Paylaş

Covid-19 pandemisinin etkileri henüz tam olarak yaşanmadı ama küresel boyutta kent merkezlerindeki kilitlenme şehir sakinleri için sarsıcı bir deneyim oldu. Peki virüsün hızlı yayılımı, kent algımızı daha nasıl etkileyecek? Ravi Ghosh, mevcut koşulların bizi, şehri farklı görmemize doğru iteceğini savunuyor, ayrıca acil yapılması gerekenlerin tüm şehir sakinlerine ve görevlilere yayılarak düzenleneceğini söylüyor.

Optimizasyon söylemleri birden bire durduruldu: Kentsel deneyimlerin şu anki temposu, niceliği ve verimliliği neredeyse sıfıra yakındı. Ayrıca kent yaşamının doyumundan kaçmak için yapılanlar (günlük yaşamın hızını yavaşlatmak adına) bile gittikçe devre dışı kalıyor; dünyanın her tarafında kültür, toplum ve eğlence olmadan, kalabalık şehirlere sıkışmış insanlar gerçekten de bu dünyada ne yaptıklarını merak etmeye başladılar. Birçok ülkede salgına yönelik yaptırımların en tepesinde, bireyin aktivitelerine ve iletişimlerine kısıtlama getirmede rol oynayan daha derin güçler mevcut.

Şehirde tecrit edilmek acı veren çağdaş bir paradoksu somutlaştırıyor: Koronavirüs tedbirleri kapsamında, New York Eyaleti ve Londra gibi bölgelerde temas oldukça azaltıldı, tıbbi kaynak akışı, altyapı, yerel sağlık hizmetleri daha az enfekte olan bölgelere göre çok daha yüksek olmasına rağmen, hastalık nedense daha hızla yayılıyor. İş seyahatleri, tatil gezileri ve toplumlar arası tedarik zincirleriyle globalleşen dünyanın her yerine yayılmış olan virüs tanıdık bir Batı anlatısını hatırlatıyor: kuşatma altındaki şehirler. İster merkezi yönetimin cabinet-war-rooms’u (1) ister Londra, Birmingham ve Manchester üçgenindeki geçici hastaneler olsun, şehirlerdeki bu sıkışıklığın ve karmaşanın neden olduğu zarardan bağımsız, hem insan çabasını hem de direncini zorlayan bir dizi etkenin daha ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Peki, nedir bu aktif şehir arzusu? Kent Devrimi’nde (1970), Henri Lefebvre (2) şehir alanlarını tasarlarken kabaca bir eksen (%0 ila %100 şehirleşme olarak işaretlenen) kullanır. Alanlar, ticari ve endüstriyel ilerleme öncesi bu eksen, bürokratik güçle işaretlenerek siyasi bir şehir durumundadır. Endüstri sonrası toplum, “kentselleşir” ve bu noktada eksen sonuna kadar genişler ve “içe doğru patlama” sürecine girer. Lefebvre’nin tanımladığı bu “kentsel doku” önlenmesi mümkün olmayan genişlemeyle keyif alınan bir merkez olmaktan çıkar ve herkese geçmişi özleten bir hale gelir: Kentsel gerçekliğin devasa yoğunluğu (insanların, faaliyetlerin, servetin, malların, nesnelerin, enstrümanların, araçların ve düşüncelerin) ve patlamasıyla birlikte saçılan çok sayıda parçalanmış parçalar (çevre, banliyöler, yazlıklar, uydu kasabalar) uzaya yansır.

Lefebvre kendi sosyalist bakış açısıyla ve gevşek bir tarihsel yorumla bu durumu, “tam kentleşme” için başlangıç noktası olarak görür. Mevcut kilitlenme göz önüne alındığında bu yerinde bir yaklaşım; mevcut pandemi sanki toplumların altyapısı ve ekonomik modelleri için iyi bir asit testi. Eş zamanlı hareket eden bireyler,- şu anda kapalı kapılar ardında ve eşsiz bir tarih yazılıyor ama maalesef kederli bir bakış açısıyla. Kusurların ortaya çıkışı ağırdır ve insan hayatına ağır maliyetler getirir. Bir yandan ne kadar acı verici olsalar da zamanla öğrenilen derslerle toplumu yeniden yaratmak için eşsiz bir fırsat sunabilir.

Lefebvre’in geniş “kentsel doku” anlayışı belki de mevcut durumumuzla çok ilgili; bu doku tanımına yazlıklar, otoyollar, banliyöler ve hatta kırsal pazarlar da dahildir. Normal şartlarda bu yapılar işlevlerini kendi kendine sürdürebilen periferik yapılardır; ancak şimdiki kriz bize farklı bir şey gösteriyor ki insanlar, komşularına ve mahalle dostlarına rağmen, banliyölere akın edecekler; buna kenti balonlama diyoruz. Enfeksiyondan ötürü yasalara bağlanan eylem ve aktivite planlarıyla kent bir anda otoriterliğe bürünür, bu tarz otoriter kuşatmalarda eve kapanmak dışarı kaçmaktan her zaman daha iyidir.

Sosyo-kültürel sonuçlar henüz büyük ölçüde keşfedilmemiş olsa da bunun bazı medyanın araçları tarafından tespit edilmiş olması hayli ilginçtir: New York Times, kişi başına düşen Covid-19 vakaları konusunda makul karşılaştırmalar yapmak için şehir ve kırsallardan ziyade, virüsün aileler, iş arkadaşları veya ulaşım araçları kullananlar arasında hızla yayılması zaten mümkün olan metropol alanlarındaki verilere odaklanıyor. Bu yüzden New York bölgesinin toplam istatistiklerine Westchester, Long Island ve kuzey New Jersey’deki yakın banliyöleri de dahil oluyor. İnsanların ihtiyaçtan mı yoksa tercihen mi dışarı çıkıp çıkmadıklarını anlamanın kolay bir yolu maalesef yok; ama Delhi’de yerinden edilmiş işçi hareketleriyle, finansal istikrar adına refah içindeki Batı merkezi çalışanların hareketleri arasında bu ayrım net biçimde yapılabilir. Gereksiz göçe karşı itici güç, İngiliz sahil kentlerindeki öfkeli viral görüntü pankartları ve bunalmış sağlık personelinin hikayelerinin yer aldığı yerel haberler çoğunlukla birer anekdottur. Pandemi, ulus devletlerin aşina olduklarına karşı bir gerilemeye neden oldu; sadece gerçek bir geri dönüş anlamında değil, aynı zamanda bir sivil örgütlenme, iç yönetişim ve istatistiksel izleme aracı olarak. Bazılarının “küreselleşme” olarak adlandırdığı şey, zaten bildiğimiz şeyi ortaya koyuyor: Ulusların, hükümetlerin veya sağlık hizmetlerinin tümü eşit yaratılmadılar ve bu, ulus altı gruplara da uygulandı. İşte bu mekânsal eşitsizlik, salgının ölüm haritasının belirlenmesinde büyük rol oynayacaktır.

Bu tür bir garip normalleşme tempoya aykırıdır; keskin bir rahatlamaya dönüşür. Normal kabul edilen bu faaliyetler, günümüzde genellikle internette bir yer değiştirme (ripaj) anlamına gelen temel değerlerini sürdürürken ne kadar kolay çoğaltılabilecekleri tahmin edilemez. Ortaya çıkan ise, profesyonellik ve sosyallik arasındaki bilindik uçurumdur: Ofis ortamında çalışanların çoğu için özel yazılımlar, komünikasyon ve uyumlanabilir yönetimsel yapılarının yardımıyla sanal çalışmalara devam edilebilse de insan temasının kaldırılması sosyal ilişkilerin sağlamlığına çok fazla zarar verir.

Sadece arkadaşlarımızı, patronlarımızdan daha fazla özlediğimizden değil, sosyal yakınlığın çevrim-içi boyutunu yaratmak ekonomik rolleri olanlar için düşük kıymette olduğundan arkadaşlıklara daha şiddetli özlem duyarız. Bu görüntülü görüşmelerin her iki taraf için de en uygun ortam olsa da özellikle yüksek adaptasyon gerektiren kurumsal endüstrilerde işin içinde çok daha karmaşık araçlar var. İşlerin yürüyebilmesi için sosyal bir öğeye ihtiyaç olduğu göz önüne alındığında örtüşmeler bir açıdan kaçınılmaz oluyor, arkadaşlıkların tüm hassasiyetini ve çeşitliliğini hissetmek elbette hala çok önemli. Neyse ki bira içerken telefonda diğerlerinin de aynı şeyi yapmasını izlemek güzel.

Üretim ilişkilerinin doğrudan dijital ortama aktarılmasını görmek şimdilik cazip görünüyor olabilir ve kabaca geçerliliği de olabilir ama gerçekte, kentsel çalışma kültürü ve mevcut izolasyon arasında Lefebvre’nin “günlük yaşam” dediği fikirleriyle ilgili belirgin (ve genellikle hoş karşılanan) farklar vardır (işleri en az on yıldır kısmen çevrimiçi sürdürenlerden bahsetmiyorum). Lefebvre, modernite adı altında yeni yabancılaşma biçimlerini – örneğin günlük olarak işe gidip gelmeyen işgücünü – kuramlaştırarak, 21. yüzyıl iş hayatı hakkında birçok yönden ortak umutsuzluklar öngörmüştü. Deyim yerinde ise “masaya zincirlenme”, “bir e-postalık toplantılar” ve 24/7 iletişim halinde olmanın verdiği genel tükenmişlik gibi ifade edilen bu tür şeyler bize alışıldık gelmeye başladı. Ofis atmosferinin keyifli yanı olsa bile; tecrit, ritüellerin çoğunu geriye çekti ve yüz yüze profesyonel yaşamın çoğunun jestlerden, formalitelerden ve toplantılardan oluşan geçitlerden oluştuğunu ortaya koydu. Kritik biçimde ofis dışında daha fazla çevrimiçi olmak, mevcut değişikliklerin kalıcı bir sonucu olabilir.

William Davies’in yakın zamanda belirttiği gibi, salgını bir kapitalizm krizi olarak görmek yerine, “yeni ekonomik ve entelektüel başlangıçlara imkân veren bir tür iş yapma etkinliği” olarak düşünebiliriz. Bu, Lefebvre’nin “kentsel ütopyasının” doğuşu olmasa da dijitalleşmenin bir kentsel ilerleme olarak algılanmasına ve günlük yaşamda mevcut internet hiyerarşisi vatandaşlarını pek desteklemeyen potansiyel gelişmelere işaret ediyor. Oxford İnternet Enstitüsünden Joe Shaw ve Mark Graham’ın 2017 tarihli bir makalesinde tartıştığı gibi, şehir ortamını demokratikleştirmek için çağdaş kentleşmeyi “dijital bilgilerle kentlerin giderek daha fazla yeniden üretildiği bir dönem” olarak anlamalıyız. Shaw ve Graham, Google’un, haritalarla ve online programlarla kentlerin yeniden tasarısını kontrol etme yeteneğine odaklanırlar: Bunun, bir şehrin sadece bir dijital bilgiye nasıl indirgeneceğini seçme ve bilgiye dönüştürme ve günlük bir malzeme olarak yeniden aktarılma şeklini kontrol etme gücü olduğunu belirtiyorlar. Şirketler bu alanda artık tamamen yetkindir; iş ve sosyal ilişkilerin dijital alana taşınması, kritik işlerin gecikmiş bir yeniden değerlendirmesi, hizmet endüstrisinin önceliğinin tanınması ve kurumsal sorumluluktaki artış bir araya geldiğinde -bazı kentsel hiyerarşiler için- bir dönüm noktası olabilir. Doğru bilgiye erişim aniden bir ölüm kalım meselesi haline geldi; evrensel düşük maliyetli internet konusu salgından sonra tekrardan ivedilikle çözülecektir. Sıklıkla bahsedilen küresel dayanışma salgından daha uzun sürerse, teknoloji tekellerine, kaynak eşitsizliğine ve iklim çöküşüne karşı anlamlı ilerleme kaydedilebilir.

İzolasyonun tüm bu zorlukları, daha önce sahip olduklarımıza teşekkür etmemizi. Sosyal varoluş tesadüfi ve öngörülemezdir; bir arada yaşamanın bir tür rasgele sevincidir. Bu etki şehirlerde daha kuvvetlidir. Lefebvre’nin şehir sokakları için söylediği gibi, “sokalar oyun ve öğrenim alanlarıdır…. spontane bir tiyatro sahnesidir, ben gösterinin hem içindeyim hem de seyircisiyim, bazen de bir aktörüyüm.” Bunda kesinlikle romantik bir iyimserlik var ama izolasyon özlemi tetikledikçe bu sözler hiç olmadığı kadar içten geliyor. Yakın tarihli bir Financial Times makalesi, boş bir Londra’da geçen eğlenceli bir skeç içeriyordu: Bankacılar kaybolurlar ve farklı üniformalılar yönetimi devralırlar; siyah pantolon ve tozlu botlarıyla inşaatçılar, boş lobilerin dışına çıkan viskozite ceketleriyle güvenlik görevlileri ve boş sokaklarda likralı taytlarla koşan veya bisiklete binen temiz ve düzgün genç erkek ve kadınlar…

Gerçek şu ki bu insanlar hep oradaydı; sadece kimse onları fark etmiyordu. Salgının arkasındaki iş bu bakışı şehirlerde genişletmektir: Günlük yaşam yapıları yeniden inşa edilecek ve bu, vatandaşı güçlendirmek ve merhametine hizmet etmek yerine dijital kentleşmeden faydalanarak yapılacak. Savunmasız kişileri koruma görevi gibi farklı yaşam tarzına hazır olduğumuzu gösteren mevcut sosyal sözleşmemizi genişletmek için güçlü bir ilk adım olacaktır.

  • Cabinet-war-rooms: Churchill-war-rooms; Churchill’in II. Dünya Savaşı boyunca savaşı yönettiği bir sığınak. Londra parlamento binasına iki yüz elli metre uzaklıktadır. Eski hali şu anda Londra’da İmparatorluk Savaş Müzesi’nde olduğu gibi korunmaktadır.(e.n)
  • Henri Lefebvre (1901-1991) Fransız sosyolog, entelektüel, felsefeci, yazar. Gündelik hayat ve mekân politikaları üzerinde uzman. En ünlü kitabı; “Mekânın Üretimi”. (e.n)

 ©® Düşünbil (2020)

Yazar: Rabi Ghosh
Çeviren: Ayşegül Atalay
Çeviri Editörü: Elif Arslan
Kaynak: versobooks.com


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com