Yeni kitabının (From Bacteria to Bach and Back) önsözünde, filozof Daniel Dennett, okumak üzere olduğumuz şeyin; “zihinlerimizin nasıl ortaya çıktığına dair, bugüne kadar ileri sürülmüş en iyi bilimsel teorinin omurgası, taslağı” olduğunu gururla dile getirmektedir. Okuyucu kitabın sonuna geldiğinde, bunun bir taslaktan ziyade bir karalama olduğuna veya en azından insan bilincinin kökenine dair bir sonuç ortaya koymadığına kanaat getirebilir. Ancak bu yine de bilgiye, evrime, mühendisliğe ve tasarıma dair muhteşem bir kitaptır. Bu kitap sinir bilimden yuvacı kuşlara, hesaplama teorilerinden caza kadar çok geniş bir yelpazedeki konuları içinde barındırmaktadır ve her bir sayfasında sizi büyüleyecek bir şeyler bulmanız mümkündür.
“Tasarım” terimi biyolojide kötü bir üne sahiptir. Çünkü doğanın tasarımında bir zekâ, akıl olduğuna dair teoriler geliştiren yaratılışçılarca da sıklıkla kullanılmaktadır. Doğa, geniş zaman aralıklarında, rastgele aşınma ve yığılma süreçleri boyunca, aptalca bir uğraşla olağanüstü yapılar inşa eden, Richard Dawkins’in deyimiyle, kör bir saatçidir. Gene de, Dennett, evrim sürecinde tasarımın sorgulanmasının bir tabu olmaması gerektiğini zarifçe savunmaktadır. Çünkü biyoloji tersine mühendisliktir ve bazı olguların ve/veya yapıların ne için var olduğunun sorgulanması bu olguların ve/veya yapıların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini anlamak için mükemmel bir yoldur.
Doğaya baktığımızda gördüğümüz şey, tasarımcısız bir tasarımdır. Dennett’ın “idraktan yoksun bir yetenek” olarak adlandırdığı bu durumu birçok doğal olguda gözlemleyebiliriz. Örneğin, evrim, bülbülleri anlamaz ancak onları ortaya çıkaran da gene evrimin ta kendisidir; anı şekilde, bağışıklık sistemimiz de hastalıkları anlamaz. Beyaz karıncalar yuvalarını inşa ederken herhangi bir inşa planı kullanmazlar ancak sonuçta son derece karmaşık bir yapı ortaya koyarlar. Örneğin, Dennet’ın da değindiği, Gaudi’nin kilisesinin bir örneğini andıran Sagrada Familyası… Genel olarak evrim ve onun yaşayan ürünleri baştan ayağa “idraksız yetenek” ve “akılsız tasarım ‘rastgele oluşum’” örnekleri ile doludur.
Bu noktada iki temel soru karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce, akılsız tasarım böylesine etkileyici ürünler ortaya koyarken niçin insanlığın sahip olduğu akıllı tasarım sadece robotik arabalar ve kitaplarla karşımıza çıkıyor? Ve evrenin akılsız tasarım süreci nasıl oldu da ilk etapta bizim gibi akıllı tasarımcılar ortaya çıkardı? Kısacası, nasıl oldu da doğa, bir bakteriden Bach’ı yarattı?
Dennett’ın cevabı memlere (yani birbirinin aynısı olan, kültürel evrimin her bir birimine, zihnin mecazi virüslerine) dayanıyor. Bugünlerde mem (meme) denilince aklımıza genelde sosyal medyadaki paylaşımlar gelir. Ancak Richard Dawkins’in düşüncesinin temelinde yer alan mem, kültürel manada değişilen veya değişen melodiler, fikirler, moda, çömlek yapım teknikleri ve daha fazlası gibi herhangi bir şey olabilir. Bazıları, işe yaramaz olmasına rağmen yıllar içinde tekrar tekrar ileri sürüldüğünden veya sebebi her ne ise, mem için tek ve iyi bir örneğin yine memin kendisi olduğunu ileri sürebilirler. (Biyolog Stephen Jay Gould bunlardan birisidir ve mem fikrine pek inanmaz) Ancak Dennett, memlerin “kültürel evrim” tartışmasına, tarih veya sosyoloji gibi resmileşmiş, kabul görmüş bilim dallarınca gözlemlenemeyen, önemli katkıları olduğunu düşünmektedir.
Bu kitabında Dennett’ın aklındaki memler kelimelerdir. Kelimeler zaman içinde değişen çevre koşullarında çeşitlilik göstererek çoğalmışlardır. Her nasılsa türümüzün sesle haberleşmeye başladığı ilk dönemlerde bazı sesler kelime olarak standartlaşmıştır. Zamanla kullanılır hale gelen ve anlam kazanan bu sesler giderek yayıldı. Nihayet, kelimeler beynimizde olup bitenleri dışarıya aktarmak için kullanabileceğimiz birer araç haline geldi ve böylece kelimeler tam bir bilinç içinde kendilerine yer edindi. Dennett’ın deyimiyle “etkileşim istilası”, beyinlerimizin zihinlere evrilmesini sağlamıştır. İnsan dilinin gelişmesinde kritik bir rol atfedilen dilin doğuşu düşüncesi gayet mantıklıdır ancak geniş çerçevede de bir o kadar mantıksız kalmaktadır. Soru şu, Dennett’ın açıklanmayı bekleyen daha ne kadar düşüncesi var?
Okuyucu bu öze ulaşmadan önce, birçok felsefi atlama noktası ile karşılaşacaktır. Bunlardan bazıları; “niçin” in (‘neden’e karşı ‘ne için’) farklı yorumları veya ispatlamanın ilginç bir şekilde tersine işletilmesi (nedenden sonucu değil sonuçtan nedeni ispatlamak), Alan Turing (mükemmel bir hesap makinesinin aritmetik bilgisine ihtiyaç duymayacağını ileri sürmüştür) ve David Hume (nedenlemenin zihnimizin bir yansıması olduğunu ve doğrudan algılayabileceğimiz bir şey olmadığını iddia etmiştir). Dennett, akıllı tasarım döneminin sona ermek üzere olduğunu iddia ediyor. Avrupa Go şampiyonunu 2015’deki bir maçta 5-0 yenen AlphaGo gibi en iyi yapay zekâ ürünlerimiz artık öğrenme yeteneğine de sahipler ve kendi kendilerine ne yapmaları gerektiğini öğrenebiliyorlar.
Dennett yukarıdaki iddiasını yapay zekâ teknolojilerindeki bu ilerlemelere dayandırmaktadır. Ancak neşeli ve enerji dolu kuramcımız yakın zamanda akıllı makinelerin insanlara hükmetmesi ihtimali için bazılarımız kadar endişeli değil. Onun ısrarla üzerinde durduğu asıl problem, bilgisayar tabanlı sistemlere haddinden fazla güvenerek etki alanlarını giderek genişletmemizdir. Onun kritik düşünce araçlarının geniş çapta erişilebilir yapılması yolundaki son çağrısının hem zamanlaması hem de aldığı beğeni yerindedir. Kitabın sonuna doğru gelirken dağınık bir yapboz gibi belirsiz olan şey, Dennett’ın tüm kitap boyunca açıklamaya çalıştığı insan bilincinin gerçekliğine inanıp inanmadığı ve bu terimle ne kastettiğidir.
Dennett’ın 1991 tarihli Bilinç Açıklanıyor kitabı bazılarınca bilincin varlığını tümüyle inkâr ettiği şeklinde yorumlanmıştı. Ancak Dennett’ın var olmadığını iddia ettiği şey hala net değil. Bu yeni kitabında da karmaşa ve terimlerini açıklamaya olan isteksizliği devam ediyor. Bilinç dediğinde aslında öz bilinci kastediyor gibi görünüyor (bilincimin bilincindeyim), oysa diğer birçok filozof bilinci olağan farkındalık veya deneyim olarak ifade etmektedir. Gorillerin de bilince sahip olduklarını ileri süren düşünürlerle alay ettiği göz önüne alındığında, kendisinin de bostan korkulukları ile tartışmaya girerek bu düşüncesini geliştirdiği anlaşılıyor. Onlar da onun gibi düşünmüyorlar hatta onun karşıtları gibi düşünüyorlar. (Şundan az da olsa emin olabiliriz ki bir goril, bir bulutun veya bir volkanın sahip olamayacağı deneyimlere sahiptir.)
Dennett’ın “yanılsama” terimini ısrarla kullanmaya devam etmekten tartışmalı bir zevk aldığına dair şüpheler, daha fazla gereksiz kafa karışıklığına yol açıyor. Dennett uzun zamandır, “bilinç bir yanılsamadır, biz ona sahip olduğumuzu düşünürüz ama değiliz,” demektedir. Peki, bu kendisine inanma ahmaklığına düştüğümüz şey nedir? Filozof Galen Strawson’ın da belirttiği gibi bilinç kendi kendisini deneyimleyemez; “sadece bir şeyi deneyimlediğimi ön koşul olarak varsaydığım zaman o şeyi deneyimliyor gibi görünürüm”. Bu kitap boyunca, Dennett’ın kullandığı dil onun bilincin gerçekliğine inandığını göstermektedir. Kitapta, Dennett, “homo Sapien’lerde bilinçli düşünme” kavramına, insanların “kendilerine özgü düşünce ve deneyimlerine”, bizim “özel, çeşitli düşünme araçları ile modernize edilmiş zihinlerimize” ve bizimki gibi bilinçli bir yaşam içerisindeki zengin manevi bir yaşama atıfta bulunmaktadır.
Bu bilinçli yaşamımızın kitapta iddia edildiği üzere yanıltıcı olmasının sebebi, en sonunda, tıpkı bir bilgisayar sisteminin masaüstünde olması gibi “kullanıcı yanılsaması” terimi ile açıklanmıştır. Şöyle ki, biz masaüstü ekranında dosyaları sağa sola kaydırırız ancak bilgisayarın kasa kapaklarının altındaki çalışma ilkesi ile bizim gördüğümüz resimsel mecazın hiç alakası yoktur. Benzer şekilde Dennett da şöyle yazıyor, “kendi içimizde tutarlı olduğumuzu, dünyayı doğrudan algılayabileceğimizi ve akılcı sebeplerle hareket edebileceğimizi düşünürüz”. Ancak beynimizin içinde olup bitenlerin çoğu bilincimiz dışında gerçekleşir. Örneğin, nöronlar arsındaki düşük enerji düzeyindeki (elektriksel) işlemlere biz müdahale edemeyiz. Bundan dolayıdır ki yanıltıcı bir düzeyde saplanıp kalırız ve beynimizin nasıl çalıştığını deneyimleyemeyiz.
Dennett, şu an sahip olduğumuz bilgiyi mükemmel bir şekilde açıklamaktadır veya en azından beynimizin bir masayı görmek gibi temel bir deneyimi ortaya koyarken ne düzeyde bilinçdışı kestirme, tahmin ve çıkarımda bulunduğunu mantıklı bir teoriye oturtmaktadır. Hala, bizim normal şeyler üzerindeki deneyimlerimizi bir yanılsama olarak nitelendiriyor olması, tartışmalı bir şekilde, bir açıklamasının diğer bir açıklaması üzerinde ayrıcalıklı bir konuma gelmesine neden olmaktadır. Eğer bana şu an bilgisayarımda ne olmakta olduğunu sorarsanız, size bir metin düzenleyicisinde bir kitap incelemesi yazmakta olduğumu söylerdim. Eğer bunun yerine size, işlemci üzerinde dolaşan elektriksel sinyalleri açıklamaya girişseydim, muhtemelen alaycı bir şekilde benim kalın kafalı olduğumu düşünecektiniz. Normal cevap tam olarak doğrudur. Şu da doğrudur ki; bu deneyim sayısız tahmin ve yeniden oluşturma süreçlerine dayandığı halde ben sadece diz üstü bilgisayarımın ekranını görüyorum.
Sonuç şu; bu harika kitabın sonunda açıklanmamış kalan tek şey, “bilinç”. Nasıl olur da nöronların elektro-kimyasal etkileşiminden bir birincil-kişi deneyimi (şuan deneyimliyor olduğunuz olay, bu kelimeleri okuyor oluşunuz gibi) doğar? Henüz hiç kimse bu konuda mantıklı bir teorinin girişini dahi ortaya koyabilmiş değildir. Bu nedenle bu problem “Zor Problem” olarak adlandırılmaktadır. Dennett’ın hikâyesi şu; insan bilinci ortaya çıktı çünkü birtakım kelime-memleri beynimizi kolonileştirdi, zapt etti. Peki, ama burada bilinci ortaya çıkaran püf nokta ne? Kitapta bununla ilgili herhangi bir açıklama yok. Dennett, zor problemin aslında var olmadığını söyler. Ama onu göz ardı etmek problemin hala karşımızda duruyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hatta kendi kitabı da şunu ortaya koyuyor ki; onu görmezden gelebilirsin ve hala insanlığın var oluşu ve doğadaki konumumuz hakkında derin ve hayranlık uyandırıcı düşünceler ortaya koyabilirsin.
Yazar: Steven Poole
Çeviren: Cihan Tunca
Kaynak: New Statesman
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.