Kapitalizmin modern kent hayatının tüm alanlarına müdahil olduğu bu çağda, anti-kapitalist olmak mümkün müdür?
Bence anti- kapitalist olmak tamamen mümkün, bu kapitalizmin dışında yaşamak anlamına gelmiyor. Yani bu bir iç kritik. Ve tekrar düşünüyorum Marksist analizin verdiği gücün bir bölümü günlük yaşamda olup biten hakkında bu iç kritiği yapmaya olanak sağlayan araçları vermesinden kaynaklanıyor bana göre.
Günlük yaşamda var olamayacağın anlamına gelmiyor, evet hepimiz, özellikle de Batı’da neoliberal etiğin bulaşıcı etkisinden etkilendik ve bunun sonucunda bazı şeyleri eleştiremez hale geldik. Bu nedenle ben nelerin yanlış gittiğini ve insanların neden birden gündelik yaşama yabancılaştığını anlamak amacıyla bir düşünce biçimi ortaya koymak istedim. Amerika’da nüfusun üçte ikisinin ya işlerinden nefret ettiği ya da işe gitmek istemediği düşünüldüğünde bu bana çok mutlu bir dünya gibi görünmüyor. Peki, nasıl eleştirebiliriz ve bunu değiştirmek için yollar nelerdir, hangi yönlerini değiştirebiliriz…
Üzerinde durduğunuz kavramlardan biri olan “kullan- at nüfus”un Marksist teorideki proletarya sınıfından farkı nedir?
Tabii ki Marx’ın zamanında sanayileşme güçleniyor, fabrikalar birleşiyor ve sanayileşmede neler olup bittiği Marx’ın ilgisinin merkezi haline geliyor. O zamandan beri tabii ki istihdam yapılarında ve başka alanlarda birçok şey değişti. Ve Marksist gelenekte olan şey proletaryanın ne olduğu konusunda fabrika işçisi nosyonuna takılmak ve tabii ki Marksist bakış açısına göre fabrika işçileri hep birlikte fabrikadadır, sendika oluşturarak ortak menfaatlerini geliştirirler, böylelikle politik bir varlıkları mevcuttur ve üretimi sekteye uğratarak dünyayı değiştirebilecek güçleri vardır. Bu kesinlikte 19. yüzyılın ikinci yarısından yaklaşık 1930’lara kadar doğruydu fakat bundan sonra artan bir şekilde istihdam yapılarında değişimler görüyoruz. Küreselleşmeyle ve ileri kapitalist dünyanın büyük bir bölümündeki sanayileşmeyle proletarya nerede ve şimdiki proletarya ne gibi sorular ortaya çıkıyor. Benim kullandığım örnek şu, ben 1969’da Baltimore’a gittim ve sanırım çelik işlerinde 37000 çalışan vardı. Kentte bir şeyler yaptırmak istiyorsanız önce çelik işçileri sendikasına gidecektiniz ve bize yardım edin diyecektiniz, eğer çelik işçileri sizin yanınızdaysa istedikleriniz olacaktı. İşçi sınıfı çok iyi organize olmuştu ve yalnızca çelik işçileri değil liman işçileri de organizeydi. Fakat sonra teknolojik değişmeler oldu, limanlarda konteyner kullanımına geçildi, limandaki işçiler birdenbire kayboldular, çelik fabrikası 5000 işçiye düştü ve şimdi tamamen kapalı. Bu durumda soru şu: Baltimore’daki proletarya nerede? Bilmiyorum izlediniz mi “Wire” diye bir dizi var, Baltimore’da ve sanayileşme sürecinin başlarında ne olup bittiği ile ilgili, tabii uyuşturucu ticareti ve diğer konuları da ele alıyor. Ama burada söylemek istediğim kentlerde çok fazla üretim aktivitesi olduğu. Ve bunu şu şekilde anlatıyorum, New York’ta Manhattan’da 86. Cadde ile 2. Cadde’nin köşesinde duruyorum ve ne görüyorum: Caddenin bir yanında birtakım insanların (yapı) iskeleleri diktiğini, diğer yanında başkalarının indirdiğini görüyorum, bunlar üreten işçiler. Marx “Bütün ulaşım işçileri üreticidir” demişti. Teslimatçıların gidip geldiğini görüyorsunuz, onlar bir şey üretiyor. Otomobil yapmanın emekçi sınıfına ait bir aktivite olduğunu düşünürüz, tamam eğer böyleyse hamburger yapmak neden olmasın? McDonald’s işçileri de öyle o zaman. Demek ki burada bir proletarya var. Ve orada durmaya devam ettikçe daha da fazlasını görüyorum. Telefon şirketleri kazı yapıyor, elektrik şirketleri kabloları tamir ediyor ve bunların hepsi inanılmaz ölçüde emekçi sınıfı aktiviteleri. Fakat buradaki sorun bunların fabrikalardaki gibi organizasyon kapasitelerinin olmaması. Teslimat işçilerini nasıl organize edersiniz? Taksi sürücülerini, restaurant çalışanlarını, nasıl..? Böylelikle şimdi daha farklı bir emekçi sınıfı var demeye başlıyorsunuz ve bunun organize olabilmesi için farklı prensiplere ihtiyacı var ve fabrika işçilerinin bir araya geldiği gibi bir araya gelemiyor. Fakat politize olabilir. Örneğin ulaşım grevlerinin rolünü çok önemli buluyorum. Eğer New York’taki tüm teslimat işçileri iki gün boyunca grev yapsa şehir açlık boyutuna ulaşır. Bu inanılmaz bir güç, demek ki burada bir güç var. Fakat sorun organize olmanın kolay olmaması. Bunun yanı sıra işçiler kendilerini emekçi sınıfının bir parçası olarak görmüyorlar. Demek ki yapılması gereken çok şey var. Bence kente baktıkça, kentsel yaşamı üreten ve tekrar üreten tüm bu işçilere bakınca kimin proletarya olduğu, sosyal değişimi yaratmak için kapasiteleri ve emek süreçlerinin doğası gereği olan politik bilinçleri düşünüldüğünde proletaryanın kim olduğuna dair farklı bir tanıma ulaşıyorsunuz. Böylelikle de bu emekçilerin nasıl organize olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Örneğin Amerika’da McDonald’s emekçileri şimdilerde toplu olarak greve gitmeye başladılar. Tüm McDonald’s çalışanları için bir app geliştiren birini tanıyorum, böylelikle Chicago’daki emekçiler San Francisco’dakilerin işi bıraktıklarını biliyorlar ve grevde olduklarını öğreniyorlar, onlar da Chicago’da eşzamanlı olarak işi bırakıyorlar ve bu eşzamanlı eylemleri görmeye başlıyorsunuz. Yaklaşık bir ay önce Amerika’da 13- 14 şehirde McDonald’s çalışanları bunu yaptı ve şimdi McDonald’s “Tamam, maaşları yükselteceğiz” diyor. Yani sendikalar tarafından başı çekilmeyen yeni bir politik aktivizmden söz etmek mümkün. Bu farklı bir organizasyonel yapı. Fakat çok güçlü ve bu güç aktivizmin kolektif formlarıyla eyleme geçiyor. Örneğin şimdilerde Amerikada’da 3- 4 büyük şehirde asgari ücret yükseldi; Seattle ve Los Angeles bunu gerçekleştirdi. Yani şimdi farklı bir politik hareket görüyoruz. Bence sol bununla ilgili harekete geçmeli, ben solun büyük oranda McDonald’s çalışanlarının ve güvencesiz çalışanların organizasyonuna yardım ettiğini biliyorum.
Kaynak: Kerem Görkem’in 04 Haziran 2015 tarihinde David Harvey’in, “On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu” kitabı ile ilgili http://t24.com.tr/ adlı web sitesinde yayımlanan söyleşisinden bir bölüm.
Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.