“Madem başka bir yerde yansımadan göremiyorsun kendi kendini, ben bir ayna olup sana, övmeden seni, koyacağım gözlerinin önüne kendinin henüz bilmediğin yanlarını.”
William Shakespeare, Julius Caesar
Çağımızın kişilik yapılanması olarak bilinen “narsisizm” Yunan mitolojisinden sudaki yansımasını gören ve bu yansımasına, yani kendisine âşık olan ve bir ömür boyu ulaşamayacağı bu aşkın peşinde aşkını (kendisini) izleyerek ömrünü tüketen Narcissos’dan gelmektedir. Mitolojiye göre; Narcissos doğduğu gün, kâhin Tressias uzun ve mutlu bir hayat süreceğini, bunun için yapması gereken tek şeyin hayatı boyunca kendisini görmemesi olduğunu söyler. Narcissos büyür, tüm genç kızların ilgisini çeken ve kendine âşık eden bir delikanlı olur fakat o hiçbirine yüz vermemekte ve ilgilenmemektedir. Günün birinde peri Echo, ona âşık olur ve Narcissos ona da yüz vermez. Aşkı karşılıksız kalan Echo üzüntüden zayıflar ve hastalanır. Bunu gören diğer periler tanrılardan öç almasını ister ve tanrılar onların bu isteklerini kabul eder. Bir gün av sonrası göl kıyısına su içmek için giden Narcissos, sudaki yansımasını görür ve öylece bakakalır, kendisine âşık olur. Hikâyenin bundan sonraki kısmı iki farklı mitolojik hikâye olarak ayrılıyor: bir mit, Narcissos kendisine kavuşmak için suya bağırmış ve sonunda bitkin düşüp ölmüş ve bedeni bugün “Nergis” diye bilinen çiçeğe dönüşmüştür derken; bir diğer mit ise, Narcissos’un kendisine âşık olup oradan ayrılamadığını ve tıpkı Echo gibi günbegün eriyerek oracıkta öldüğünü söyler.
Narsisizm kavramı, en temelde insanın kendisinden, hayatından ve bu dünyadaki varoluşundan haz veya acı duymasıyla ilintilidir. Narsisizmin temelinde kişinin kendine saygı, sevgi ve güven duymakta büyük problemler yaşaması olmakla beraber, kişi bunun farkında değildir. Narsisistik kişinin hayattaki yaşam amacı dünyada ve çevresinde değer ve saygı görmek, takdir edilmek ve bunun böyle olduğunun onayını almak adına sürekli ispat çabasında bulunmak, kendini iyi ve sevilebilir olduğunu hissetmek için mükemmel görünmeye çalışmaktır. Yaptıkları her şey ilgi ve takdir toplamak içindir. Hayranlık kazanma uğraşıları da karakteristik özellikleridir. Kendi klinik ve çevremde tanıdığım tüm terapistlerle ortak görüşüm narsisist erkeklerin oranının daha yüksek olduğu şeklinde olmakla beraber; kadın narsisistlerin kendilerini dış görünüm, birlikte yaşadıkları insanlar ya da kendi konumları ya da çocuklarının durumları ile ilgili alanlarda ortaya koyma yönündedir. Kadın ve erkek narsisistlerin ortak yönleri ise dikkat odağı olmaya doymak bilmez ihtiyaçtır. Bu durum narsisist kişinin empatik ve vicdan sahibi olabilmesini kısıtlar.
Narsisist bireyler genellikle terapiye kendileri ihtiyaç duydukları için gelmezler, bunun sebebi kendilerini mükemmel, kusursuz ve her şeyi bilen olarak görmeleridir. Terapiye ancak mahkemelik olduklarında mahkeme yönlendirmesiyle, eşleri çileden çıkıp boşanma kararı ya da ilişkide mola kararı verdiklerinde ya da iş yerlerinde patronlarının sıkıştırması sonucu yardım almayı kabul ederler. Narsisist insanlarla yaşayan bireyler ise; her zaman kendilerini engellenmiş, küçük düşürülmüş, aşağılanmış, çaresiz, yetersiz, değersiz ve öfkeli hissederler. Özellikle narsisist eşleri olanlar yıllar önce âşık olduğu narsisist bireyle baş edecek gücü kendinde bulamazken onlardan ayrılacak, durumla baş edecek enerjiyi de bulamazlar ve aslında en çok terapiye gelen grup da mağduriyeti yaşayan bu gruptur.
Yazar: Dilek Çelebi Çelik
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.