“Aşk bir durum, bir duygu, bir huy değil, karşılıklı bir değişimdir; inişli çıkışlı, birbirlerini kendi kusurlu vizyonlarında görmeye çalışanlar için iyi kötü anlaşılır hikâyelerle, ruhlarla ve özlemlerle dolu.”
“Yüreğin şefkatinin kutsallığından ve hayal gücünün hakikatinden başka hiçbir şeyden emin değilim,” diyor John Keats. Ayrıca “olumsuz yetenek” -belirsizliği ve bu sarsıcı iki aradalık durumu ile yaşamayı benimseme sanatı- diye bilinen görüşünün bir kabiliyet olduğunu ileri süren John Keats, Einstein’ın “sahip olabileceğimiz en güzel tecrübe gizemdir” görüşünü yansıtıyor. Yine de bilişsel uyumsuzluğa inanılmaz derecede duyarlı ve belirsizlik karşısında paralize olmaya en yatkın varlıklarız, özellikle iç dünyalarımızın en hassas ve savunmasız noktaları söz konusu olduğunda.
Filozof Judith Butler, Take My Advice: Letters to the Next Generation from People Who Know a Thing or Two isimli kitabındaki “Aşktan Şüphe Duymak” başlıklı dokunaklı denemesinde, hayatımızın güvenlik ve temel inanca en çok özlem duyduğumuz bu anındaki [aşk anı] şüphe sorununu irdeliyor ve şöyle yazıyor:
“Bazen birini tanıma anında –biri beni tanımaya çalıştığında ya da bana aşık olmak için bir sebep bulduğunda– bana göre “aşk”ın ne olduğu soruluyor ve [tanımlamakta] hep başarısız oluyorum. Herkesin sohbetlerinde, mektuplarında, aşk anlayışı akıllarına ilk geldiğinde devreye giren, kendinlerince bir aşk anlayışı var. Bu bir bakıma takdire şayan. Cevabım olmadığı ve olası bir baştan çıkarma anında konuştuğum kişiye sunacak büyüleyici bir “aşk” anlayışına sahip olamadığım için bir nebze utanıyorum. Aşk, ancak diğerlerinin tüm fikirleri çürütülürse bilinir, ve bu bilinenin aksine aşkın paradigmatik göstergesidir.”
Butler bu yüzden aşk söz konusu olduğunda kendini “seküler Kierkegaardcı” olarak tanımlıyor fakat Freud’u da yol göstericisi olarak görüyor:
“Freud, ‘Aşkından şüphe duyan bir erkek, daha az önemli olan her şeyden şüphe duyabilir ya da daha ziyade şüphe duymalıdır,’ diye yazmıştır. Bu satır hayatımda örnek aldığım, sadece bir kez okunup geçilemeyen bir satırdır, en azından benim için öyle. Freud bir beyanda bulunuyor ancak aynı zamanda dolaylı olarak bir uyarı ve öğüt de veriyor; aşkından şüphe duyan kişi, kendini daha az önemli olan her şeyden şüphe duyarken bulacaktır.
[…]
Hiçbir çıkar yolu yok: eğer aşkınızdan şüphe duyuyorsanız, daha az önemli olan her şeyden şüphe duymaya mecbur kalacaksınız ve eğer aşktan daha büyük bir şey yoksa, diğer her şeyden şüphe duymak zorunda kalacaksınız, ki bu da şüphe duymadığınız hiçbir şey kalmayacak demek.”
Aşktaki kesinliklerin ve belirsizliklerin değişimini irdeledikten sonra, Butler tekrar Freud’a başvuruyor:
“Öyle görünüyor ki, Freud’a göre hedef birinin aşkından şüphe duyması değil onda kesinliğe varması ve bir şekilde aşkın sağladığı sahipsizlik içinde kendini tanımasıdır. Bu noktada kendimi kaybeden, böylelikle, bu şartlar altında takip etmeyi karşı konulmaz bulan, hemen aşık olan; isteyen, idealize eden, peşinde koşan, bu ya da şu türden bir şeyi unutamayan, onu tekrar isteyen, istemekten kolayca kendini alıkoyamayan; peşinde koşulan, unutulmaz, yeri doldurulamaz olmak isteyen biriyim. Aşk bir durum, bir duygu, bir huy değil bir karşılıklı bir değişimdir; inişli çıkışlı, birbirlerini kendi kusurlu vizyonlarında görmeye çalışanlar için iyi kötü anlaşılır hikâyelerle, ruhlarla ve özlemlerle dolu.”
Richard Feynman’ın bilim hakkında, Orson Welles’in film hakkında ve Rilke’nin hayat hakkında bildikleri, “aşk” için de geçerli olabilir – bu kusurlu vizyon, bu şüphe durumu, eksiksiz bir aşk için kesinlikle gerekli gibi görünüyor:
“Eğer birisi, başka birinin sevgisinden bir şekilde haberdarsa –evet, işte yine benim aşkım, bu sefer ne getirecek? Hangi zarara yol açacak?- bu ondan şüphe duymaya son verdiği ya da bunu her zaman kesin olarak bildiği anlamına mı gelir? Ya da bu, birinin yapamadığı bir şeye karşı aldığı bir mesafe, aşkla birlikte gelen bir şüphe aşaması mıdır? Freud’un bunu, birinin kendi aşkından şüphe duymasının ondan temel açıdan şüphe duymak, tüm önemli meselelerin doğruluğunu sorgulamak ve varsayımların cevapsız kalmasına izin vermemek için söylediğini düşünebiliriz. Bu bir bakıma birinin tutkularıyla ilgili olacaktır. Ve bunlarla yaşamaya son verdiği ya da bitap düşene kadar düşünerek bunları yok ettiği anlamına gelmez. Aksine, onlarla yaşadığı ve onları tanımaya çalıştığı ancak bunu sadece sorularını aşk pratiğine dökerek yaptığı anlamına gelir. Aşıkken kendimi tanıyormuş gibi davranamam, ancak kendimi tam anlamıyla tanıyormuş gibi de davranamam. Sahip olduğum bilgiyi -her şeyin ötesinde beni daha iyi bir sevgili yapacak olan bilgi– yok saymamalıyım. Ve her şeyi önceden bilen biri de olamam –ki bu da beni gururlandırır ve neticede aşık olunabilir biri yapar. Aşk bize her zaman yaptığımız ve bilmediğimiz şeyler olarak geri döner. Şüphe tarafından sarsılmaktan ve bilebildiğimizde, bilebildiğimiz şeyler konusunda ısrarcı olmaktan başka seçeneğimiz yok.”
Yazar: Maria Popova
Çeviren: Tual Şekercigil
Kaynak: Brainpickings
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.