• 11 Temmuz 2017
  • Düşünbil Portal
  • 0
Paylaş

Tarih, nostalji, yaratıcılık, bağımsızlık, cinsellik ve televizyon üzerine bir Gary Ross kurgusu.

Hayat, özgürlük ve mutluluk arayışı: Tarih geçmişte yaşananlar ve bunları nasıl yorumladığımızdan ibarettir. Ancak gerçekler ve yorumlar bakış açımıza, ne bildiğimize, hatırladığımıza ve neyi tercih ettiğimize bağlı olarak sürekli bir çatışma halindelerdir. Amerika’nın tarihi ise özgürlük-kölelik, açgözlülük-taşralılık gibi birçok çatışmayla bezelidir. 1950’ler genelde sade ve barış dolu lanse edilse de, aktif modernizmin (endüstri, teknoloji, sinema, caz, rock and roll, edebiyat, şiir, psikanaliz ve insan hakları hareketlerinin) yarattığı etkiyi az çok hatırlayan herkes dönemin daha çok ihtimaller, çatışmalar ve değişimle dolu olduğunu bilir. Aile anlayışı tıpkı Ozzie ve Harriet Nelson’ın 50’lerde siyah beyaz televizyon ekranlarına yansıttığı gibi basit, sade ve donuktur. 50’ler denince akla gelen o yılların çarpıcı gerçekleri değil dizide yansıtılan bu anlayıştır. Bu durum, kültürün az ya da çok, derinden ya da yüzeysel benimsense bile ne kadar derin izler bıraktığının bir kanıtı. Bazen merak ediyorum. Acaba bir insan hayatını sevgi, arkadaşlık, sıhhat, neşe, başarı, çalışkanlık ve bilgelik gibi değerlerle doldurabilsin diye verilen bir senaryo olmadan ne yapar? Bulduğu ilk senaryoya yapışır mı? Kişisel eğilimlerine ve sosyal varlığına ters düşse de ona harfi harfine uyar mı? Metin türlü boyutlarda yabancılaştırma, yoksulluk, hastalıklar ve ölüm getirse bile mi? Siyah beyaz, yer yer renkli bir Gary Ross filmi olan Pleasantville, tam da bunu konu alıyor. Filmde 90’larda yaşayan al yanaklı genç bir oğlan ve kız kardeşi kendilerini birden bire 50’lerin favori televizyon dizisinde buluyor. Film farklı olmanın önemini; bireysellik, toplumsallık, yaratıcılık, duygusallık ve düşünce  temalarını yoğun bir şekilde işliyor.

Yaratıcılık ve zeka ürünü olan bu güzel ve komik filmde ana karakterler: Utangaç, kitap kurdu, eski televizyon programlarına özellikle büyülü bir dünyada geçen Pleasantville’e düşkün David; ve duygusal, alımlı, popüler -sakız çiğneyen, sigara içen ve oğlanlarla takılan- kız kardeşi Jennifer. İkili, bekar annelerinin genç erkek arkadaşıyla buluşmaya şehir dışına çıktığı bir hafta sonu evde yalnız kalırlar. Kumanda kavgasına tutuşan David ve Jennifer bu sırada yanlışlıkla kumandayı duvara çarpar ve kırarlar. Onlar daha kimseyi aramadan bir tamirci kapıda beliriverir. Tamirci aslında büyülü bir kapı bekçisi; gerçek ve kurmaca dünyalar arasında bir köprüdür. Kardeşlere Pleasantville’in siyah beyaz dünyasına girmelerini sağlayacak hantal bir kumanda verir. Kardeşler, George ve Betty’nin çocukları Bud ve Mary Sue olarak Pleasantville’de yerlerini alırlar. David burada rahattır, ancak Jennifer için aynı şey söylenemez. David/Bud’ı Tobey Maguire, Jen/Mary Sue’yu Reese Witherspoon, George’u William H. Macy ve Betty’i Joan Allen’ın canlandırdığı filmde ailenin tek beklentisi babanın alması muhtemel terfi ve büyük, zengin aile yemekleridir. Jen, Pleasantville’de olmaktan yakınırken yakışıklı ve sportif bir delikanlıyı, Skip’i (Paul Walker) fark eder ve Mary Sue olarak ondan hoşlanır. Kasabadaki okula ayakları adeta geri geri giden Jeniffer, kimsenin okul dışında bir hayat anlayışı olmadığını acı yoldan öğrenir. Bir soru sorar, kimsenin anlamlandıramadığı bir soru: Pleasantville’in dışında ne var?

Yalıtılmışlık ve diğer yaşam tarzlarına cahil kalmışlık, kendi yaşayışlarını tek doğru yol kabul eden, başka yerler ve başka insanlar tanımamış Pleasantville halkında bir duyarlılık oluşmasına neden olmuş durumda. Bu küçük topluluğun verebildiği tepkiler bile sınırlı. Yaşadıkları dünyanın kuralları ise yerleşik ve değiştirilemez. Pleasantville, atılan her şutun basket olduğu, basketbol takımının oynadığı her maçtan zaferle çıktığı bir kasaba. Şüphe ya da değişim ise bu çantada keklik başarıyı tehdit eder nitelikte. David, yani Bud, patronu Bill Johnson ile küçük bir lokantada çalışır. Ancak Bill, Bud ile koordine çalışmaya öyle bir alışmıştır ki Bud geç kalınca ne yapacağını şaşırır. Rutin bozulmasın diye boyası çıkana kadar tezgah siler. Jen, yani Mary Sue daha asidir ve kasabaya yeni alışkanlıklar ve yeni bir dil getirir. Skip’i cezbeder ve onun ilk kez bir renk, kırmızı bir gül görmesini sağlar. Arkadaşlarına seksten bahseden Skip, onların basketbol yeteneğini de ellerinden alır. Kasabada artık başka renkler de vardır: Yeşil bir araba, bir kup dondurmanın tepesindeki kıpkırmızı vişne. Resme yeteneği olan ancak bu yeteneği yalnız yılbaşında sergileyebilen patron Bill Johnson (Jeff Daniels), Bud’ı görmek için eve uğradığı sırada annesi Betty’i (Joan Allen) görür ve ilk görüşte tutulurlar birbirlerine. Betty, ilk kez bir kart oyununda kupanın kırmızı olduğuna tanık olur. İlham, yaratıcılık ve gelişim gibi kavramlarla rutin hayat arasında apaçık bir çatışma baş gösterir böylece.

Pleasantville dünyası, basit bir mantıkla işler. Bu kurmaca dünyayı gerçeğe dönüştüren ekip ise şöyle: Yönetmen Gary Ross, görsel efekt sorumlusu Chris Watts, renk efektlerini tasarlayan Michael Southard, sanat yönetmeni Jeanine Oppewall, görüntü yönetmeni John Lindley, editör William Goldenberg, filmin müziklerini yazan Rendy Newman ve düzenleyen Bonnie Greenberg. Aynı filmi hem siyah-beyaz, hem renkli formatta sunmanın getirdiği bazı zorluklar vardı tabi. Renkler için farklı gereçler, farklı tonlar ve ışıklandırma kullanılmalıydı ancak Ross’un ekibi gösterdiği özverili çalışmayla bu zorlukların üstesinden geldi. Tarih, nostalji, kuşak farkı ve rahatsızlık veren ancak önemli bazı perspektif temaları ile bu filmde verilen mesajlar uzun süre geçerliliğini koruyacak cinsten. Geleneklerimize sıkı sıkıya sarılacak mıyız? Yoksa değişime kucak mı açacağız? Devrim temel şeylerle başlar: bir renk gibi ya da bir soru. Betty, “Seks de ne?” diye sorar kızına. Mary Sue’nun yerine geçen Jen (Witherspoon) annesiyle gizli bir konuşma yapar ve ona cinselliğin ne olduğunu açıklar. Bu konuşmadan doğacak olan cinsel zevk, yeni renklerin ortaya çıkmasını sağlar. Betty, banyoda kendini tatmin ederken tavanda renkler görür ve bahçedeki ağacın da cayır cayır yanmasına sebep olur. Daha önce hiç yangın görmemiş olan kasabada itfaiye de ne yapacağını şaşırır. Ta ki David/Bud (Maguire) onlara ne yapacaklarını söyleyene dek. Bud’a üstün başarılarından ötürü bir yurttaşlık madalyası bile verilir. Bud çalıştığı lokantaya geri döndüğünde meraklı bir grup genç onu soru yağmuruna tutar. Yangını söndürmeyi nereden biliyordu? Pleasantville’in dışında ne vardı? Mark Twain’in Huckleberry ve Finn’in Maceraları kitabında Huck ve Jim özgürlüklerine nasıl kavuşuyorlardı? Nihayet Bud, “Bazı yerlerde yollar daire çizmez, uzayıp giderler” diye cevap verir ve gençler arasında hiç dinmeyecek bir yankı uyandırır. Gençler, kitap okumak için kütüphanelerde kuyruk oluştururlar zira bir zamanlar bomboş olan kitaplar artık doludur. Kasabanın başındaki isim, Başkan Big Bob (J. T. Walsh) kadınların gün geçtikçe özgürleşmesi ve gençlerin yeni şeyler denemesi gibi tuhaf olayları tartışmak üzere George’un evine uğrar. George, eşi Betty’e seslenir ancak bir cevap alamaz ve bu durum George’un evinde de hayatında da bir dalgalanmanın habercisidir: karısı mutfakta saklanmaktadır, “renkli”dir ve o bembeyaz yanakları artık pembedir. Öz güven ve nezaket dolu Betty artık mahcup, kendine güveni olmayan acılar içinde bir kadındır. Oğlu, Betty’nin makyaj yapmasına yardım eder ve gri bir pudrayla capcanlı, renkli derisini adeta öldürürcesine, ona bahşettiği hayatı geri alırcasına tekrar gri hale getirir.

İki kardeş artık Pleasantville’de iyi vakit geçirmeye başlamıştır: David hoşlandığı kız, Margaret’la (Marley Shelton), kız kardeşi ise yeni keşfettiği kitaplarla ve bu kitapların ilki olan D.H. Lawrence ile. Büyülü kapı bekçisi (Don Knotts) kasabadaki bu değişimden hiç memnun kalmamıştır. Televizyon aracılığıyla ulaştığı David’i azarlar ve onu durdurmaya çalışır ancak David onu dinlemez ve televizyonu kapatır. Böylece bir kriz patlak verir: David ya da Bud Bill’e ona ilham kaynağı olacak portreler, manzaralar, nü ve soyut resimlerle dolu, rengarenk bir sanat kitabı getirir. Bill (Jeff Daniels), Betty’nin (Joan Allen) üstsüz, rengarenk bir portresini yapar ve bu resim kasaba halkında büyük bir öfke uyandırır. Sanatın günümüzde de zaman zaman uyandırdığı türden bir öfke ve sansüre yol açar. Bir grup adam, daha önceleri eğlenmek için gittikleri bowling salonunda bu sefer muhafazakar bir siyasi hareket başlatmak için toplanırlar ve bir kasaba toplantısı düzenleme kararı alırlar. Ancak ertesi sabah, kasabanın üzerinde bir gök kuşağı görünür, anne Betty ve Mary Sue dahil herkes rengarenk giyinmiştir ve lokantada bir renk cümbüşü hakimdir. Betty akşam yemeğini, tatlısını ve ertesi günün öğle yemeğini hazırlar ve George’u terk eder. Eskiden mutlu ve güvende olan George afallamıştır ve derbeder bir haldedir. Değişimin bir bedeli vardır ve George, bu bedeli ödemektedir. Arabayla kasabayı gezip toplantıyı duyurmakla yükümlü bir grup oğlan evin önünde Bud ve Margaret’i görür. Oğlanlardan biri Margaret’in yüzündeki pembeliğe atıfta bulunarak onun için “Bud’ın renkli kız arkadaşı” tabirini kullanır. Bu kasabada sinirlerin gerildiğinin, kutuplaşmanın başladığının bir göstergesidir. Bill’in dükkanının camına Betty’nin nü bir resmini yapması bardağı taşıran ve kutuplaşmanın maksimum boyuta ulaşmasına neden olan son damladır. Resim bir süre orada kalır ancak halk, penceresindeki resmi de lokantanın kendisini de tuzla buz eder ve kütüphaneden alınan tüm kitapları yakarlar. Tüm bunlar 50’lerin sanata ve aktivizme beslediği kini anımsatıyor ve onu bir kez daha hissettiriyor bize. David ve Jen değişiyor, ve kasabayı da beraberinde değiştiriyor. David’in annesini taciz eden gençlere kaba kuvvetle cevap vermesi ve Jen’in entelektüel hobiler edinmesi ikisini de renkli kılar. David cesaret ve öz güvenle renklenir, Jen ise derinlik ve merak ile. Renkliler, kendilerini iyi insanlar olarak gören renksizlerin altını üstüne getirdiği lokantada buluşurlar. Betty ve Bill’in sıkı sıkı sarıldığı o lokantada.

Kasaba yönetimi yeni ahlak kuralları yayımlar: Herkes davranışlarına dikkat edecek, vandalizm yapılmayacak, Aşıklar Tepesi’ne kimse gitmeyecek, kasabanın onayladığı ‘güzel’ müzikler dışında hiçbir müzik dinlenmeyecek, hiçbir yerde yağmura dair şeyler satılmayacak, çift kişilik yataklar yasak, tarih derslerinde değişimin adını dahi anmak yasak ve siyah, beyaz ve gri dışındaki renklerin kullanılması kesinlikle yasak. Spor malzemeleri satan dükkana bir tabela asılır: “Renkliler giremez”. Pleasantville‘i ilk yayınlandığı zaman izledim ve çok beğendim. Filmin yapımcılarından en az birinin, sanki 50’lerin genel konsepti ve yapımcıların amacı bu değilmiş gibi, Amerika’nın ırkçı politikalarına gönderme yapıldığı görüşünün biraz abartı olduğunu söylediğini hatırlıyorum. İnsanlar geçmişi yad ederken her zaman sözde sükunete ve siyahilerin uysallığına özlem duyarlar, ikisi de birer efsane oysa. Onlar kendi sağırlıklarını diğerlerinin sessizliğine yoruyorlar. Pleasantville muhafazakar geçmişte baskılananların, yanlış anlaşılanların filmi. İnsanlar ayaklanır. Bud ve Bill, asılan bildirileri protesto etmek için polis merkezinin duvarına herkesin görebileceği, devasa bir duvar resmi çizer ve tutuklanırlar. Big Bob, mahkemede eseri “doğaya aykırı bir betim” olarak tanımlar. Farklı ırktan ya da aynı cinsten insanların ilişkilerine vurulan ‘doğal değil’ damgası geliyor insanın aklına ister istemez. Bud, yani David yaratıcılığı ve tutkuyu savunur. “Ahmak, seksi ve tehlikeli.” Başkan ve diğerleri itiraz ediyor ancak Bud diretiyor. “İçinizden, derinlerinizden gelen bir şeyi durduramazsınız” diye savunuyor kendini. Duygusal, cinsel ve yaratıcı imalarla dolu bir savunma. Başkan direniyor, ancak Bud onun damarına basıyor, onu sükuneti elden bırakmaya itiyor. Sonunda Başkan, halk, sokaklar, binalar, her şey rengarenk oluyor: yeni bir deneyim değişimi doğuruyor. Filmin sonu ise biraz tuhaf: David 90’lardaki evine geri dönüyor ancak Jen, 50’lerin Mary Sue’su olarak düzgün bir üniversiteye gitme şansının olduğu tek yer olan Pleasantville’de kalmaya devam ediyor. Bilgelik ve tuhaf olasılıklarla dolu yeni bir hayat onu bekliyor.

Yazar: Daniel Garrett
Çevirmen: Beste Naz Yıldız
Kaynak: compulsivereader.com

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com