13 şubat 1967 pazartesi günü. Yağmur yağıyor. İran İngiltere Kültürevi kütüphanesinde bir yazı üzerinde çalışıyorsun. Puran Ablan da ileride kitap okuyor. Kalkıp yanına gidiyorsun, elini omzuna koyuyorsun:
“Ben geldim. Oradayım. Çalışıyorum. Nasılsın, iyi misin?”
“Evet, iyiyim. Ne çalışıyorsun?”
“Jean d’Arc’in çevirisine çalışıyorum. Şimdilik allahaısmarladık.”
Yerine geçiyorsun. Bir, iki saat kadar sonra tekrar Puran’ın yanına gidiyorsun. Yaramaz bir çocuk gibi onun omzuna vuruyorsun: “Kalk gidelim! Ben annemlere gidiyorum.”
Puran gelmiyor. Öğleden sonra saat 3’te bir buluşması var. Sen ısrar ediyorsun: “Arabam var. Bu yağmurda ne yapacaksın? Birlikte gidelim.” O gelmiyor. Sen her zamanki gibi ona, “Haydi ben gittim,” diyorsun ve gidiyorsun. Başında başörtün var. Saat üçe kadar annenin evinde kalıyorsun. Kapıda, annen seni yolcu ederken dudaklarının tuhaf soğu onun yüreğini titretiyor. Annen sonraları anlatıyor bize: “Dudakları buz kesmişti. İçim dağıldı. İnsanların dudakları ölmeden önce soğurmuş. Ona, ‘Furuğ, anneciğim saçlarını tara! Böyle çıkma dışarı,’ dedim. Bana ‘Bırak anne! Kime tarayacağım saçlarımı?’ dedi.” Arabaya biniyorsun. Direksiyona kendin geçiyorsun. Şoförüne, yan koltukta oturmasını söylüyorsun. Bilmiyorsun şimdi yaşlanmış bu adam nasıl yıllarca neden senin direksiyonda oturmana izin verdiği için pişmanlık gözyaşları dökecek: “Ben otursaydım böyle olmazdı. Stüdyoya gidiyordu. Bu bizim kısmetimiz değilmiş. Hiçbirimizin!”
sokakta rüzgâr esiyor
buysa yıkımın başlangıcıdır.
senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
24 T 1413 plakalı arabanla Derrus’taki Lokamnuldövle Caddesi’nden aşağı inerken, Golhek’teki Şehriyar İlkokulu öğrencilerini taşıyan arabayla karşı karşıya geliyorsun. Onlara çarpmamak için direksiyon kırıyorsun. Sen cip arabanın açılan kapısından dışarı fırlıyorsun. Başını refüje çarpıyorsun. Seni hemen Tecriş’teki Rıza Pehlevi Hastranesi’ne kaldırıyorlar ancak tıbbi müdahale gerçekleşmeden hayatını kaybediyorsun. Hayır, hayır. Hayatın sürüyor…
Cenazenin defnedilmesi için namaz kılınmalı. Mollalar cenaze namazını kılmıyorlar. Cenazen iki gün defnedilmeyi bekliyor. Sonunda şair Mehrdad Samadi cenaze namazını kılıyor.
Biliyor musun Furuğ, böyle bir zamanda yaşadığım için utanıyorum.
Furuğ, 15 Şubat Çarşamba günü Zahirüldövle mezarlığında toprağa verilir. Toprağa emanet edilirken de kar yağıyordu.
belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdığında
uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili
Kaynak: Yazı, değerli Haşim Hüsrevşahi’nin Dahiler ve Aşkları adlı kitab’ındaki makalesinin bir bölümünün yayımlandığı, ‘Sardunyalar’ sitesinden alınmıştır.
Yazının alındığı kaynak: sanatkaravanı
Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.