• 19 Mayıs 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Full Metal Jacket‘ın ilk yarısının geçtiği Deniz Kuvvetleri eğitim kampı, askeri bir üsten çok tıbbi bir tesisi andırıyor.  Koğuşlar bir ameliyathane gibi aydınlık; duvarlar üniforma beyazı ve her bir yüzey apak olana dek cilalanmış. Stanley Kubrick’in mekanına hoş geldiniz. Yönetmen, bizi acemi erlerin kafalarının tıraş makinesiyle üç numaraya vurulduğu bir sahne ile karşılıyor. Sonradan öğreneceğiz ki bu sahne, genç askerlerin benliklerini kaybetmesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Film, içindeki fikirleri amansızca beynimize kazıyarak ilerledikçe fark ediyoruz ki askerlerin kafaları bir bakıma ameliyat için kazınmış. Temel eğitim aslında askerlerin içindeki medeniyetin ve insanlığın son damlasına kadar söküp alındığı, yerinin soğukkanlı bir katil içgüdüsüyle doldurulduğu bir beyin ameliyatı. Benzer bir süreci sayısız farklı savaş filminde izledik, ama Kubrick’in cezalarındaki bu sertlik yeni. Kubrick, talim çavuşu Hartman ‘ın (Lee Ermey), askerleri işlediği gibi işliyor seyirciyi. Duygularımız yerinde duruyor mu diye kafamızı şöyle bir yoklamaya itiyor bizi.


Kubrick’in yaklaşımı cüretkâr, ancak biraz demode bir cüretkârlık bu. Askerler hep bir ağızdan anlamsız maniler söylüyor, Hartman ağıza alınmayacak sözleri bir büyü yaparcasına haykırıyor, beyaz iç çamaşırlı askerler simetrik gruplar halinde kümeleniyor – öyle bir ritüel, öyle bir tören… Sanırsınız 1960’ların avangart tiyatrolarından bir kesit. (Bu filme en yakın örnek muhtemelen 1964, Jonas Mekas yapımı The Brig‘dir.) Kubrick, bu tekniği savunmak zorunda olsa muhtemelen derdi ki savaş talimi gibi doğal olmayan bir şeyi anlamanın tek yolu, bizi tıpkı filmdeki askerler gibi manipüle etmesine ve insanlıktan çıkarmasına izin vermektir. Kendimizi onun usta ellerine bırakırsak, aklımızı ve irademizi ona teslim edersek, bizi yine bizim iyiliğimiz için suistimal edecektir. Sen onu benim külahıma anlat, Stanley. Bu tören sahnesi tamamen bağımsız olsaydı, film savaş taliminin bitmesiyle sonlansaydı -belki- bu agresif metotlar bir işe yarayabilirdi. Ancak filmde anlatılan hikaye (Kubrick, Michael Herr ve Gustav Hasford tarafından, Hasford’un The Short-Timers romanından uyarlandı) burada bitmiyor. Filmin devamında Private Joker (Matthew Modine) adlı bir karakter, Tet taarruzunun yapıldığı sıralarda Vietnam’a gönderiliyor. Bu noktada, Kubrick’in radikal beyin ameliyatı pek de iyi bir fikir gibi görünmüyor. Kubrick, karakterleri gereğinden fazla budadı. Karakterler insanlıktan çıkarıldı, seyirci duyarsızlaştırıldı ve Vietnam, hiç daha gözden ırak olmamıştı.


Full Metal Jacket
, kesinlikle beklediğimiz gibi bir Vietnam filmi değil. Ama şu da var ki film ancak ikinci dereceden bir savaş filmi. Birincisi ve en önemlisi, bu bir Kubrick filmi: kendine odaklı, kendi içinde göndermeler yapan, şeklen fazla belirli, nesnelliğinden ve rasyonelliğinden taviz vermeden seyirciye belli bir mesafede duran bir film. Asıl soru, her zamanki gibi, Kubrick’in ne yaptığı değil neden yaptığı. Bu garip teknik üzerine belki, -hayır kesinlikle- tezler yazılacak; ancak hiçbir stil analizi bir adamın neden hayatının 3 yılını hatta daha fazlasını, insanların hunharca katledilmesinin bizi etkilemeyeceği bir savaş filmi çekmeye adadığını açıklayamaz. Kubrick, savaş konusunda yeterince vurdumduymaz olmadığımızı gerçekten düşünüyor mu? Anestezi altında savaşı daha net göreceğimizi? Kubrick, bizi gerçek bir askeri eğitimin ortasına koyarak ve kaşla göz arasında buradan alıp savaşın tam ortasına bırakarak -üstelik her iki seferde de karakterlerin geçmişlerine dair en ufak bir detay verme zahmetine girmeden- her şeyi ve herkesi tamamen fonksiyonele indirgedi. Filmin başlarında Hartman askerlere “Birer silah olacaksınız.” diye salık verdi ve biz, bu gençlerin nesneleştirilmesine şaşamadık ya da üzülemedik bile, çünkü Kubrick onların kaybedecek bir insanlıkları olduğunun sinyalini bize hiç vermedi. Filmin ikinci yarısında tanıtılan askerler Hué’de bir keskin nişancı tarafından tek tek vurulduğunda dahi görsel efektler, fışkıran boyamsı kan ve heykel misali cansız duran bedenler dışında tepki gösterilecek hiçbir şey yok. Askerlerin hayatları o kadar silik ki yokluklarını hissetmedik bile. Yıkıntıların arasına titizlikle serpiştirilmiş turuncu alevler sönse ya da kontrolden çıksa daha çok irkilirdik herhalde, zira bu, filmin gidişatına göre çok daha etkileyici bir olay olurdu. Ancak tıpkı filmin kahramanları gibi, alevler de arka planda, bu sanatsal tablonun kendilerine ayrılan yerinde, biri diğerinden ayırt edilmeksizin stabil duruyorlar.

Kubrick’in “Vietnam filmi”, savaşın acımasızlığını gözler önüne sermeyen, hatta olduğu gibi bile yansıtmayan bir soyutluk abidesi. Filmin uzun acemi birliği bölümü bir çok bakımdan, Kubrick’in yıllardır yaptığı en etkileyici çalışma – ona korkunç derecede düşkün. (Hasford’un romanının altıda biri anca olan bu sahneler, Kubrick’in filminin neredeyse yarısı.) Kubrick, talim çavuşunun emri altındaki askerlerin kişiliklerini yıkıp yeniden şekil vermekten aldığı zevke bilfiil ortak oluyor. Yorucu parkurları ve bitmek bilmeyen psikolojik baskısıyla Hartman bu gençleri duygusal ve fiziksel anlamda, bir insanı insan yapan en temel özelliklere indirgiyor. Onları ham madde haline getiriyor ki Deniz Kuvvetleri’nin imajına uygun bir biçimde yeniden işleyebilsin. İlk karşılaşmalarında onlara isim bile veriyor -Joker, Kovboy, Gomer Pyle- ve askerler bir daha asla gerçek adlarını kullanmıyor, kendi aralarında bile. Bu bölümler, bir dereceye kadar Yaradılış‘ın kafir bir parodisi ve insanın “yeniden doğuş” sürecinin klinik bir araştırması olarak yorumlanabilir (Hartman, tanrıdan arkadaşı gibi bahsederek “O kendi oyunlarını oynar, biz bizimkileri” diyor). Hartman’ın en sefil, ancak tehlikeli derecede azimli, öğrencisi Pyle (Vincent D’onofrio). Silahıyla gizemli/psikozik bir ilişki kuran şişman, koca bir bebek.

Başka bir bakış açısıyla bakarsak, Full Metal Jacket‘ın temel eğitimi, oyuncuların katı bir yönetmenin göz hapsinde prova yapa… yapa… yapa kendilerini unutmayı ve rollerini canlandırmayı öğrendikleri teatral bir süreç. Burada temel eğitim cehennemde bir metot, Katil Atölyesi’nde bir sömestr olarak gösterilmiş. Hartman sadece Tanrı değil, sebep olduğu her şeyin mutlak kontrolünü elinde tutan bir yönetmen: Adeta doğadaki en ham maddenin, hatta bireysel kişiliğin öngörülemez karmaşasının bile kendi güçlü iradesi karşısında boyun eğmesini sağlayan, Kubrick’in kendi estetiğinin bir fantezi projeksiyonu. Bu bölümlerin bu kadar yoğun olmasına şaşmamak gerek. – Kubrick’in derinden anladığı konular bunlar.

Full Metal Jacket‘ın yürekleri parçalayan birinci yarısının en can alıcı noktasında ise, Kubrick olayları er yatakhanesinden (romanda final sahnesi burada geçer) yeni, manidar bir yere taşır: Ürkütücü renksizliği ancak iki duvara uzun uzadıya sıralanmış klozetlerin siyah oturaklarının bozduğu, beyaz üzerine beyaz kaplı devasa tuvalet. Bu garip ortamda, Hartman, Pyle ve (o gece nöbette olan) Joker filmin tek gerçek dramının son sahnesini oynar, yaratan ve yaratılanlar arasındaki sorunu şiddetli bir duygu karmaşasıyla çözüme kavuştururlar. Buraya -Kubrick’in kendini evinde hissettiği tek yere- askeri jargonda Kafa denir.

Yazar: Terrence Rafferty
Çevirmen: Beste Naz Yıldız
Kaynak: thenation.com

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com