Cezayir’de Pierre Bourdieu’nün fotoğraflarından oluşan sergi, oldukça müphem bir havaya sahiptir. Pierre Bourdieu, askerî görevini Cezayir’de (1955-1957) yaptıktan sonra Alger Üniversitesi’nde eğitmenlik yapmıştır (1957-1960 4 Kasım’a kadar). Sergi ilk olarak 2003 yılında, ölümünden kısa bir süre sonra, “Institut du Monde Arab” (Arap Dünya Enstitüsü) ve Graz Sanat Galerisi’nde Camera Austria ve (İsviçre St-Gall merkezli) Bourdieu Vakfı himayesinde gösterime sunulmuştur. Serginin kataloğu etkinlik için yeniden basıldı ve Cezayir hakkındaki çeşitli yazılarını ve 2001’de Franz Schulteis ile yaptığı bir röportajı içermektedir. Aniden farkettim ki tam 50. Yıl dönümünde orayı ziyaret ediyordum (20. yıl dönümünde de oradaydım).
Bu, o zamanlar henüz 30’una varmamış Bourdieu için bir geçiş dönemiydi. Zorunlu olarak orduya alındı – kendisinin de sergide gösterilen bir filmde belirttiği gibi – bu bir ceza değildi 25 yaşındaydı ve onun yaşındaki herkes gibi o da bu seferberliğe dahil edilebilirdi. İlk görevinde ön saflarda veya savaşın içinde değildi, bir deponun bekçiliğini yapıyordu. Sonrasında editör olarak çalıştığı Cezayir Genel Hükümet Ofisi’ne transfer edildi. Diğer askerlerin aksine görevi boyunca hiç fotoğraf çekilmemiş, “çekilemedim” demiştir. Entelektüel olarak bu savaşa karşı çıksa da (L’Express’e ait yasaklı bir dergiyle yakalanmıştır) bazı akranlarının aksine aktif bir karşıt mücadeleye girişmemiştir. “Çantacı” olmasa da (“intellectuel engagé” yani ‘siyasi açıdan etkin entelektüel’ imajının arketipi olmasına daha 20 yıl vardır) bir zamanlar özgür bir üniversite asistanı olan Bourdieu, deneyimlerini kamuoyuna sunacaktır. Felsefe alanında eğitim almış olan Bourdieu, sosyoloji ve (kurallarına pek saygı duymadığını belirtse de) etnoloji alanlarına da kaymaya başlar.
Metodu bir kaç sene sonra Jean Duvignaud’un Chebika’daki çalışmalarıyla benzerlik gösterir. Cezayir’in o zamanlar içinde bulunduğu “sosyal laboratuvar” durumu karşısında oldukça çaresiz ve savaşın tehlikeleri (kendisi hiç tehlike altında kalmadığı halde) hakkında oldukça bilinçli olsa da bazen Cezayir Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun sözde faydaları konusunda (örneğin vergiler ve krediler hususunda) oldukça naif bir tutuma sahiptir. Şartların bir sosyolog olmaya ittiği Bourdieu elindeki tüm imkanları kullanır. Mesafeli bir araştırmacıdan çok kendini adamış birincil bir tanık olan Bourdieu, kendini “bürokratik sosyoloji” olarak adlandırdığı şeyden koparmıştır. Cezayir’de edindiği bütün bu deneyimler kariyeri boyunca oluşturacağı kuramların temelini oluşturmuş, gelecekte oluşturduğu pek çok konsept, temelini bu deneyimler sayesinde bulmuştur.
Fotoğrafçılığa yaklaşımı Fransa’ya dönüşünün ardından Kodak için yaptığı ve “sıradan” olarak nitelendirdiği eleştiri çalışması ile oldukça çelişen bir yapıya sahipti (ilginçtir ki bu çalışma sergide satışa sunulmamıştı). Ne fotoğrafçılığın sınırları ne de fotoğrafın insanı şüpheye nasıl itebileceği konusunda herhangi bir düşünce barındırmıyordu. Bu çalışmaları esnasında Bourdieu fotoğrafları araştırmalarını belgelemek amacıyla çekmekteydi (fotoğrafların mekân ve tarih bakımından sınıflandırılmaları, aynı döneme ait Germaine Tillion’un çalışmalarındakilere kıyasla oldukça vasat kaçıyordu). Savaşa, yıkıma, ölülere ve yaralılara dair fotoğraflar yoktu, gerçeklik yoktu. Fotoğraflarının çoğu gizlice çekilmişti: Leica kamerasını terk edip göğüs hizasından gizlice fotoğraflar çekmesini sağlayan Zeiss Ikoflex’e geçiş yapmıştı. Çoğu insanı arkalarından, farkedilmeden fotoğraflamıştı. Bazı fotoğrafları modernlik ve gelenek karşıtı pitoresk, hatta komik kartpostallara benziyordu bu temadaki fotoğraflar favorilerinden pek çoğunu oluşturuyordu. Aşağıda görebileceğiniz scooter üstündeki peçeli kadının ve Alger fuarında kahve içen kadınların fotoğrafı buna güzel iki örnek oluşturuyor.
Habitat ve Le Déracinement (Uprooting/Kök Sökümü) yazılarındaki düşünceleri ne kadar kayda değerse kadın erkek ilişkileri ve savaşın bu ilişkileri nasıl değiştirdiği hakkındaki konuşmaları da o kadar basite indirgeyicidir: Germaine Tillion’u alıntılasa da onun peçe hakkındaki açıklamalarını pek sık kullanmaz ve Bourdieu’nün cinsiyetler arasındaki davranış farkları hakkındaki analizleri bilimsellikten çok edebiliğe yakın görünür. “Tabular” hakkındaki analizi biraz hafif görünür. Lakin o bir etnologdan çok bir filozof ve kendini yetiştirmiş bir sosyologdur (Rorschach’tan bahsetse de bir psikolog olduğunu savunamayız).
Bir fotoğrafçı olarak, Bourdieu’nün tanıdık bir empatiyle bilimsel bir mesafe arasında git gel yaptığını gözlemlenebilir: zaman zaman, Blida’da, 1960 yıllarında, muhtemelen bir terasta otururken, gelen geçenin fotoğrafını çekerdi. Bu şekilde Cezayir sokakları’na dair oldukça ilginç bir belgesel çalışma ortaya koymuştur; aynısı “camps de regroupement” (toplama kampları) fotoğrafları için de geçerlidir (habitus konseptinin oluşumu bu döneme denk gelir). Bu serilerin aksine, önünde duraksayan veya oyun oynayan çocukları çektiği fotoğraflarında (veyahut Collo’daki sünnetin fotoğrafları) kolonize edilmiş Cezayirlilere karşı bir yakınlık, sıcaklık ve tutkulu bir bağlılık hissedilebilir.
Bu fotoğraflar sadece belgeleme amacıyla çekilmişti ve Bourdieu’nün bunları göstermeme sebebi “sanatçıyı oynamakla suçlanma korkusu” idi. Öyle olsalar da pek çoğu (bağlamı da göz önünde bulundurursak) iyi birer sunumdu, fotoğraflar, belgesel veri olarak değerlerini hala koruyorlar. Sergide Marc Garanger’nin belgeleme odasındaki albümüne de göz attım. O da (çok daha şiddetli bir biçimde) kolonyal gerçeklikle yüz yüze gelmişti: aradaki fark hayret vericiydi
Yazar: Lunettes Rouges
Çevirmen: Utku Küçükdüner
Kaynak: whatart33
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.