Ekonomi, son zamanların belki de en popüler sosyal bilim dallarından birisidir. Çoğu zaman uygulamalı bilim (applied science) olarak da tanımlanmaktadır. Muhtelif bilim dalları arasında benzersiz bir konumda oluşunun sebebi hem yüksek matematik kullanıyor olması, hem kısmen fizik kurallarından yaralanması, hem de sosyal bilimlerin siyaset, sosyoloji, hukuk, sosyal psikoloji, vb. gibi bir çok dalından istifade etmesidir. Bunların yanında ekoloji, tarih, bilimsel gelişmeler, teknoloji de ekonomi haberlerinde sık sık bahsi geçen konulardır.
Ekonomi biliminin miladı genellikle 1776 olarak verilir. Bu tarih, Glaskow Üniversitesi’nde ahlak felsefesi dersleri veren Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı kitabının yayınlandığı tarihtir. Bu eser, ekonomi çevrelerinde bir başyapıt olarak kabul edilmekte ve hala alanında en çok okunan, vazgeçilmez kaynaklardan biridir. Bu kitabın yayınlanmasıyla Klasik Ekonomi dönemi başlamış ve 1930’larda gerçekleşen Büyük Bunalım’a çare olarak sunulan John Maynard Keynes’in Keynezyen teorisi uygulamaya konana kadar başat yöntem olmuştur. Nitekim görüldüğü gibi ekonomi disiplininin bilimsel olarak uygulanması oldukça yenidir ve hemen hemen iki asırı geçmemektedir.
Ekonomi, bir taraftan doğa bilimlerine benzer bir yöntemle gelişir, doğanın asıl işleyişini arar. Kuşkusuz bu sonu gelmez bir uğraş olup, daima yeni teorilerle bir önceki uygulamalar ayıklanır, Karl Popper’ın yanlışlanabilirlik teorisi gibi bir işleyiş söz konusudur. Özellikle yüksek matematiği kullanması, onu diğer sosyal bilimlerden ciddi bir biçimde ayırır. Ancak diğer taraftan da ekonomik faaliyetlerde insan faktörü vardır ve oldukça önemli bir yer arz eder. Tam da bu sebeple mutlak doğrular kendine yer bulamaz, bizatihi göreli doğrularla hareket edilir. Daha da önemlisi insan faktörü kültüre bağlı olduğu için, her ne kadar matematiksel formüller güçlü bir altyapı sağlasa da, her toplum için farklı ekonomik usuller gerekir.
Ekonomi bilimi aynı zamanda bireylerin ekonomik tercihlerini incelemesi açısından insanı temel alan bir bilim dalıdır. İnsanın dahil olduğu her konuya psikoloji faktörü de dahil olmaktadır. Çünkü insan duyguları, hisleri olan, çevresinden etkilenen ve çevresini etkileyen canlı bir varlıktır. Bu nedenle ki, ekonomik yöntemlerde yapılacak hatalar bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayamamalarına, yaşam standartlarının düşmesi neticesinde ortaya çıkabilecek problemlere sebep olacaktır. Bunun yanı sıra katı ekonomik doktrinler, Marksist ekonomi gibi bir dogma haline gelip devrim ve savaşlar gibi çeşitli şiddet sahnelerine sebep olabilmektedir.
Ekonomi, varlık ve hizmetlerin üretimi, dağıtımı ve tüketimini belirleyen bilim dalı olarak tanımlanmıştır. Bütün bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde kullandığımız kaynaklar esasında doğadan elde ettiğimiz kaynaklardır ve haliyle sınırlıdır. O halde ekoloji ile doğrudan ilgilidir ve dolayısıyla doğa tahribatı, küresel ısınma gibi konular için oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Nitekim zaten bu, dünya genelinde yapılan ekonomi konferanslarında bu konunun her geçen gün daha sık gündeme gelmesinde görülmektedir. Bu anlamda bilimsel faaliyetleri finanse eden kuruluşlara ya da kaynak arama peşindeki devlet kurumlarına dürüst ve realist politika izleme görevi düşmektedir.
Buhar gücünün teknolojide kullanımının esasen bir ihtiyacı giderdiği söylenir. Bir yorum, ormanların telef olmasından dolayı kullanılmaya başlanan ısıtma için daha elverişli olmasıdır. Kenneth Pomeranz da The Great Divergence adlı eserinde Avrupa’da Sanayi Devrimi ile gerçekleşen kopuşun kaynağını kömür kullanımı ve koloniler yaratmada görmektedir. Sınai gelişme her ne şekilde olursa olsun kaynak kullanımında gerçekleşen ve bunların kullanımındaki farklılıklarla her alanda büyük değişimlere sebep olmuştur fakat bu sınırlı olan kaynaklarımızın daimi olarak yenilenebileceği anlamına gelmez. Kuşkusuz, günümüzde bilimin geldiği noktada bir sürü soruna çare bulsak da hala daha açlık ve susuzluk önümüzdeki en büyük tehlikelerden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Ekonominin siyaset ile doğrudan bir bağı olduğu şüphesizdir. Ekolojik problemler ile ilgili tedbirlerin alınmasında muhtemelen en büyük rol siyasilere düşmektedir. Devletlerin asırlardır sahip olduğu diğer bir rol ise, belki de en önemli gelir kaynağı olarak vergi toplamasıdır. Üstelik vergiler o kadar önemliydiler ki yönetimlerin sarsan isyanlara, karmaşalara dahi sebep oldular. İç politikada yaşanan bu gerginlikler elbette dış politikada da sıkıntılara sebep oldu. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi, hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun, Birtanya İmparatorluğu’nun, İspanyol İmparatorluğu’nun yıkılışının ardında büyük finansal sorunlar ve krizler yatmaktadır.
Günümüzde devlet yapıları, toplumların yaşayış şekilleri ve değerler eskiden olduğundan çok farklıdır. Buna güzel bir örnek ticarette, iş dünyasında yaşanan değişmedir. Dünyanın her köşesinden insanları ürettikleri ile birbirine bağlayan iş dünyası, küreselleşme denilen olgunun aslında tam kalbinde yatmaktadır. Büyük yatırımlarla kurulmuş küresel iletişim ağlarının her türü, insanlara dünyanın her noktasından ürün ve hizmet sağlamaktadır. Nitekim bu ürünlerin yabancı bir yerden geliyor oluşu hem düşünce yapımızda hem de yaşam tarzlarımızda önemli değişikliklere yol açmaktadır. Bu gelişmenin bir nebze de olsa toplumların birbirlerini daha yakından tanıması ve anlaması açısından önemli bir gelişme olduğu ve siyasetteki gerginlikleri de azaltabilecek bir enstrüman olduğu kanısındayım.
Kadim zamanlarda, savaşlardaki rolü bugüne göre neredeyse hiç olmayan ticari faaliyetler, günümüzde diplomasinin dahi yumuşamak istemediği dönemlerde zorlayıcı bir unsur olabilir. Vatandaşları için refah ekonomik ilerleme ve kalkınmadan sağlandığı sürece savaşa niyetli politikacılar ve karar mercileri bir daha düşünmek zorunda kalabilir. Her ne kadar birçok yönden eleştirilse de küreselleşmenin böylesine bir yaptırım gücü olabilmesi önemlidir.
Demografik değişimler de ekonominin en çok müracaat ettiği disiplinlerden biridir. Sosyal ve siyasi gelişmeler, göçler, savaşlar, kıtlıklar, felaketler veya nüfus patlamaları nüfus değişimlerine sebep olan olaylardır. Nüfus değişimleri sebebiyle elbette üretilen ve tüketilen ürün miktarı değişir, teknolojik gelişmelerde değişmeler olur, bunlar da da ekonomide hem kişi başına gelir hem de gayri safi yurtiçi hasılaya etki eder. Buna en iyi örnek Anglikan Kilisesi’nde vaiz olarak görev yapan Thomas Malthus’tur. Malthus ekonomisi kısaca nüfus ve maddi hayat standartları arasında zıt ilişki olduğunu iddia eder. Dolayısıyla nüfus verileri ekonomik hesaplamaları yaparken sıkça kullanılan verilerdir. Gregory Clark da Fukaralığa Veda adlı kitabında Sanayi Devrimi süresinde İngiltere’de olağandışı nüfus artışı ve Amerika kıtasında ekili alanlarının genişlemesinin, ekonominin ve toplumun dönüşümü açısından o yıllarda teknolojik ilerlemelerden daha önemli rol oynadığını iddia etmiştir (s. 271).
Hukuk alanında yapılan düzenlemeler ekonomide de değişikliklere sebep olmaktadır. Hukuki düzenlemelerle bireylerin haklarının güvence altına alındığı demokratik rejimlerde ülke içinde istihdamı artıracak hem yurtiçi hem de yabancı yatırımlar teşvik edilmiş olur. Hakları korunmuş girişimci ve yatırımcılar için güven ortamı yaratılması ekonomi politikalarında en önemli meselelerden biridir. Demokratik uygulamalarında sorun yaşayan ülkeler bu sebeple denilebilir ki ekonomideki potansiyel gücünün tamamını kullanamaz.
Gerçek şu ki, tüm bilim dalları artık ne şekilde ve ne ölçüde olursa olsun, birbiri içine geçmiş, diğer bilim alanlarından izole bir çalışma yapamaz durumdadır. Büyük ve kompleks bir işbölümü içinde gelişen bilimsel alanları tikel çalışma alanları olarak görmek artık bir hayaldir. Dolayısıyla insanoğlunun varoluşunun öncelikli ihtiyaçlarının sağlanmasına vesile olan ekonominin de diğer bilimsel çalışmalar ile işbirliği içinde olması kaçınılmaz görünmektedir.