Düşünbil Portal

Fight Club’dan The Shining’e fantastik sinemada psikanalitik kavramlar

Paylaş

İnternette epey bir arandıktan sonra fantastik sinema ile ilgili psikanalitik kavramlar ve felsefeler üzerine Türkçe bilgiye ulaşmanın ne kadar zor olduğunu farkettim. Giovanni Scagnamillo, Serdar Kökçeoğlu, Evrim Ersoy ve Yeşim Tabak gibi bu alanda çok önemli isimler bile bu konuda Türkçe kaynak bulmamda bana yardımcı olamadılar.

Aslında her biri birer ders konusu olan bu kavramları en azından çok kısaca burada yazıp, bir adım atmış olmak istedim. Umarım bu yazı daha detaylı ve derin tanımlamalara ve farklı yorumlara kavuşmamıza yol açar.

The Uncanny*

Sigmund Freud tarafından 1919 yılında tanımlanan bir kavram olan The Uncanny’nin temelinde “aşina olduğumuz bir şeyin içinde yatan rahatsız edicilik” tanımı yatıyor. Aşina olmak ingilizce “familiar” olarak geçiyor. “Familiar”, Latincede “family” yani “familya” yani “aile” kelimesinden geliyor. Cronenberg’in sık sık röportajlarında bahsettiği ”aile klostrofobisi” altında bastırılan ve toplum içinde su yüzüne çıkamayan ama hep orada olduğunu bildiğimiz ve yüzleştiğimiz zaman bizi korkutan bir unsur.

Bütünüyle fantastik sinemanın açıklanmasına temel teşkil ettiğini söyleyebileceğimiz The Uncanny kavramı, temelinde tamamen edebiyat ile ilgilidir. En basit şekilde kurmacanın gerçek gibi gösterilmesidir. The Uncanny, Freud’un tanımına göre, cansız objelerin hayat bulması, bir şeyin defalarca tekrarlanması, mucizevi tesadüfler, uykuda yürümek, trans hali, delilik, cinsel karakterininden emin olamama, telepati, ölüm, canlı canlı gömülme korkusu ve hatta sessizlik gibi örneklerden oluşur.

The Double (İkiz, öteki)

The Double’ egonun farklı diğer formlar altında sembolize edilmesidir. Bu kavram ilk olarak Sigmund Freud’un 6 kişilik ekibinin en güçlü yazarı olan Otto Rank tarafından psikanaliz çatısı altında tanımlanmıştır. Mitolojiler ve efsanelerin içinde The Double’a birçok yerde rastlamak mümkündür (en basitinden melekler ve iblisler gibi). Freud’un belirttiği gibi bu egonun yansıması çoğu zaman saldırgan, karanlık ve egoya tamamen zıt özellikler taşır. Modern sinemada ‘The Double’ için verilebilecek en güzel örnekler Dead Ringers‘daki (1988) Jeremy Irons tarafından canlandırılan ikiz Mantle kardeşler ve Fight Club‘daki (1999) Tyler Durden karakteridir.

Fight-Club

The Double sadece kişinin egosunun yansıması değil, aynı zamanda simgesel bir anlatım olarak da karşımıza çıkar. The Shining (1980) bu simgelerle dolup taşan bir eserdir. Öncelikle otelin içindeki maketten bahçedeki labirente geçiş sahnesi, daha sonra Jack Torrance’in barmenle sohbet ettiği sahneler, benim en sevdiğim detay olan Jack Torrence’in ıslıkla filmin melodisini mırıldanması, küçük ikiz kız kardeşler ve filmin sonundaki o fotoğraf hep The Double örnekleridir. Korku sinemasındaki bir başka kayda değer simgesel The Double unsuru da Fulci’nin The Beyond (1981) filminin finalindeki tablodur. David Lynch’in Lost Highway (1997) filminde ise hem karakter olarak hem hikaye örgüsü olarak karşımıza çıkan ”The Double’, filmi açıklanamaz ama büyüleyici kılar.

The Abject (Aşağılık, iğrenç, reddedilen)

The Abject, ünlü psikanalist ve felsefeci Julia Kristeva’ya ait bir tanım. Kişinin kendisiyle özdeşleşmesini istemeyerek reddettiği herhangi bir şeye The Abject deniyor. Burada “reddetmek” kelimesi çok önemli. İnsan vücudundan reddedilen dışkı, kan, salya gibi şeyleri düşündüğümüzde, özellikle korku sinemasında hep başrolde olan bir mevhum Abject. Kişinin içinden gelen ama kişinin kabul etmek istemediği, yok etmek, kurtulmak istediği, üzerine sifonu çekmek istediği şeylerin ve durumların sembolüne The Abject deniyor.

Örnek: Batman Returns‘teki (1992) Penguen karakteri ve özellikle filmin başındaki doğum sahnesi, Cronenberg filmlerindeki çeşitli değişimler, bulaşıcı hastalıklar, yaralar ve organlar, Basket Case‘de (1982) sepetin içindeki hilkat garibesi, ve bütünüyle John Waters’ın Pink Flamingos (1972) filmi…

(Batman Returns, The Penguin)

Bununla beraber örnek olarak korku filmi izlerken, iğrenme ve rahatsız olma duygularıyla gözlerini kapayan bir çocuğun, bir yandan hala parmaklarının arasından ekrana bakmaya devam etmesini de daha geniş bir manada ‘The Abject’ olarak düşünebiliriz. Bu şekilde baktığımızda Frankenstein’in canavarından, Oz Büyücüsü’ndeki kötü cadıya, Fulci filmlerindeki vahşet sahnelerinden, David Lynch’in filmdeki karanlık cinsel atmosferlere kadar fantastik sinemanın her karesinde ‘The Abject’e rastlamak mümkündür. Özellikle de korku filmlerinde. Zaten, The Abject başlı başına korku filmlerinin cazibesini içinde barındıran bir kavramdır.

Body Horror**

Sinemacı olmaktan başka aynı zamanda çok özel bir felsefeci de olan David Cronenberg’in sularıdır Body Horror… Aslında Body Horror’un temelinde ruh ve beden arasındaki iletişim kopukluğu ve vücudun ihaneti yatar. İnsan doğduğu andan itibaren ölmeye başlayan bir organizmadır. Bu gerçeği göz önüne alırsak, devamlı bir çürüme içinde olan vücut, daha baştan insanın bilincinin ve varlığının sonunu getirecektir.

(Meatball Machine, 2005)

Yaşlanma, hastalanma ve çürüme gibi en temel korkuların üzerine oynayan Body Horror için Cronenberg’in her biri birer başyapıt olan Shivers (1975), Rabid (1977), Brood (1979), Scanners (1981), Videodrome (1983), The Fly (1986), Dead Ringers (1988), Crash (1996), eXistenZ (1999) filmlerini örnek gösterebiliriz. Bundan başka yine Cronenberg-vari Japon fantastik bilim kurguları Tetsuo (1989), Meatball Machine (2005), Naked Blood (1995) ve Tokyo Gore Police (2008) akla ilk gelenlerden. Aslında içinde Grand Guignol öğeleri bulunduran birçok film ucundan Body Horror’a da girmiş oluyor. Bununla beraber, Body Horror, insan vücudunu toplumsal bir metafor olarak kullanıp çok daha derin sosyal çözümlemelere de ışık tutuyor. Din ve toplumsal kültürlerde insan vücudunun tabu kabul edilmesine işaret eden ve bu tabuyu devirmeye çalışan Body Horror; piercing, dövme, grup seks, cinsel hastalık gibi yine tabu temaları kullanıyor. Benim için Body Horror’un doruk noktası ise teknoloji ve insan vücudunun birleşmesinden oluşan yeni simbiyotik organizmaların işin içine girdiği durumlar. Body Horror aslında belki de teknoloji ile evrim geçirip Homo sapiens’ten sonra gelecek olan dünyadaki yeni insan ırkına işaret ediyor.

Us vs Them (Biz ve ötekiler)

Özellikle komünizm korkusu altında uzaydan gelen istila temasıyla doruğa ulaşmış olan “biz ve öteki” teması, aslında kendi içimizde yüzleşmek istemediğimiz unsurları karşıdakine yansıtmak üzerine kurulu bir alegoridir. Bir grubun, karşısına aldıklarını tamamen bir ”öteki” kalıbına sokup, düşman ilan edip, kendisiyle hiçbir ortak noktası olamayacağına inanmasına “biz ve öteki” deniyor. Aslında temel olarak The Double kavramı ile aynı olan Us vs Them”, bu fikrin sosyal düzeyde toplumlar arası bir ölçekte cereyan etmesine deniyor. Uzaydan gelen böcekler, duygusuz vücut hırsızları ve çeşitli insan olmayan tehditler, aslında bilakis biz insanların korkularını, yüzleşmek istemediklerini ve hatta iftiralarını temsil eden semboller… Örnek: Invasion of The Body Snatchers (1956), Them! (1954), Faculty (1998)

(Fakülte, 1998)

Return of The Repressed (Bastırılmış olanın geri dönüşü)

Korku edebiyatının temelinde yatan en klasik temalardan biri “bastırılmış olanın geri dönüşü”dür. Türlü canavarlar, felaketler, post-apokaliptik dünyalar bu bastırılmış olanın bir patlaktan çıkıp bizi tehdit etmesi korkusunun ürünleridir. İnsanın kendi en doğal halinde, temel dürtüleriyle toplum içinde yaşayamayacağını ileri süren Freud, küçük yaşlardan beri insanın “id”inin bastırıldığını öne sürer. Bastırılmış olan geri döndüğünde ise “id” ortaya çıkar ve böylece en temel korkular bizi beklemektedir. Bu kavram için en güzel örnek tartışmasız Forbidden Planet‘teki (1856) rüyaları gerçeğe dönüştüren “id canavarı”dır. Sinema tarihi boyunca sayısız farklı form almış canavarlar ve tehditler, hepsi bir şekilde aslında bilinç dışımızdaki bulunan o bastırılmış arzulardan ve korkulardan kaynaklarını almışlardır. Daha geniş bir manada yine korku sinemasının tamamına bu kavram penceresinden bakmak mümkündür. Korku sineması bize sunduğu en gerçekdışı tehditlerde bile bize hatırlatır ki, bastırılmış olan her temel duygu, bir gün bir şekilde su yüzüne çıkmak için bekliyordur.

The Inverted Fairy Tale (Tersyüz edilmiş peri masalı)

Bertol Brecht ”Sinemayı değiştirmek için küçükken dinlediğimiz masalları değiştirmek gerekir” der. Hakikaten de çocukluğumuzun peri masalları aslında bütün sinemanın temelini teşkil eder. Korku sinemasına baktığımızda da bu durum tersyüz edilmiştir. Bu kavrama en iyi örnek olan 1973 yapımı Texas Chainsaw Massacre‘da, kaybolan çocukları yiyen korkunç insanların yaşadığı bir ev vardır. Bu durum direk olarak Hansel ve Gratel hikayesindeki cadının evinden başka bir şey değildir. Texas Chainsaw benzeri sayısız filmde, ve bunların arasında en güçlüsü olan Frontiere(s) / Sınırda (2007) filminde Grimm Kardeşler’in masallarındaki “yerin yedi kat dibine inmeler”, “çocuk yiyen cadı kadınlar”, “madenciler”, “sofra başında yaşanan dehşetler” bol bol mevcuttur.

(Uncanny: Tekinsiz)
(Body Horror: Bedenin tahribatını veya başkalaşımını grafik betimlemelerle sunan bir korku sineması türü)

Yazar: Can Evrenol
Bu yazı Öteki Sinema’nın internet sitesinden alınmıştır.


Paylaş
Exit mobile version