Bir keresinde bir röportaj esnasında Maurice Sendak şöyle demişti; “Yazdıklarımın çocuk kitabı olduğuna hiç inanmıyorum”. “Çocuklar için yazmam […] Ben yazıyorum ve birileri ‘Bu çocuklar için!’ diyor”. Çocuk edebiyatı denen düşünce Neil Gaiman’dan beri yankıları süren ve esasen yeni olmayan bir olgudur. ‘Çocuklar için’ diye belli edebiyat kalıpları tasarlama düşüncesi tamamıyla keyfidir ve yetişkinler tarafından öne sürülmektedir.
1939 senesinin Mart ayının 8. gününde, tarihteki en iyi fantezi yazarlarından biri olan J.R.R. Tolkien “Peri Masalları” başlıklı bir seminer verdi. Daha sonra bu konuşma “Peri Masalları Üzerine” diye yeniden başlıklandırılarak bir makaleye dönüştürüldü ve Tales from the Perilous Realm’a dâhil edildi. Fantezinin doğasını ve peri masallarının kültürel rolünü keşfeden savının düğüm noktası, “çocuk” yazını diye bir şey olmadığı temel iddiasıyla aynı yönde.
Tolkien, peri masalının ne olduğunu tanımlayarak başlıyor söze:
Bir “peri masalı” Faerie’ye değinen ya da direkt ondan bahseden, amacı hiciv, macera, ahlak, fanteziden herhangi biri olan bir şeydir. Faerie, en yakın tabiri olarak belki de Sihir kelimesi ile tanımlanabilir. Fakat bu hususi bir ruh hali ve enerjinin sihridir; yorucu, bilimsel, gözbağcı amiyane donanımların oldukça uzağındadır. Tek koşulu vardır: Masalda herhangi bir hiciv olursa, bir şeyin alay konusu edilmesi yasaktır, o da sihirdir. Sihir, hikaye içinde ciddiye alınmalıdır, ne alay edilmeli ne de savuşturulmalıdır.
Ardından, Max Müller’in mitolojiyi “dilin illeti” olarak gördüğü bakış açısına ithafen, masallar ve dil arasındaki ilişkiyi açıklar:
Mitoloji, insana dair her şeyin maraza dönüştüğü bir alan olsa da, aslında bir illet değildir. Düşünmenin de zihnin hastalığı olduğunu öne sürebilirsiniz o halde. Dillerin, özellikle de modern Avrupa dillerinin, mitolojinin illeti olduğunu söylemek bizi hakikate daha çok yaklaştıracaktır. Fakat aynı şekilde, dil de azledilemez. Mücessem bir zihin, bir dil ve bir masal, dünyamızda akrandırlar. Genelleme ve soyutlama gücünün bahşedildiği insan zihni sadece yeşil çimenleri görmez, onu diğer şeylerden ayırarak, çimen olmak kadar yeşil olduğunu da görür. Fakat onu üreten en temel ayrıcalık ne kadar kuvvetli ne kadar uyarıcı ki kendisi sıfatın icadıdır: Faerie’deki hiçbir hece veya efsunlu söz daha kudretli olamaz. Ve bu şaşırtıcı bir şey değildir. Bu tarz efsunlu sözler sıfatların sadece bir başka biçimi olabilir, mitsel bir dil bilgisi içindeki bir konuşmanın bölümü örneğin. Hafif, ağır, gri, sarı, durgun, çevik kavramlarını düşünebilen bir zihin için ağır şeyleri hafif yapmak ve uçurmak, gri kurşunu sarı altına çevirmek ve hareketsiz kayayı akan suya dönüştürmek sihri, tasavvur edilebilirdir. Birini gerçekleştirdiyse, diğerini de gerçekleştirebilir; zaten kaçınılmaz olarak ikisini de gerçekleştirmiştir. Çimenden yeşili, cennetten maviyi, kandan kırmızıyı çekip çıkarabildiğimizde, büyücünün kudretine ve bu kudreti kendi zihnimiz dışındaki dünyayı uyandırmak için kullanma arzusuna çoktan sahip olmuşuzdur. Ölümcül bir yeşili bir adamın yüzüne koyabilir ve bir korku üretebiliriz; nadir ve korkunç mavi bir ayı ışıldamaya bırakabiliriz; yahut ağaçların gümüş yapraklarla yeşermesini sağlayabilir, altın postlu koçlar getirebilir ve soğuk bir solucanın karnına sıcak bir ateş yerleştirebiliriz. Fakat bu türden bir “fantezi”de, yeni bir biçim oluşturulur; Faerie başlar; İnsan bir alt-yaratıcı olur.
Sendak ve Gaiman gibi Tolkien de peri masallarının esasen çocuklar “için” olmadığı konusunda ısrar eder. Biz, yetişkinler, bu edebiyat formuna ve çocukların doğasına dair bir dizi yanlış algıya dayanarak basit bir şekilde öyle karar veririz:
Genellikle, çocukların peri masalları için doğuştan uygun bir kitle oldukları düşünülür. Bir peri masalını tanımlarken eleştirmenler, yetişkinlerin zevk için okuyacaklarını düşünerek, sıklıkla şu gibi latifelere tutulurlar: “Bu kitap 6 yaşından 60 yaşına kadar olan çocuklar içindir”. Fakat “bu oyuncak 17 yaşından 70 yaşına kadar olan çocukları eğlendirecektir” yazan yeni bir motor modeli görmedim. Gerçekten de çocuklar ve peri masalları arasında bir irtibat var mıdır? Eğer yetişkinler peri masallarını kendileri için okurlarsa, bu konuda onlara bir yorum çağrısı var mıdır? Onları hikâyeler olarak okuyun, tuhaf şeyler üzerine çalışmalar olarak değil. Yetişkinlere, herhangi bir şey biriktirmek ve çalışmak serbesttir, eski tiyatro programları ve kese kâğıtları dâhil.
[…]
Peri masallarının kötücül olmadığını düşünecek kadar bilgelik sahibi olanlar arasındaki genel fikir, çocukların zihinleri ile peri masalları arasında doğal bir ilişki olduğu yönündedir. Tıpkı çocukların metabolizması ile sütün ilişkilendirilmesi gibi. Bence bu hatalıdır; en iyi ihtimalle yanlış düşünce hatasıdır. Herhangi bir özel nedenden dolayı (çocukluk gibi), çocukları özel bir tür yaratık, hatta neredeyse özel bir familyadan gelen, normalin dışında, olgunlaşmamış farklı bir ırk olarak düşünmeye meyilli kimseler sıklıkla bu hataya düşerler.
Bunun yerine, peri masallarının basmakalıp düşüncelerinin çocuklarla ilişkilendirildiğini ve “evcil tarihimizin bir kazası” olan dünyalarına özgü olduğunu söyler:
Peri masalları modern basımıyla “çocuk odası”na indirgendi. Dökük ve demode mobilyaların oyun odasına konulması gibi… Temeldeki neden yetişkinlerin onları artık istememesi ve hırpalanmalarını umursamamasıdır. Bu karara varılmasındaki faktör çocukların seçimi değildir. Bir sınıf olarak çocuklar (genel tecrübe eksikliği hariç tutularak) ne peri masallarını daha çok severler ne de onları yetişkinlerden daha iyi anlarlar. Diğer şeyleri sevdiklerinden daha çok sevmezler de üstelik. Onlar küçükler ve büyümekteler. Normal olarak keskin zevkleri var, bu yüzden peri masalları çoğunlukla yeterince iyi gelir onlara. Fakat esasen sadece bazı çocuklar ve bazı yetişkinler onlara karşı özel bir düşkünlük hissederler ve bu düşkünlük ne ayrıcalıklı bir özelliktir ne de üstünlük alametidir. Yapay uyaranlar olmaksızın uyanmayan bir zevktir bence bu da. Şayet doğuştan ise de, yaş arttıkça azalan değil artan bir zevktir.
[…]
Çocuk odaları ve okuldaki sınıflar, yetişkinlere göre, çocuklar için uygun olarak görülen bu tarz zevkler ve imgelerle doludur. Eğer bunların hepsi, çocuk odasına bir arada terkedilirse usulca bozulmaya başlar. Tıpkı güzel bir masanın, iyi bir tablonun, ya da mikroskop gibi kullanışlı bir makinenin uzunca bir süre önemsenmeyerek okuldaki bir sınıfta bırakıldığında tahrif olması gibi.
Yanlış anlamalarla kuşatılsa da, kurgu olmayana kıyasla fantezinin çok daha zorlayıcı olduğunu, çünkü gerçeğin desteği olmaksızın eşeleyerek mükellef ve sürükleyici bir dünya yaratmayı gerektirdiğini söyleyerek tartışmasına devam eder:
Fantezi… Erişilmesi zordur. Fantezinin daha çok alt-yaratıcı olabileceğini düşünüyorum; fakat her halükarda ‘gerçekliğin dâhili tutarlığı’nın üretiminin daha zor olduğu bir alanda, ana malzemelerin imgelerinin ve düzenlemelerinin Birincil Dünya’dakilere benzemediği bir alanda bulunur. Bu tür ‘gerçekliği’ daha ‘sade’ malzemelerle üretmek daha kolaydır. Bu sebeple Fantezi sıklıkla gelişmemiş kalır; önemsiz bir şekilde ya da yarı dikkat gösterilerek kullanılır ve kullanılmıştır, yahut yalnızca süs amaçlı; yalnızca “hayal mahsulü” olarak kalmıştır. İnsan dilinin fantastik donanımını miras alan kimse yeşil bir güneşten bahsedebilir. Çoğu da o kimsenin ardından onu hayal eder veya resmeder. Fakat bu yeterli değildir – zira edebi övgü alan ‘küçük taslak’ ya da ‘hayatın bir kopyası’ nevinden pek çok şeyden daha geniş etkiye sahip olmuştur.
İkincil İnancı buyuran, içinde yeşil güneşin muteber olduğu İkincil Dünya’yı yaratmak, emek ve düşünce gerektirecektir. İlaveten, özel bir yetenek, bir çeşit perimsi maharet de gerektirecektir. Çok azı bu türden zorlu bir göreve girişir. Fakat giriştiklerinde ve bir derece başarı elde ettiklerinde, nadir bir Sanat başarısı edinmiş oluruz; bu da tabi ki de anlatı sanatıdır, hem de birincil ve en etkili şekliyle bir hikaye oluşturma türünden.
Tolkien fantezi ve drama arasındaki yağ ve su ilişkisi bağlamında ilginç bir tartışmaya girer:
Sanatta, Fantezi kelimelere, gerçek edebiyata bırakılsa daha iyi olur diye bir düşünce vardır. Edebiyattan temelde farklılaşan bir sanat olan Drama için bu bir talihsizliktir. Çünkü onunla birlikte ya da onun bir dalı olarak anılır. Bu talihsizliklerin içinde Fanteziyi değersizleştirmeyi de hesaba katabiliriz. Dramayı böylesine güçlü bir şekilde üreten ve William Shakespeare’in eserlerini sahiplenen bir eleştiri daha da dramatik olmaya meyyaldir. Fakat Drama doğası gereği Fantezinin düşmanıdır. Olması gerektiği gibi sunulduğunda, yani görsel ve işitsel olarak sahnelendiğinde, en küçük örneğiyle dahi Fantezinin Drama’da başarılı olduğu neredeyse hiç görülmemiştir. Fantastik biçimlerin sahtesi yapılamaz. Konuşan hayvanlar gibi kostüm giymiş kişiler taklitçilik başarısı elde etmiş olabilirler, fakat bu Fanteziye erişildiği anlamına gelmez…
Macbeth’i okuduğumda büyücüleri orta halli bulmuştum. Anlatımsal bir görevleri var ve karanlık anlamlara dair ipucu veriyorlar; bayağılaştırılmış, türlerine kıyasla zayıf kalmış olsalar da. Fakat oyunda neredeyse katlanılamaz haldeler. Şayet yazındaki hallerine dair anılarım destek çıkmasaydı, oldukça çekilmez olurlardı. Cadı avının olduğu dönemin zihniyetine sahip olsaydım daha farklı hissedeceğimi söylediler. Fakat bu şu anlama gelir: Cadıları Birincil Dünya’dakine benzer olarak alışım, bir başka deyişle, “Fantezi” olmaktan çıkarışım. Tartışma şuraya varıyor. Çözülmek ya da değeri düşürülmek, bir oyun yazarı işin içine girdiğinde, Fantezinin kaderidir. Bu Shakespeare olsa dahi. En azından sırf bu sebepten dolayı, Macbeth, bu sanat için yeteneği ve sabrı olduğu taktirde bir hikâye yazması icap eden ve yazmış olan bir oyun yazarı tarafından ortaya konulmuş bir eserdir.
Toliken’in çürüttüğü bir başka yanlış algı ise fantastik olanın rasyonel olana muhalif düştüğü ile ilgilidir:
Fantezi doğal bir insan eylemidir. Kesinlikle Aklı yıkmaz ve aşağılamaz. Bilimsellik için ne zevkleri köreltir ne de bilimsellik algısını karartır. Bunun tam aksine hareket eder. Akıl daha keskin ve belirgin oldukça, daha iyi Fantezi elde edilir. Şayet insanlık hakikati algılamak istemediği ve algılayamayacağı bir durumda olsa idi, o zaman Fantezi bu durum giderilene dek ruhsuzlaşır ve gücünü yitirirdi. Eğer durumlar böyle kalırsa (ki bu durum tamamen imkânsız görünmüyor) Fantezi kaybolacaktır ve dehşet verici hezeyanlara dönüşecektir.
Yaratıcı Fantezi zahmetli bir tanımlama üzerine kuruludur. Tıpkı güneşin altında beliren dünyadaki şeyler gibi. Lewis Carrol’ın hikâyelerinde gördüğümüz mantık üzerine kurulu hezeyanlar da bu şekildedir. Eğer kişi kurbağaları ve insanları gerçekten ayırt edemeseydi, kurbağa kral hakkındaki peri masalları ortaya çıkmazdı.
İkincil İnancın idare ettiği İkincil Dünya mefhumuna geri dönecek olursak, Tolkien burada tarihin en büyük sanat tanımlarına bir katkıda bulunur: “Sanat (yegâne ve nihai hedefi bu olmasa da) İkincil İnancı doğuran beşeri bir süreçtir.”
Ardından peri masallarının psikolojik işlevlerini açıklayarak sanatın bu fonksiyonunu anlatır. Özellikle, kronik bir şekilde bulandırılmış dikkatimizi yeniden yükleme kapasitesinden bahseder:
İyileşme (sağlığın geri gelmesi ve tecdit edilmesi dahil) bir yeniden kazanımdır, temiz bir bakışın yeniden kazanımı. ‘Şeyleri oldukları gibi görmek’ten bahsetmiyorum ve kendimi felsefecilerle bir tutmuyorum. Fakat şeyler bizim dışımızda bizden bağımsız oldukları için, ‘şeyleri görmemiz gerektiği için görürüz’ deme cesaretinde bulunabilirim. Herhangi bir koşulda, pencerelerimizi temizleme ihtiyacı duyarız; böylelikle şeyler bilinirliğin ya da aşina olunanın yeknesak bulanıklığından, sahip olma arzusundan arınıp temizce görünebilir. Aşina olduğumuz tüm yüzler hem fantastik oyunların en zor oynandığı hem de taze bir dikkatle, benzerlik ve ayrışmalarını algılayarak görmenin en zor olduğu yüzlerdir: yüzler ve fakat biricik yüzler. Bu bilinirlik ‘benimseme’nin gerçek anlamda bir müeyyidesidir; banal veya (kötü anlamda) klişe olan şeyler meşru ya da zihnen benimsediğimiz şeylerdir. Onları bildiğimizi söyleriz. Parıltısı, rengi ya da şekliyle bir keresinde bizi cezbetmiş ve bizim de bu cazibeye kapıldığımız, ardından zulamıza kilitleyerek elde ettiğimiz ve bu elde edişin ardından artık bakmadığımız şeyler gibi olmuşlardır.
[…]
Fantezi, temel olarak başka bir şey, başka yeni bir şey yapmayı denediğinden, zulanızın kilidini açabilir ve tüm kilitli olan şeylerin adeta kuşun kafesten uçması gibi özgür kalmasını sağlayabilir.
Yazar: Maria Popova
Çeviren: Müleyke Barutçu
Kaynak: Brainpickings
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.