doğdum. Hacettepe ve ODTÜ’de Psikoloji alanında eğitim aldım. Yol arkadaşım Çikilop'um (tekirim) ile zaman geçirmeyi, piyano müzikleri dinlemeyi, yazmayı seviyorum. Hayatı, konuşmalarımızı ve olan bitenleri şuna benzetiyorum: "İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım." (Halil Cibran)