Romantik ve edebiyat kelimelerinin geçtiği hemen her yerde akla gelebilecek birkaç isim vardır. Gündelik yaşantılarımızda yaptığımız sıradan arkadaş sohbetlerinden tutun da, akademiye kadar bu isimler hiç değişmez. Zaten değişmesi de pek beklenemez çünkü; hem Wordsworth, Coleridge, Byron, Shelly, Keats hem de William Blake, İngiliz Romantik Edebiyatı’nın zincirleridir. Öyledir ki; şiirlerini, baladlarını okuduğunuz zaman sanki hemen hepsi birbirlerini tamamlamak için var olmuş gibidirler. Ancak, saydığım ilk beş isim bir kenara William Blake dönem içerisinde ufak da olsa bir ayrıcalığa sahiptir. Daha yetenekli veya zeki olmasından değil, diğerlerine nazaran biraz daha farklı olduğu için. Her ne kadar birazdan Blake’e ve şiirlerine bakacak olsak da, ona direkt hızlı bir geçiş yapmadan Romantik olarak belirttiğimiz şeyin tam olarak neye denk geldiğini anlatmama izin verin.
Romantik Edebiyat diye bahsettiğimiz akım, dönem olarak 1785-1830 tarihleri arasına denk gelmektedir. Biraz tarih bilgisi olan herkes o yıllar veya daha yakın zamanlarda yaşanan gelişmelerden az çok haberdardır. Bu gelişmelerden en önemlisi ve edebiyatı da etkileyen Sanayi Devrimi’dir. Yine de bu devrimi bu şekilde basite indirgemek edebiyattaki rolünü anlamamızda beis yaratacaktır. Çünkü şiir ve edebiyat tek bir noktadan beslenerek ortaya çıkmaz. Yaşanan tarihi gelişmeler etkili olduğu gibi, o gelişmelerin insan ve toplum üzerindeki etkileri de şiirin beslendiği ve geldiği noktalardan biridir. Dolayısıyla Sanayi Devrimi’nin yarattığı toplumsal ve kültürel değişimi iyi anlamak, bir bakıma Romantik Edebiyat’ı da iyi anlamamıza yarayacaktır.
Sanayi Devrimi ve Etkilerinin Kısa Özeti
Sanayi Devrimi’nden evvel, İngiliz ve diğer dünya toplumlarının yaşam şekli yüzyıllar boyu tarıma dayalıydı. Bir diğer deyiş ile insanlar yaşamlarını kırsal bölgelerde, doğanın içerisinde sürdürülebilir tarım ile idare ettiriyordu. Ancak yaşanan devrimden sonra tarımsal toplumdan endüstriyel topluma hızlı bir geçiş yaşandı ve bu geçişin hemen ardından birçok şehrin yakınlarına fabrikalar kuruldu −ki bunu ve yaşamı nasıl etkilediğini Viktorya döneminin en büyük romancılarından biri olan Charles Dickens’tan okuyabiliriz−. Bu durum, o güne kadar doğa ile gizli bir anlaşmaya sahip olan insan ve toplumlar üzerinde oldukça büyük bir içsel yıkıma yol açtı. Tabii, sanayinin getirdiği çok müthiş şeyler de vardı. Örnek olarak 1830 yılında kurulan ilk yolcu treni söyleyebiliriz. Aynı şekilde sanayi ile birlikte değişen tarım sisteminden de bu konu dahilinde bahsedebiliriz. Evet doğru, tüm bunlar toplum içerisinde hayatı kolaylaştıran yenilikler olabilir ancak, bu değişim beraberinde bir takım zorlukları da getiriyordu. Peki neydi bu zorluklar? Öncelikle kırsalda yaşayan kesimden kentlere-şehirlere dünya tarihinin en büyük göçlerinden biri yaşanmaya başladı. Çünkü, sanayi hâlihazırda yeni iş kolları yaratmaya başlamıştı. Artık kol gücüne eskisi kadar ihtiyaç duyulmuyordu ve hatta kadınlar da (her ne kadar kötü koşullar altında olsa da) tarihte ilk kez bir fabrikada işe girerek kendi paralarını kazanıyordu. Tüm hayatını doğa içerisinde geçiren, kuş sesleri ile uyanan insanlar bir anda kendilerini günün büyük bir bölümünü (ortalama 16 saat) karanlık bir odada, güneşten uzak çalışırken buldu. Tamamı ile yaşam tarzı değişen insanların bir anda buna adapte olması beklenemez. Dolayısıyla yapılması gereken şey belliydi; insanların yaşam tarzlarını yeni sisteme uyarlamak. Bu değişimi benimsetmek ise üst kesimin elindeydi çünkü, sistemin bir nevi sahibi ve düzenleyicileri onlardı. Hâliyle sanayinin ekmeğini yiyenler de yine toplumun üst tabakasını oluşturan kitleydi. Bu kitle sanayinin getirdiklerinden o denli faydalanıyordu ki, o dönem toplum içerisindeki sosyo-ekonomik ayrım artık “Two Nations” (İki Millet-Halk) olarak nitelendiriliyordu. Yani toplum içerisinde üst kesim bambaşka bir hayat yaşarken, alt kesim sefalet ile mücadele ediyordu. Tabii bu yaşananların hemen hepsinin kendi içerisinde yarattığı ekstra sorunların da var olduğunu bilmemiz ve tahmin etmemizde fayda var.* Özetle, gökyüzünü dumanların kapladığı, doğanın yavaş yavaş talan edildiği ve hayatın daha da çekilmez olduğu bir ortamda ortaya çıkan Romantik akım, dönem içerisinde yine romantik bir başkaldırı aracı olarak kullanılıyordu.
Romantik Şiire Giriş
Bir önceki paragrafta bahsettiğim olumlu ve olumsuz şeyler yaşanırken, diğer taraftan da dönemin şairleri −ki William Blake şairleri birer peygamber olarak niteler− yaşanan bu gelişmelerden yola çıkarak yeni bir şiir akımı yaratıyordu. İlerleyen yıllarda Romanticism olarak adlandırılacak bu dönem temelinde Klasisizm’i reddederken, fikir olarak daha çok doğanın yüceltilmesini ve hayalgücünü baz alıyordu. Bu yüzden 1785-1830 tarihleri arasında yazılmış olan hemen hemen bütün şiirlerde doğa ile ilgili birçok imge bulunur. Sadece minik birer imge olarak değil, genellikle bu imgeler kullanılırken büyük de bir yüceltilmeye (sublime) maruz kalırlardı. Şiirin bu denli Klasisizm‘i, Aydınlanma’yı ve Rasyonalizm‘i reddetmesi; şiirde hayalgücünün, duyguların ve bireyin önem kazanmasına neden oldu. Artık kuralcı ve belli sınırları olan bir şiir değil, aksine daha özgür ve özgün şeylerin yazıldığı bir dönem başlamıştı. Öyle ki, bu akım sadece tek bir bölgede değil, dünyanın hemen her yerinde kendi takipçilerini yarattı. Örneğin Goethe, Novalis, Hölderlin ve Victor Hugo gibi büyük isimler de zaman içerisinde Romantik diyebileceğimiz eserler ortaya koydular. Bizi ise bu yazıda ilgilendiren kişi, aslında yazının başında da belirttiğim gibi; William Blake.
William Blake 1757 yılında Londra’da çarşı esnaflığı yapan bir ailenin içerisine doğdu. Akademik olarak resmi bir eğitimi tam olarak bulunmasa da yaşamının bütününde sanat ile ilgilendi. Henüz 10 yaşındayken bir çizim okuluna katıldı ve ardından Royal Academy of Arts’ta çizim, resim eğitimini perçinledi. 24 yaşına geldiğinde ise Catherine Boucher ile evlendiler. Blake çoğunlukla şiirleri ile tanınmasına rağmen, en az şiirde olduğu kadar resim alanında da oldukça başarılı çalışmalar ortaya koydu. Yaşadığı yıllarda üzerinde çalıştığı eserler çok fazla değerli bulunmuyordu ancak, öldükten sonra hem şiirleri hem de tabloları dünya çapında hayli popüler oldu. Blake’i özel kılan sadece bunlar değildi. Aynı zamanda onu oldukça farklılaştıran bir özelliği daha vardı. Çocuk diyebileceğimiz yaşlarda hayalperest biri olan Blake, gördüğünü iddia ettiği şeylerden dolayı şair ve ressam olarak çağrılmasının yanı sıra, aynı zamanda iyi bir mistik idi. Çocukluğunda zaman zaman gördüğünü söylediği melekler ilerleyen zamanlarda Ezekiel ile yer değiştiriyordu. Ezekiel ise sonrasında İncil’i öğretmek için gelen başka bir düşmüş meleğin yerine geçiyordu… Blake’in gördüğü bu görüngeler bir süre sonra o kadar fazlalaştı ki İşaya peygamber ve Ezekiel ile akşam yemeği yediğini iddia etmesine kadar vardı.
(Cehennemin Kapısındaki Dante ve Virgil)
Blake’in hayatı boyunca etkilendiği birçok isim vardı. Bunlardan muhtemelen en önemlisi 1608 yılında doğan ve Paradise Lost (Kayıp Cennet) eseriyle tanınan John Milton‘dı. Blake’in Milton sevgisi o kadar fazlaydı ki; Milton isimli bir epik şiir yazmış, ardından bu şiire illüstrasyonlar da yapmıştı. Milton’dan bu kadar etkilenmesinin sebeplerinden biri olarak Blake’in İncil’e olan bağlılığını ve merakını gösterebiliriz. (Tabii aralarında sık sık geçen hayali görüşmeleri ve çıplak bir şekilde Paradise Lost okuduğu zamanları saymazsak) −çünkü yine Blake’in dediğine göre kendisi bildiği hemen her şeyi İncil’den öğrenmişti. Bu öğrenme sürecini ise az önce bahsettiğim gibi düşmüş melekler aracılığıyla görümsel bir şekilde gerçekleştirmişti. Her ne kadar manevi olarak bu kadar yoğun duygulara sahip olsa da, dönemin kilisesini ve devletini de oldukça ağır şekilde eleştirmekten hiçbir zaman gocunmamıştı−. Hatta eleştirileri yüzünden kimileri tarafından ”romantik anarşist” olarak da anılır. Bu ve benzeri etkileşimlerin yanı sıra Blake’in hem Fransız, hem de Amerikan Devrimleri’nden de oldukça fazla etkilendiği bilinen bir gerçektir. Örneğin, mitolojik bir eseri olan The Book of Urizen kitabında yarattığı düşmüş ve isyancı Orc karakteri, bütünüyle Fransız Devrimi’nde ortaya çıkan isyanın ve değişimin bir yansımasını sağlıyordu. Yani aslında bir nevi devrim boyunca yaşanan olayları parodi bir karakterde topluyordu. Ayrıca bu eserinde Urizen karakterini yaratırken Milton’ın Şeytan’ından esinlendiği de görülür çünkü iki karakter birbirine oldukça benzer özellikler taşır.
(Şeytan, Günah ve Ölüm: Şeytan Cehennemin Kapısına Gelir) − Milton, Kayıp Cennet
William Blake’in “Masumluk Kehanetleri”** Şiirine Bakış
William Blake’in şiirlerine baktığımız zaman sıklıkla göreceğimiz birkaç unsur vardır. Bunlardan ilk göze çarpanı yarattığı karşıtlıklardır. Bir şiirinde kaplandan bahsederken bir diğer şiirinde kuzudan bahseder. Bu karşıtlığı yaratmasının amacı ise gerçeğin ancak bu şekilde elde edilebileceğini düşünmesidir. Dolayısıyla hem tek bir şiirin içerisinde hem de birbirinden bağımsız şiirlerde yarattığı karşıtlıklar gerçeği yansıtmak amaçlıdır. Karşıtlığı yaratırken kullandığı dil ise sıklıkla doğrudan ve yalındır. Yalnız yalın kelimesi bizleri yanıltmasın, kullandığı yalın dilin içerisinde oldukça derin bir anlam içeriği de bulunuyor.
Masumluk Kehanetleri şiiri Blake öldükten tam 36 yıl sonra 1863 yılında basıldı ve o günden beri birçoklarımız Dünya’yı bir kum tanesinde görmeye başladı. Çünkü şiir tam da bunu önererek başlıyordu. Burada bir parantez açıp, çok uzun olduğu için şiirin sadece belirli kısımlarını açıklamaya girişeceğimi söylemek istiyorum.
To see a World in a Grain of Sand – (Görmek Bir Kum Tanesi’nde bir Dünya)
And a Heaven in a Wild Flower – (Ve bir Cennet bir Yaban Çiçeği’nde)
Hold Infinity in the palm of your hand – (Tutmak Sonsuzluğu avucunda)
And Eternity in an hour – (Ve Ebediyeti bir saatin içinde.)
Şiirin başında söyledikleri ile esasında şiirin ana konusunun da bir özetini hâlihazırda vermiş oluyor. Çünkü az önce bahsettiğim karşıtlıkları burada küçük ve büyük şeyler ile yarattığı metaforik anlatımda gizliyor. Dünyayı küçük bir kum tanesine sıkıştırırken, ebediyeti bir saatin içerisine yerleştiriyor. Blake’in burada tam olarak anlatmak istediği ise: Küçük şeyler büyük şeylerin bir ön yansımasıdır ve her küçük şey içerisinde tam zıttı olan büyüklüğü de barındırır. Bunlara ek olarak, yine bu girişte esasında yazının başlarında belirttiğim Romantik elementleri de görüyoruz. Kum tanesi ve yaban çiçeği imgeleri ve benzetmeleri bize bu şiirin bir Romantik şiir olduğunu gösteren minik detaylar.
Şiirin daha da ilerleyen kısımlarında ise Blake şöyle devam ediyor:
A dog starv’d at his Master’s Gate – (Bir köpek, kapısında açlıktan ölen Efendi’sinin,)
Predicts the ruin of the State – (Haber verir çöküşünü Devlet’in.)
Şiirin ilk kısımlarına göre Blake’in buradaki anlatımı biraz daha eleştirel bir dile kayıyor. Özellikle köpek ve çöken devlet göstergeleri bize esasında tamamı ile dönem içerisinde yaşanan sorunları (Sanayi Devrimi ile ilgili bahsettiğim) eleştirdiğini gösteriyor. Köpek imgesi açlık ve sefaleti tanımlarken, devletin çöküşü de bu durumun bir nedeni ve sonucu olarak anlaşılıyor. Bu satırların devamında İncil’e*** gönderme yapıp ve çok farklı doğa imgelerini de kullanarak devam eden Blake, ardından şöyle yazıyor:
Kill not the Moth nor Butterfly, – (Güve’nin ya da Kelebeğin canına kıyma,)
For the Last Judgement draweth nigh. – (Çünkü Kıyamet yaklaşmakta.)
Şu ana kadar minik bir kısmına baktığımız şiirin bu bölümünde Blake yine bir hayvan imgesi kullanıyor ve aslında hayvana karşı geliştirilen şiddetin bir karşı tepkisini veriyor. Hâlihazırda şiirin bu satırlarına kadar benzer birçok girişimde bulunan Blake, bu fikri devam ettirmeyi sürdürüyor. Diğer yandan, kıyametin daha doğrusu son yargılanma gününün yaklaşmakta olduğunu ve yapılan eylemlerin geri döneceğini belirtiyor.
Birkaç satır sonra ise yine bu düşüncesini tekrarlayan cümleler geliyor:
The Beggar’s Dog & Widow’s Cat, (Dilenci’nin Köpeğini ve Dul’un Kedisini besle,)
Feed them & thou wilt grow fat. (Sen şişmanlarsın böylece.)
Tekrar hayvanlardan devam eden Blake, yine aynı şekilde yapılan iyiliğin de kötülükte olduğu gibi kişiye geri döneceğini söylüyor.
Şiirin artık sonlarına doğru daha farklı konulara da kayan Blake şöyle devam ediyor:
He who Doubts from what he sees – (Kişi gördüklerinden şüphe duyuyorsa)
Will ne’er believe, do what you Please. – (Ne yaparsan yap, inanmayacaktır asla.)
If the Sun & Moon should doubt – (Eğer Güneş ve Ay şüpheye düşselerdi)
They’d immediately Go out. – (O dakika sönüverirlerdi.)
“Şüphe” fikrini şiirin belirli bir noktasından sonra yavaş yavaş büyütmeye ve genişletmeye başlayan Blake, bu kısımda tamamı ile varoluşsal bir düşünceyi dışa vuruyor. Varlık, eğer gerçekliğinden ve inancından şüphe duyarsa o an ölümle tanışır çünkü varoluş ve yaşam herhangi bir itici güce ihtiyaç duymaz, o halihazırda otonom bir şekilde devam edendir.
Every Night & every Morn – (Her Gece & her Sabah)
Some to Misery are Born. – (Doğar bazıları Acıya)
Every Morn & every Night – (Her Sabah & her Gece)
Some are Born to sweet Delight. – (Doğar bazıları tatlı Hazza)
Some are Born to sweet Delight, – (Doğar bazıları tatlı Hazza)
Some are born to Endless Night. – (Doğar bazıları Sonsuz Geceye)
Şiirin artık sonlarına doğru ise −ki bence en güzel kısmı− Blake yine birçok yerde yaptığı gibi bir karşıtlık yaratarak iki farklı durumdan bahsediyor. Esasında “sabah”, hazzın bir göndergesiyken, “gece” daha çok acının bir tanımı olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu iki karşıtlıktan yarattığı iki boyutlu dünyada insanlar bir gün tatlı hazzı yaşarken, bir diğer gün gecenin o sonsuz acısını tadabilir. Bu tamamı ile insanın buna elverişli doğasından kaynaklanmaktadır.
En nihayetinde Romantik Edebiyat tarihte kısa bir dönemi kapsasa da, o dönem ortaya çıkan tüm eserler aynı Blake’te olduğu gibi −ki hâlihazırda şiirin çok küçük bir kısmına baktık− tamamı ile doğadan, hayalgücünden, duygulardan ve dönemin sosyo-ekonomik yapısından besleniyordu. Dolayısıyla duyguların coşkunluğu ile ortaya çıkıp hayalgücünden beslenen bu tür bir şiiri ve akımı anlamak ve pek tabii ki yazmak, normalin üstünde bir uğraş gerektiriyor. Ayrıca, şiiri orijinal dilinde sesli okuduğunuzda sanki Mendelssohn’dan keman konçertosu dinliyormuşsunuz gibi bir hissiyat yaratmıyor mu? Bence yaratıyor…
Dipnotlar:
* Sefalet, açlık, sağlıksız çalışma ortamı, eşitsizlik, adaletsizlik vs. gibi olumsuz durumlar yine ilerleyen yıllarda İngiltere’de Çartizm hareketinin başlamasına neden olacaktı.
** Masumluk Kehanetleri şiirinin çevirisi antoloji.com sitesinden alınmıştır.
*** Kerubi.
Kaynakça:
GREEN, Julien. ”William Blake, Prophet.” The Virginia Quarterly Review Vol.5 No.2(1929): 220-232
O’MALLEY, Frank. ”The Wasteland of William Blake.” The Review of Politics Vol.9 No.2(1947): 183-204
The Norton Anthology English Literature, 8th ed.
HARMAN, Chris. Halkların Dünya Tarihi. İstanbul: Yordam Kitap, 2016
Yazar: Kaan Onur Kaftanoğlu
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.