Paylaş

Her duygunun bir amacı vardır – evrimsel bir faydası,” der psikolog ve The Upside of Downtime: Why boredom is Good’un yazarı Sandi Mann. “Bu olumsuz, anlamsız gibi görünen can sıkıntısı duygusuna neden sahip olduğumuzu bilmek istedim.”

Mann’ın uzmanlığı “can sıkıntısı”na girişi bu şekilde. 1990’larda çalışma ortamındaki duyguları araştırırken, öfkeden sonraki ikinci yaygın bastırılmış duyguyu – ne olduğunu tahmin ettiniz – can sıkıntısını keşfetti. “Öyle kötü baskı görüyor ki,” dedi, “Neredeyse her şeyin suçu can sıkıntısına atılıyor gibi.”

Mann can sıkıntısı konusunun derinlerine inerken,  onun “oldukça ilginç” olduğunu farketti. Aslında anlamsız değildi. Southampton Üniversitesi’nden Wijnand van Tilburg bu rahatsız edici, berbat hissin önemli evrimsel işlevini şu şekilde açıkladı: “Can sıkıntısı, insanları ellerindekilerden daha anlamlı buldukları aktivitelerle ilgilenmeye hevesli hale getirir.”

“Sıkılmadığımız bir dünya hayal edin,” dedi Mann. “Her şeyden sürekli heyecan duyarız – düşen yağmur, kahvaltıdaki mısır gevreği.” Can sıkıntısının evrimsel amacının ardından Mann, hayatta kalmaya katkısının ötesinde faydaları olup olmadığı üzerine merak sardı. “İçgüdüsel olarak,” dedi, “Hepimizin yaşamımızda bir miktar can sıkıntısına ihtiyacı var.”

Bir grup katılımcıya hayal edebileceği en sıkıcı görevin verildiği bir deney tasarladı: telefon defterinden elle numara kopyalama. (Bunun gibi bir şey görmemiş olanlarınız, Google’dan kontrol edebilirsiniz.) Bu, 1967 yılında Amerikalı psikolog ve yaratıcılığı inceleyen ilk araştırmacılardan J.P. Guilford tarafından geliştirilen klasik bir yaratıcılık testine dayanır. Guilford’un orijinal Alternatif Fayda Testi, kişilere bardaklar, ataçlar ya da bir sandalye gibi günlük objeler için akıllarına gelen en çok sayıda kullanım amacını bulmaları için iki dakika verdi. Mann’ın versiyonunda, Mann 20 dakikalık anlamsız bir görevin olduğu yaratıcılık testine öncelik verdi: telefon defterinden numaraları kopyalamak. Ardından, kişilerden iki kağıt bardağın (ekolojik olarak endişe verici su sebilinden aldığınız türden) mümkün olan en fazla sayıda faydasını sıralamaları istendi. Katılımcılar kaplar için saksı ve kum taşıyıcı oyuncak gibi orijinal sayılabilecek fikirler buldu.

İlgimizi kaybettiğimizde, zihnimiz kapanmaz.

Sonraki deneyde, Mann can sıkıntısı seviyesini arttırdı. 20 dakika boyunca telefon defterinden numara kopyalamak yerine, bu kez numaraları sesli okumak zorunda kaldılar. Az sayıda kişi bu görevi eğlenerek yerine getirse (artık siz düşünün) ve çalışmadan muaf tutulsa da, katılımcıların büyük çoğunluğu telefon defterini okumayı tümüyle, boğucu derecede sıkıcı buldu. Yazmak gibi aktif bir görevle ilgilenirken ilginin dağılması okumak kadar pasif bir şey yaparken olduğundan daha zordur. Mann’ın da varsaydığı üzere, küpe, telefon, çeşitli müzik enstrümanları ve Mann’ın favorisi Madonna-stili sütyen dahil, kağıt bardak için sonuç bu kez daha yaratıcıydı. Bu grup kabı bir konteynerın ötesinde düşündü.

Bu deneylerin yardımıyla, Mann düşüncesini kanıtlamış oldu: Sıkılan insanlar sıkılmayanlara göre daha yaratıcıdır.

Fakat yaratıcılığınızın ateşlendiği o an, sıkıldığınızda tam olarak ne olur? “Sıkıldığımızda, bizi yakın çevremizde bulamadığımıza iten bir şey için arayış içine gireriz. Bu nedenle o dürtüyü aklımızla gezinerek ve kafamızda bir yerlere giderek bulmaya çalışabiliriz. Bu, yaratıcılığı uyandırabilecek olandır, çünkü düşlemeye başladığınızda ve zihninize gezinmesi için izin verdiğinizde, bilinç ve ötesinden ileri düşünmeye başlarsınız. Bu süreç gerçekleşmek için değişik bağlantılar sağlar. Bu gerçekten harika.” Bütünüyle harika.

Can sıkıntısı, beynimizin akşam yemeği planlamaktan küresel ısınmayla mücadelede yeni bir buluşa kadar herhangi bir şeyi çözebileceği o yeni bağlantıları yaratmasına yardımcı zihin gezintisine giriş kapısıdır. Araştırmacılar, beynimizin sıkıcı bir şey yaparken ya da hiçbir şey yapmazken meşgul olduğu zihin-gezintisi fenomenini çok kısa süre önce anlamaya başladı. Düş kurmanın sinirbilimi üzerine yapılan çalışmaların çoğu son on yılda yapılmış durumda. Modern beyin-görüntüleme teknolojisiyle, beynimizin yalnızca bir aktiviteyle meşgulken değil, dikkatimiz dağıldığında da ne yapıyor olduğuyla ilgili hergün yeni bulgular ortaya çıkıyor. 

Bilinçli olarak bir şeyler yapıyorken – bir telefon defterine numaralar yazıyorken bile – ilgimizi kontrol eden ve kısıtlayan beyin bölgesi “yönetici ilgi ağı”nı kullanıyoruz. Sinirbilimci Marcus Rainchle’in belirttiği gibi, “İlgi ağı, bizim burada ve şimdi gibi çevremizdeki dünyayla direk bağlantı kurmamızı mümkün kılıyor.” Bunun aksine, beyinlerimiz gezindiği esnada, Raichle tarafından keşfedilen beynimizin “varsayılan mod ağı” denilen kısmını aktif hale getiriyoruz. Terim, beyni “hareketsiz” olarak betimlemek için de kullanılıyor: yani, harici, hedef odaklı bir göreve odaklanmadığımızdaki durum. Bu nedenle, popüler görüşün aksine, dikkatimiz dağıldığında, beyinlerimiz kapanmıyor. 20 yıl önceki sinirbilimdeki kariyerinin başından beridir zihin-gezintisi üzerine çalışmış olan Jonathan Smallwood, “Bilimsel olarak, hayal kurmak ilginç bir fenomen, çünkü insanları dış dünyadaki olaylara cevap niteliğindeki düşünceden ziyade salt düşünce üretmek zorunda bırakan kapasiteye hitap etmekte”  diye belirtti. (Tesadüf olmayabilir, doktorasını bitirdiği yıl varsayılan modun keşfedildiği yılla aynıydı.)

“Sıkılmadığımız bir dünya hayal edin. Her şeyden sürekli heyecan duyarız – düşen yağmur, kahvaltıdaki mısır gevreği.”

Zihin-gezintisine tutkun Smallwood, Twitter tanıtım yazısında, disiplininin hala emekleme döneminde olduğunu dile getirdi. “Felsefe ve sinirbilim tarihinde, bilişsel bilimin organize edilme yolu sebebiyle ilginç bir yeri var,” dedi. “En deneysel örnek ve teoriler, zihne ya da beyne bir şey göstermeye ve ne olduğunu izleyemeye bizi dahil etme eğiliminde.” Geçmişteki çoğu örnekte, bu hedef odaklı metod, beynin nasıl fonksiyon gösterdiğini bulmak için kullanılmış ve harici dürtüye nasıl adapte olduğumuza dair büyük miktarda bilgi sağlamış durumda. Smallwood’a göre “Zihin-gezintisi özel bir konu çünkü o fenomene uymuyor.”

Yine Smallwood’a göre sinirbilimin tarihinde önemli bir noktadayız, çünkü beyin görüntüleme ve orada neler döndüğünü bulmak için diğer kapsamlı araçların ortaya çıkışıyla, bugüne dek incelemeden kaçmış fonksiyonları anlamaya başlıyoruz. Ve bu, kafamızın içinde kasıtsızca konuya ilgisiz kaldığımızda deneyimlediğimiz şeyi içeriyor.

Düş kurmanın kritik doğası Smallwood’a neredeyse onu incelemeye başlar başlamaz kendini gösterdi. Dikkat dağılması, “insanları daha az karmaşık hayvanlardan farklı kılan şeyin temeli olabileceği” gerçeğinden dolayı, biz insan türü için çok önemlidir. Yaratıcılıktan geleceği tasarlamaya çeşitli beceriler getirir.

Konuda keşfedilecek hala çok şey var, fakat kesin şekilde açık olan şey, varsayılan modun beynin pasif olduğu durum olmadığıdır. Smallwood, test konuları bir tarayıcıya konulduğunda ve hiçbir şey yapmayıp sabit bir görsele bakıldığında ne gibi sinirsel değişimlerin meydana geldiğini keşfetmek için fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) kullanmaktadır.

Ortaya çıkan şey varsayılan moddayken, beynimiz etkin, odaklı düşünceyle meşgulken kullandığımız enerjinin yaklaşık yüzde 95’ini gizlice harcıyor olduğumuzdur. Pasif bir durumda olsa da, beynimiz hala dikkate değer bir oranda çalışmaktadır. İnsanlar Smallwood’un deneyinde tarayıcılarda uzanırken, beyinleri “oldukça düzenli doğal aktiviteler sergilemeye” devam etti.

“Bunu neden yaptığını gerçekten anlamıyoruz,” dedi. “Bir şey yapmanız istenmediğinde, düşünceleriniz durmuyor. Düşüncelerde yapacak bir şeyiniz yokken bile düşünce üretmeye devam ediyorsunuz.”

Smallwood ve ekibinin üzerinde çalıştıkları şeyin bir bölümü bu serbest üretilmiş düşünce ve düzenli, doğal beyin aktivitesi durumunu bağlantılamaya çalışmak, çünkü iki durumu “bir bozuk paranın iki farklı yüzü” olarak görüyorlar.

Sıkılan insanlar daha yaratıcı düşünürler.

Varsayılan mod ağını oluşturan beyin bölgeleri – içyan temporal lobu, içyan frontal korteks, posterior cingulate korteks – ilgi talep eden görevlerle meşgulken kapanır. Fakat otobiyografik belleğimizde (kendi kişisel yaşam deneyim arşimiz), zihin kuramında (özellikle, diğer kişilerin ne düşünüp hissettiklerini hayal etme yetimiz), ve – bu olağanüstü – özgöndergesel baskıda (öncelikli olarak, öze mantıklı bir algı oluşturma) çok aktiflerdir.

Dış dünya üzerindeki odağımızı kaybettiğimizde ve içimize doğru çekildiğimizde, faaliyetimiz sona ermiyor. Geniş bir anılar hazinesine gizlice geçiş yapıyoruz, gelecek olasılıkları hayal ediyoruz, diğer insanlarla etkileşimlerimizi inceliyoruz ve kim olduğumuzu düşünüyoruz. Dünyadaki en uzun kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklerken zaman kaybettiriyor gibi hissettirir, fakat beyin fikirlere ve olaylara derinlik katmaktadır.  

Bu, zihin gezintisi ya da düş kurmanın diğer biliş formlarından farklı olmasının odak noktasına iner. Şeyleri deneyimleme, düzenleme ve anlamayı dış dünyadan bize geliş şekilleri temelli gerçekleştirmek yerine, kendi biliş sistemimiz aracılığıyla yaparız. Bu, bize olay anından sonra daha büyük bir anlayış için yansıma ve yeti sağlar. Smallwood bir argümandan örnek sunar: Durum meydana gelirken, objektif olmak ya da şeyleri diğer insanların bakış açısından görmek zordur. Öfke ve adrenalin, diğer kişinin fiziki ve duygusal varlığı gibi derin düşünceye engel olur.

Fakat ertesi gün duşta ya da araba sürerken, beyniniz argümanı anımsar, düşünceleriniz ince ayrıntılı hale gelir. Sadece söylemiş olmanız gereken milyonlarca şeyi düşünmez, aynı zamanda belki “tartıştığınız kişinin dürtüsü” olmaksızın, farklı bir perspektife sahip olur ve içgörüler kazanırsınız. Kişisel bir etkileşimle ilgili onu gerçek dünyada karşıladığınız şekilden farklı düşünmek, zihin gezintisince teşvik edilen bir yoğun yaratıcılık formudur.

Smallwood’a göre “Düş kurma, sosyal etkileşimlerin önemli olduğu bizim gibi türler için özellikle kritiktir. Bunun sebebi, günlük yaşamda karşılaştığınız en tahmin edilemez şeyin insanlar olmasıdır.” Bunu ortadan kaldırırsanız, dünyamızın çoğu trafik ışıklarından bakkaldaki ödeme noktasına kadar aslında oldukça basit kurallar dizisince yönetiliyor. İnsanlar –fazla değil. “Düş kurma hemen her zaman diğer insanlarla olan yaşamın karmaşık taraflarını anlamlı hale getirme ihtiyacını yansıtır.”

Profesör Smallwood’la konuşmak beni, emailleri kontrol etmek, Twitter’ı güncellemek ya da sallantılı bir uçağa binmek için devamlı ceplerimizi ya da çantamızı karıştırmakla geçen bir günde tüm çatlakları doldurmanın yıkıcı olduğuna hiç olmadığı kadar ikna etti. Neden birinin zihninin gezinmesine izin vermenin yaratıcılık ve üretkenliğin anahtarı olduğunu gördüm.

“Çekişmeli bir durum,” diye belirtti Smallwood. “Demek istediğim, zihni sürekli gezinen insanlar, herhangi bir şeyi tamamlamayacaktır.”

Haklı. Smallwood’un beni yavaşlatmaya çalışmasını sevmedim, fakat, şu gerçek, düş kurma her zaman iyi bir şey olarak düşünülmedi. Freud gündüz düşçülerinin nörotik olduğunu düşündü. 1960’ların sonunda, öğretmenler gündüz düşü kuran öğrencilerin akıl sağlığı konularında riskli olduğu üzerine uyarıldı.

Görünen o ki farklı düş kurma ve zihin gezintisi yolları bulunuyor – hepsi üretken ve pozitif değil. Ufuk açan kitabı The Inner World of Daydreaming’de, zihin-gezintisi üzerine 50 yıldan fazla süredir çalışmalar yapan psikolog Jerome L. Singer gündüz düşünün üç farklı biçiminden bahseder:

  • zayıf ilgi kontrolü
  • suçlu-disrofik
  • pozitif-yapıcı

Ve, evet, göründüğü gibiler. Zayıf ilgi kontrollü insanlar endişeli, telaşlıdır ve konsantre problemi yaşar, gündüz düşleri esnasında bile. Zihin gezintimiz disrofik olduğunda, düşüncelerimiz üretken olmayan ve negatif yerlere kayar. Kendimize önemli bir doğumgününü unuttuğumuz için fırça atarız ya da ihtiyaç duyduğumuzda zekice bir yanıt vermekte başarısız olmayı kafamıza takarız. Suçluluk, endişe ve öfke gibi duygularla doluyuzdur.

Bazımız için bu negatif düşünceler döngüsüne kısılmak kolaydır. Şaşırtmayacak şekilde, bu tür zihin-gezintisi kronik mutsuzluk seviyeleri raporlayan insanlarda daha sıktır. Disforik zihin-gezintisi kronikleştiğinde, insanları zorlayıcı kumar, bağımlılık ve yeme bozukluğu gibi yıkıcı davranışlara yönlendirebilir. Fakat soru, zihin-gezintisinin yalnızca kronik mutsuzluktan şikayetçi insanlarda daha sık olup olmadığı değil, kendisinin de mutsuzluk getiriyor olup olmadığı. “Gezinen Bir Zihin Mutsuz Bir Zihindir” isimli bir 2010 yılı araştırmasında, Harvard psikoloğu Matthew Killingsworth ve Daniel Gibert, bir günün herhangi bir zamanında 5000 kişinin düşüncelerini, duygularını ve  eylemlerini incelemek için bir iPhone uygulaması geliştirdi. (Katılımcıların akıllı telefonlarında rastgele bir müzik çalmaya başladığında, ekranda ne yaptıkları, ne yaptığını düşünüp düşünmedikleri ve ne kadar mutlu oldukları gibi bir dizi soru görünüyor.) Çalışmanın verilerinden, Killingworth ve Gilbert “insanlar o an olan şeyi düşündükleri kadar sıklıkta o an olmayanı da düşünüyor” ve “bunu sıklıkla yapmak onları mutsuz ediyor” sonucuna vardı.

Bu her yoga dersinde duyduğun şeye benziyor – mutluluğun anahtarı ‘an’da olmaktır. Peki öyleyse sorun ne? Zihin gezintisi verimli mi yoksa kişinin kendisine zarar mı verir? Yaşamdaki diğer her şey gibi, gündüz düşü de karmaşık görünüyor.

Smallwood ruh hali ve zihin gezintisi arasındaki ilişki üzerine bir araştırmaya katıldı. Sonuç “mevcut çevreyle uyumsuz düşünceler jenerasyonunun mutsuzluğunun hem bir sebebi hem de sonucu olabileceği”ydi. Nasıl yani!?

İlginin başka şeye kayması bizim türümüz için öyle önemlidir ki, “insanları diğer daha az karmaşık hayvanlardan farklı kılan şeyin temelinde olabilir.”

2013 yılı araştırması (Florence J.M. Ruby, Haakon Engen ve Tania Singer ortak çalışması) kendi kendine üretilmiş her tür düşünce ya da zihin gezintisinin aynı olmadığını öne sürer. Yaklaşık 100 katılımcıdan toplanan veri, ‘düşünceleri görevle mi alakalı, geçmiş ya da geleceğe mi odaklı, kendileri ya da başkaları hakkında mı ve pozitif ya da negatif mi?’yi hesaba kattı. Bu çalışmanın sonuca vardığı şey, evet, negatif düşünceler negatif ruh halini getiriyordu (şüphesiz). Depresif insanlardaki üretilmiş düşünce negatif modca sebep olunmaya ya da ona sebep olmaya yatkındı ve “geçmişe yönelik düşüncenin belki özellikle düşük modla ilişkili olması muhtemeldi.” Fakat umudun tümü kaybedilmiş değil. Çalışma ayrıca “aksi olarak, gelecek – ve özle ilgili düşüncelerin mevcut düşünce içeriği olumsuz olsa dahi ruh halinin gelişimine öncülük ettiği” sonucuna vardı.

Smallwood bana “Gündüz düşü kendi hayatlarımız hakkında orijinal düşünmemizi sağlayacak özelliklere sahip,” dedi. “Fakat bazı durumlarda, bir şeyle ilgili düşünmeye devam etmek doğru hareket olmayabilir. Kronik mutsuzluğun çoğu hali, basitçe çözülemez problemler olduğundan bir ihtimal gündüz düşüne bağlıdır.”

Zihin gezintisi, iyi şeylerin çoğuna kolayca erişebildiğiniz akıllı telefonlarımızdan farklı değil. Smallwood telefonlarımızın – ya da beyinlerimizin teknolojileriyle ilgili – “iyi” ya da “kötü” değer yargıları açısından, düşünmememiz gerektiğini öne sürer. Daha çok onları nasıl kullandığımız önemlidir. “Akıllı telefonlar, bize çok uzak mesafedeki insanlarla iletişim kurmak gibi harika şeyler yapmamıza olanak verir, fakat tüm yaşamımızı onlara adama tuzağına düşebiliriz,” diye belirtti. “Bu akıllı telefonun suçu değil.” Gündüz düşü bize şeyleri farklı şekilde düşündürür, iyi, kötü ya da sadece farklı şekilde.

Disrofik gündüz düşünün diğer yüzü, olumlu-yapıcı çeşidi, düşüncelerimiz yaratıcılığa doğru yön değiştirdiğinde kendini gösterir. Beynimizin sihir gibi bir hiçlikten canlandırabileceği ihtimallerle ilgili heyecan duyarız. Bu zihin gezintisi modu, fikirleri ve hisleri keşfetmek, planlar yapmak ve problem çözmek için içsel dürtümüzü yansıtır.

Peki sağlıklı zihin-gezintisiyle nasıl meşgul olabiliriz? Diyelim ki iş arkadaşınızla bir tartışmanız oldu. O gece, bir salata hazırlarken, kendinizi o sahneyi beyninizde tekrar tekrar oynarken bulursunuz; son projede yeterli gayreti göstermediğinizi ima eden kurnaz yorumuna daha zekice bir karşılık vermemiş olmaktan dolayı kendinizi azarlarken öfke dalgaları durmadan yüzünüze vurur. Fakat olumlu-yapıcı zihin gezintisiyle, geçmişi yok sayar ve bu projenin sizden beklediği tüm gayreti göstermek için bir yol bulurdunuz… ya da belki farklı bir takıma alınmaya karar verir ve can sıkıntısından tamamen kurtulurdunuz, çünkü hayat çok kısa.

“Düşüncenizi değiştirin demek kolaydır,” dedi Smallwood. “Gündüz düşü, düşünceleriniz konularda gezinirken, hayatınızın nerede olduğu, bu konumla ilgili ne hissettiğiniz hakkında size bir şeyler anlatması açısından diğer çoğu dikkat dağıtma yolundan farklıdır. Problem bazen insanların hayatları iyi gitmediğinde gündüz düşü kurmanın iyi gittiği zamanlardakinden daha zor olmasındadır. Her şekilde, ana nokta kim olduğumuza dair kavrayış sağlamasıdır.”

Yeni bir anne olarak geçirdiğim tüm o saatler, başka türlü uyumaz diye kolik sancılı bebeğimi pusette sallamalarım ve daha üretken ya da toplumun kalanında gerçekleşenlerden daha bilgili olabilmeyi dilemelerim gerçekte inanılmaz yararlıydı, çünkü farkında olmadan beynime boşluk ve önceden olmadığı kadar öteye seyahat etmek için zaman sağlıyordum. Yalnızca geçmiş tecrübelere gitmedim aynı zamanda otobiyografik planlamalar yaparak kendimi gelecekte kendi dizaynım yerlerde hayal ettim. Sancılı deneyimleri düşünüp durmak ya da geçmişte yaşamak gündüz düşünün kesin bir yan ürünüyken, Smallwood ve diğerlerinin araştırması gösterdi ki içgözleme zaman verildiğinde, çoğu insan “ileriye yönelik önyargı” eğilimi gösteriyor. Bu tür düşünme yeni düşünceler üretmemize yardımcı olur – örneğin, benim durumumdaki tamamıyla yeni bir kariyer gibi. Gündüz düşü kişisel, profesyonel ya da farklı bir problemin içinde gömüldüğümüzde bize yardımcıdır. Ve can sıkıntısı süreci motive edecek en iyi katalizörlerden biridir. 

Can sıkıntısı ve zeka parlaklığı ilk bakışta birbirinden tamamen uzaktır. Can sıkıntısı, sadece ilgi yoksunluğundan bitkin ve huzursuz olma hali olarak tanımlanırsa, kuvvetli şekilde olumsuz çağrışımlara sahiptir ve her ne pahasına olursa olsun kaçınılmalıdır. Diğer yandan zeka parlaklığı arzuladığımız bir şeydir – dikkat çekici başarı ve olağandışı zihin yetisi özelliği. Deha, idrak, yetenek, nefes zıttır tembellik, aptallık, sıkıntı. Doğrudan görünür değildir, fakat bu iki zıt durum aslında çok yakın bağlantılıdır.

Louisville Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde araştırmacı ve kendi tanımına göre can sıkıntısı savunucusu Andreas Alpidorou açıklamasında “Can sıkıntısı, mevcut hedef artık (sizin için) tatmin edici, çekici ya da anlamlı olmadığında yeni bir hedefin peşinden gitmek için motive eder.” diye belirtir. 2014 yılı akademik makalesi “Can Sıkıntısının Parlak Yanı”nda, Alpidorou, can sıkıntısının “kişiyi projesinde düzenleyici bir durumda tutma görevi gördüğünü” öne sürer. “Can sıkıntısı yokluğunda, kişi tamamlanmamış durumlarda hapsolmuş olarak kalır ve duygusal, kavramsal ve sosyal açıdan ödüllendirici çok sayıda tecrübeyi kaçırır. Can sıkıntısı yapmak istediğimiz şeyi yapmadığımıza ilişkin hem bir uyarı hem de hedef ve projeler geliştirmeye motive eden bir ‘itici güç’tür.”

Can sıkıntısının zeka parlaklığı için bir yumurtlama laboratuarı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu, sonunda kazanan denklem ya da formülle gelmeden önce bir süre bulunmanız gereken dağınık, kafa karıştırıcı, sinir bozucu yerdir. Bu öykü defalarca kez anlatılmıştır. The Hobbit, Oxford’da profesör J.R.R. Tolkien “dev bir yığın sınav kağıdı önünde ve oldukça zahmetli ve ne yazık ki aynı zamanda sıkıcı yaz dönemi okul sınavlarını puanlarken” tasarlandı. Tolkien, bir öğrencinin boş bıraktığı bir sınav kağıdına geldiğinde aşırı mutlu oldu. Tolkien 1968’de BBC’ye o an “Harika! Okuyacak bir şey yok,” dediğini anlattı. “Bu nedenle kağıda çalakalem yazdım, sebebini bilemiyorum, ‘Topraktaki bir delikte bir hobbit yaşardı.’” Ve en sevillen fantastik kurgu işlerinden birinin giriş cümlesi bu şekilde doğdu. Popüler teknoloji vizyonuyla dünyayı değiştirmiş Steve Jobs bir konuşmasında, “Can sıkıntısının büyük savunucusuyum… Her şey (teknoloji) harika, fakat yapacak bir şeyin olmaması da harika olabilir.” diye belirtti. Apple’ın ortak kurucusu, – merak duygusunu kamçılayan, çünkü “meraktan her şey çıkar”, gençliğinin uzun sıkıcı yazlarının özlemiyle dolu Steven Levy, Wired’da, ortaya çıkmasına yardımcı olduğu cihaz çeşitlerinden dolayı can sıkıntısının aşınmasıyla ilgili endişelerini dile getirdi.

Konu zeka parlaklığı olunca, Steve Jobs üstaddı. Bu nedenle onun can sıkıntısını kucaklamakla ilgili önerisini hadi kabul edelim. Can sıkıntısının arkasındaki bilim ve tarih bilginizin size hayatınızda ileri gitmek için ilham vermesine izin verin. Başlangıçta rahatsız, kızgın ya da hatta öfkeli hissedebilirsiniz, fakat can sıkıntısının ilk safhalarını geçip, bazı harika yan etkilerini harekete geçirmeye başladığınızda neler başaracağınızı kim bilir?

Yazan: Manoush Zomorodi
Çevirmen: Deniz Çakmak
Kaynak: nautil.us

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. Düşünbil Portal’da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com