• 25 Ocak 2018
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Antik Çağ felsefelerinden Skolastik Felsefe’ye kadar, modern öncesi tüm felsefeler için “ölüm” doğaüstü bir kavrayışın nesnesidir. Öyle ki, bahsi geçen bu dönemlerde “ölüm” kavramının, felsefî metinlerden ziyade kutsal metinlerde karşımıza çıkması da bundan ileri gelir. Bu hâliyle ölüm fenomeni, ontolojinin, etiğin ya da toplumbilimin bir parçası sayılamaz. Lâkin modern felsefe ile birlikte, ölüm kavramı ontolojik perspektifini (belki bir gereksinim olarak da) kazanmış gibidir. Aslına bakılırsa, Skolastik Felsefe’den Modern Felsefe’ye geçişteki derin sancının temel esaslarından birisi de budur: Ölüm gibi “doğaüstü” kavranması gereken (çünkü dinî kurum bunu böyle arzulamıştır) bir fenomenin, bizatihi ontolojik bir kavrayışa bürünmesi, bir “epistemik kırılma”dır ve her epistemik kırılma gibi bu kırılma da sancıyı derinleştirmiştir. 20. yüzyılla birlikte ise artık bu epistemik kırılma miadını doldurmuş, “ölüm” –şüphesiz ki Martin Heidegger’in olağanüstü katkıları ve Albert Camus’nün “intihar”ı başat bir sorun olarak ortaya koymasıyla birlikte– ontoloji için temel kavramlardan birisi hâline gelmiştir. Ama bu da pekâlâ yeterli değildir: Bugün için ölüm, artık sadece varlıkbilimsel değil; aynı zamanda politik, etik ve hatta estetik de bir konudur.

Bahsi tarihsel olarak açmamın esas nedeni; bugünün politiğinin, bugünün etiğinin ve bugünün estetiğinin “bugüne bağlı ve bugüne tabi” kalınarak anlaşılamayacağı yönündeki bir düşünceyi uzun süredir benimsemiş olmamdır. Lâkin “tarihsel olan”ı şimdilik bir kenara bırakarak bugünün sorusunu sormam gerekir: Ölürken nelere dikkat etmeliyiz?

Bu sorunun göndergesi şimdilik pek açık değildir ama daha açık olabilmesi için sizi şöylesi cüretkâr bir işe devam edeceğim: Şimdi, tam da şu an öldüğünüzü; yani şimdi canlı, eylemde ya da herhangi bir yükleme özne olma kabiliyetinde olan bedeninizin artık cansız, eylemden ya da herhangi bir yükleme özne olmaktan  âciz bir et parçası olduğunu düşününüz. Peki “ölüm”e konu olmuş bedeniniz, politik, etik ya da estetik olarak ne söyleyecek, nasıl bir ileti taşıyacaktır? Bu soru üzerine; eğer ki artık dirimsiz olan “beden”inizin bugün için bir ileti ya da bir “anlam” taşımadığına kanaat getiriyorsanız, ölme işini biraz ertelemeniz gerekebilir. Çünkü bedeninize, henüz yaşarken yeterli politik, etik ve estetik yüklemeyi yapmadığınız anlaşılır bundan. Böylesi bir yaşam “ölüm”le onurlandırılamayacak kadar sahtedir. Hâlen biraz vaktiniz varken, biraz daha yükleme yapmanız önerilir. Peki “yükleme” olarak söz ettiğimiz, ileti ya da anlam ne olabilir?

Burada “tarihsel olan”ın bahsini yeniden açmamız elzemdir. Çok değil, bundan yetmiş altı sene önce, Stefan Zweig ile eşi Lotte, Rio de Janeiro’daki evlerinde, uyku hapları alarak dünyaya gözlerini yumdular. Zweig’ın ve Lotte’nin artık dirimsiz olan bedenleri, hem politik, hem etik, hem de estetik mesajlar taşımaktaydı. Politik olarak; Zweig ve Lotte dünyanın çok kötü bir yere sürüklendiği kaygısıyla intihar etmişlerdi. Onların bedeninden okunan politik mesaj buydu. Etik olarak mesaj bulanık verilmişti: Endişe duyduğun şeye karşı ya harekete geç ya da sonsuz hareketsizliği yeğle. Estetik mesaj ise oldukça netti: Huzurlu yataklarında birbirine sarılmış hâlde sonsuz uykuya dalan iki güzel beden…

Biraz daha geriye, on dokuzuncu yüzyılın başlarına gidelim: Henrich von Kleist’a…1811 Kasım’ında, Heinrich von Kleist, önce sevgilisi Vogel’i ve daha sonra kendisini öldürmüştü. Peki ama neden? İntiharın konusu hem estetik, hem de etik bir mesaj taşıyordu: Kleist’ın sevgilisi Henriette Vogel amansız bir şekilde hastaydı, doktorlara göre yaşaması imkânsızdı. Kleist ona birlikte intihar etmeyi teklif etmişti ve 1811’in Kasım sabahı da bu intiharın sahnesiydi. Kleist, estetik ve etik iletinin yanına politik mesajı da eklemeyi unutmamış, son mektubunda şöyle demişti: “…hakikat şu ki, bana bu yeryüzünde hiçbir zaman bir yardım eli uzanmadı.”

“Tarihsel olan” üzerine uzun uzadıya konuşmak mümkün ama bugünün sorusunu şimdi biraz daha gür sesle tekrar edebiliriz: Ölürken nelere dikkat etmeliyiz?

Yazar: Hamza Celâleddin

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com