“Değer yargılarının olmadığı bir gezegende fiziksel objelerden fazlasıyız. Kant, bireyin otonomisinin ahlak biliminin sağlayıcı hali olduğu radikal ve oldukça yenilikçi argümanı ortaya atıyor.”
Haysiyetin anlamı üzerine şimdiye kadar bir fikir birliği sağlanmamış olsa da, bilinen en önemli görüş Immanuel Kant’ça geliştirilen klasik liberal haysiyet tanımıdır. Kant’ın haysiyet görüşü telaffuzu ara sıra oldukça karmaşık bile olsa, bu ünü hakediyor. Bu makalede, Kant’ın insan haysiyeti görüşünü kısaca tartışacağım.
Kant’ın haysiyet görüşünü anlatmaktaki zorluğun bir sebebi verilen farklı formülasyonlardır. Bunun yanı sıra, haysiyetin Kant sisteminde ne tür bir teorik rol oynadığı her zaman net değildir. Kant, bazı noktalarda, haysiyetin, bize ahlaki değerler bahşeden insan yaşamının genelde merkezine konulan insan otonomisinden çıktığını ve bu nedenle konsept olarak ondan aşağıda olduğunu öne sürer.
Diğer noktalarda, Kant haysiyeti daha merkezi bir yere yüceltir. Gerçekte çalışmaları üzerine bazı yorumlarda, haysiyetin tüm ahlak sisteminde gururlu bir yeri olduğu görülür. Fakat bu konseptsel zorlukların tümüyle ilgilenmeye yetecek alanımız yok şuan, Kant’ın haysiyet kavramlarının tüm o olası şekillerini bir kenara bırakıp, bu zorlukların bir kısmına kısaca değinerek, konseptleştirmesinin analizi üzerine odaklanacağım.
Kant’ın en popüler haysiyet formülasyonu, insan haysiyetinin insan yaşamını her şeyin üzerine çıkaran bir durum olduğudur. Sözbilimsel bir ifade olarak bu, Kant’ın ulaştığı en iyi noktaya yakın ve kavrayışının oldukça derin devinimli bir şekli olmaya devam eder. Fakat kendi içinde, formülasyon bize Kant’ın etraflı kavrayışıyla ilgili insan yaşamına atfettiğinden başka çok az şey anlatmaktadır. Bize bu değeri neden atfettiğini daha iyi anlamak için Ahlak Fiziğinin Temellendirilmesi’ni daha detaylı incelememiz gerekmektedir.
Bu taslak çalışmada, Kant tüm özerk bireylerin kılgılı us görüş noktasından özgür iradeye sahip olduğu ve bu sebeple kendi bağımsız sonlarını talep edebilecekleri komplike argümanı geliştirdi. İnsan-dışı hayvanlar dahil dünyadaki diğer nesneler bu kapasiteye sahip değildir. Tamamıyla saf bilim fenomenleri gibi maddesel sebebiyet ilkesince yönetilir ve bu nedenle sebep sonuç kurallarına göre çalışırlar.
Kant insanların, yalnızca birer materyal objeler olduğumuz, sebebiyet ilkeleriyle yönetildiğimiz aldatıcı inancına eğilimli olduklarını öne sürer. Fakat bunun ilüzyona gömülmeden metafizik olarak asla kanıtlanamayacağını ve özümüzü kendi sonunu isteyebilir mantıklı bireyler olarak tanımlayan kılgılı usça reddedildiğini düşünür. Maddesel çevremizin basit birer ürünü olduğumuz ahlaki düşüncesi heteronomidir ve reddedilmelidir.
“Değer yargısız bir gezegende fiziksel objelerden fazlasıyız. Kant, bireyin otonomisinin ahlak biliminin sağlayıcı hali olduğu radikal ve oldukça yenilikçi argümanı ortaya atıyor.”
Kant’ın heteronomiyi ve onun tüm bağlı düşüncelerini reddetmekte istekli olmasının önemli bir sebebi var. Bu, Kant’ın kendi sonumuzu istemede insanüstü kapasitenin, değer yargısız bir gezegende yalnızca birer materyal obje olmadığımızın ana sebebi olduğuna inanmasıdır. Bireyin özerkliğinin, ahlaki felsefenin mümkün kılan hali olduğuna dair radikal ve oldukça yenilikçi bir argüman öne sürer. Bu ilk bakışta tuhaf bir özellik olarak görünebilir. Özerklik ve özgürlüğün ahlakın sağlayıcı hali olduğu doğru ise eğer, bu durumda ahlakın sabit içeriklerinin olduğunu nasıl öne sürebiliriz? Tüm bireyler uygun gördükleri sonlarını istemekte ya da hiç istememekte basitçe özgür olmaz mı?
Bu durum, sonra gelen düşünürlerin özellikle varoluşsal gelenekçilerin yazılarında şüphesiz daha baskın olurdu. Fakat Kant, bu adımı atmakta isteksiz ya da yetersizdir. Bireyin özerkliği ya da irade özgürlüğün tercih ettiğimiz sonu kovalamak için bizi özgür kılacağını öne sürmeyecektir. Gerçekte, farklı sonların peşinden gitmek için özgürlüğümüzü kabul etmek, mantıksal form, madde ve uyma görevimizin olduğu ahlaki sonu tanımamızın ilk adımıdır. Kendi sonlarımızı isteme kapasitesi Kant’ın, kılgılı ya da ahlaki sebep, irademizi düzenleyici bir kategorik şarta teslim etmemizi ister, bu, eylemlerimizi bütünsel ve evrensel ahlak kuralıyla uyum içinde yönetmek içindir, kapsamlı argümanının merkezidir.
Kant, haysiyet ve ahlakın kategorik şartını çeşitli formülasyonlara böler. İlk formülasyon tüm insanların evren yasası gereği kendimize koyduğumuz ilkeleri kabul edebileceğimiz bir yaklaşımla davranmamız gerektiğidir. Kant buna, doğanın evrensel yasası için bir formül olarak değinir. Bu kategorik zorunluluğun belki en bilinen formülasyonudur – ve ayrıca en tartışmaya açık olanı.
Bu tartışmaları göz önüne alınca, bu formülasyona burada çok kısa değineceğim. Kant’ın bu ahlaki görüşün son derece önemli olduğunu düşündüğü açıktır. Fakat kategorik şartın bu formülasyonunun, Kant’ın insan haysiyeti görüşüyle nasıl bir direkt ilişkisi olduğu net değildir. En açık bağlantı, ilk formülasyonun – gerçekten evrensel bir yasaysa eğer – tarafsızca ahlaki olan sonları isteme kapasitemizi göstermesidir. Bu bizi, belirleyici heteronomiye tabi ve bu nedenle evrenselleştirilemeyen bir şarta göre hareket ettiği söylenemeyen diğer hayvanlardan üstün kılar. Buradaki temel içgörü, haysiyetin ilkeden özerklik ve özgürlükle ilişkili olduğudur. Bu, ikinci formülasyonda daha iyi ele alınabilir.
İkinci formülasyon şartı, haysiyetle en önemli ilişkiyi taşır. Tüm bireyler, insanlığımıza, diğerlerinin insan oluşlarına sadece araç olarak değil, her daim kendi sonu olan düşüncesiyle yaklaşmalıdır. İnsana yaşamını çok kıymetli kılan haysiyeti sağlayan mantıksal ahlaki yapılara sahip, , kendi seçtiğimiz sonları dileme etkisi için modelimizin ahlaki şartına kendimizi adama kapasiteli tek birey olarak durumumuz budur.
Kıymet ölçülebilen bir değişkendir ve bir objeyle bağlantılandırılır. Fakat insan haysiyeti bu şekilde ölçülemez. O, oransız ve mutlaktır. Dahası, Kant için her şeyin üstünde bir son olarak haysiyet bizi üstün ve bir derece etrafımızdaki dünyanın dışında kılar. Bu, objelerin birbirleriyle önceden belirlenen bir plana göre etkileşime girdiği nedensellik ilişkisiyle açıklanır.
Bu nokta karışıktır ve haysiyetle olan bağlantısından daha fazla yansıma taşır. Bazı noktalarda Kant ahlaki kuralı istemeyi seçme kapasitesinin bizi akıl sahibi olanlar hariç doğadaki her şeyden üstün kıldığını düşünür gibidir. Doğanın pahasına insanı böylesine yücelttiği için çevreci bir perspektiften haklı olarak eleştiri almış olabilir. O, doğal dünyaya yaklaşımda klasik liberal geleneğin savunucusudur. Doğa ve insan dışı hayvanların “paha biçilemez” bir haysiyete yaklaşan herhangi bir şeyden zevk aldığı algısı yok gibidir.
Kant’ın sonraki çalışmaları, özellikle Yargı Yetisinin Eleştirisi, doğanın güzelliği ve son amacı yorumlayan zorlu bir yaklaşım geliştirirken, Kant doğal objelerin insan ve Tanrı tarafından belirlenen sonlar için atanabilir oldukları fikrine kendini adamıştır. Fakat belirtmekte yarar vardır ki bu, Kant’ın yaklaşımındaki işlenmemiş tür ayrımcılığı değildir. Kant basitçe bizim hayvanlardan ve doğadan farklı olduğumuzu çünkü seçme özgürlüğümüzün olduğunu ve bu nedenle bizi diğerlerinden ayıran bir haysiyete sahip olduğumuzu öne sürmüyor. Özgürlük ve otonomi Kant’ın haysiyet anlayışının yörüngesindedir fakat anlayışın önüne geçmemektedir.
Bu etkiye kompleks argümanlar geliştirir, çünkü Kant için ahlaki değerler kesin olarak kendimiz için sonlar koyma kapasitemizden doğmaktadır. Çünkü bunu yapabilme ve dünyaya değer katma yeteneğimiz vardır, bir sona araç olarak ele alınamayız, bu, bazı konularda dünyaya tüm sonları atfetmek için insanın görevidir. Aslında bu bizi yarattığımız tüm değerlerin üstüne çıkarır.
Sözü edildiği gibi, haysiyet ve eşitlik, merkezi olarak otonomimiz ve seçtiğimiz özgürlükle ilişkilidir, çünkü kendimize ve diğer insanlara sona giden bir araç olarak yaklaşmak, seçme ve böylece ahlaki sonlar dileme kapasitemizi ortadan kaldırır. Bu, aslında, insanlara kendi sonlarını isteyebilecek özerk bireyler olmaktan ziyade dünyada bir “şey” oldukları düşüncesiyle yaklaşmaktır. Kant için bu ahlaki vazifemizdeki bir başarısızlıktır ve hem kendi haysiyetimize hem de önemsizleştirdiğimiz kişinin haysiyetine bir ihanettir.
Buna karşı eşitlikçi bir hümanistlik de mevcuttur. Kant’ın haysiyet görüşü, onu kurumsal ofis ve mevkiiyle ilişkilendiren Locke, Smith ve diğerlerinin görüşlerine kesin karşıttır. Waldron gibi modern düşünürlerce de haysiyetin sosyal bir davranış olarak kişiler ve enstitülerce atfedildiği şekliyle bir mevki durumu olduğu düşüncesiyle karşı çıkıldı. Gerçekte her bireye bir son olarak haysiyete sahipmiş gibi yaklaşmamız gereklidir. Fakat Kant için böylesi bir düşünce, dış dünya üzerine çok fazla anlam ve bu sebeple uygun şekilde idare edilirse eşitlikçi olmayan düşüncelerle bağlantılı olma riski taşır.
Haysiyeti düzgün ve emniyetli şekilde anlamanın tek yolu, onun zengin fakir, doğumdan ölüme bir önsel gerçek olarak herkese ait olduğunu anlamaktır. Ahlaki şartlar çevresinde şekillendirilmelidir. Amaçlarımız için belki daha önemli olanı devletler ve sosyal enstitüler haysiyet ve onun eşitlik taraftarı ifadelerine saygılı bir tutumda teşkilatlandırılmalıdır. Bu, kategorisel şartın üçüncü formülasyonunun çıktığı yerdir. Kant, kendi yaşamını yücelten bireyler krallığının kurulması gerektiğine inanır – ki burada özgür bireyler diğer kişilerle bağlantılı ahlaki kurallar isteyecektir.
Sonraki çalışmalarda böylesi bir toplumun kendi yaşadığı, gerçekte bizim de yaşadığımız toplumdan çok farklı görüneceği açığa çıkar. Kant’ın politik ve yasal felsefe üzerine çalışmaları, reform ve insanlara kendi yaşamlarını yüceltenler olarak daha iyi yaklaşacak devlet ve kozmopolit toplumun dönüşümü için çağrılarla doludur. Arthut Ripstein’ce belirtildiği gibi, Kant’ın yasal ve politik felsefesi bu düşüncede esasında radikal bir uçtur ve zaman zaman küçümsenir. Ripstein’e göre, vatandaşlar üzerinde egemen güç otoritesi kurmak isteyen devlet, onurlu birer son olarak özgürlüklerinin yerine getirilmesi için yasal koşullar oluşturmak zorundadır. Buna, zamanında radikal olarak gelişimci görünmüş ve bugün bile idealist görünen bir kozmopolit politikada çalışan çok sayıda özgürlükçü enstitü sağlama ve bu sayıyı arttırma sorumluluğu dahildir. Devletlerin bu yasal koşulu sağlamadaki başarısızlığına göre, vatandaşlar üzerinde otorite kurma ahlaki hakkı ortadan kalkar.
“Yine de, Kant’ın özgürlüğün – ilerleyen zamanlarda araç diyeceğim – bireylerin yaşadığı sosyo-tarihi şartlarca engellenebilir ve güçlendirilebilir olduğu bir bakıma dar görüşünü dikkate almalıyız.”
Bana göre, Kant’ın görüşünün daha gerçekçi ve içerik olarak hassas bu boyutu, bireyin onun haysiyet kavramını nasıl yeniden ele alması gerektiğini gösterir. Kişinin özgürlüğüyle insan haysiyeti arasında önemli bir bağlantı olduğu konusunda Kant’la aynı fikirdeyim. Yine de, Kant’ın özgürlüğün – ilerleyen zamanlarda araç diyeceğim – bireylerin yaşadığı sosyo-tarihi şartlarca engellenebilir ve güçlendirilebilir olduğu bir bakıma dar görüşünü dikkate almalıyız. Ben, aracılık ve haysiyet arasında kurduğu bağlantılar nedeniyle Kant’ı dikkate alıyorum, bu aynı zamanda insanların haysiyetinin yaşadıkları sosyo-tarihi koşullarca genişletilmesi ve sınırlandırılmasının mümkün olduğu anlamına gelir.
Bireyleri, kendi yaşamlarının yazarları olarak keyif duydukları haysiyeti genişletme aracılığına daha becerikli hale getirmeyi denemeliyiz. Bu, haysiyeti ciddiye almanın, aracılığı mümkün olduğunca genişletmek için sözü geçen sosyo-tarihi koşulları düzenlemek olduğu anlamına gelir. Bu açıdan, yolumuz çok uzun. Çoğu devlet hala bireylerin haysiyetini direkt ya da dolayı yoldan kısıtlayan uygulamalarla meşgul durumda. Konu insan haysiyeti olduğunda bu ideallarin bazısını anlamaya başlamamız için büyük değişimlere ihtiyaç var.
Yazar: Matt McManus
Çevirmen: Deniz Çakmak
Kaynak: merionwest
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.