I. Elizabeth, kendi karizmasını hastaları tedavi etmek için kullandı; Garibaldi, bir ulusu güçlendirmek için. Fakat, ‘karizma’ adını verdiğimiz o manyetik özellik nedir ve son 2000 yılda ne şekilde değişmiştir? Thomas Dixon araştırıyor…
Bazı politika gözlemcilerine göre, Boris Johnson, Nicola Sturgeon ve Nigel Farage, hepsi seçmenlerle bağlantı kurmayı sağlayan değerli bir yeteneğe sahipler; ‘karizma’ diye bilinen o özel şeye şükürler olsun. Bu, aynı zamanda, bir grup popüler film yıldızından tutun da, JF Kennedy’ den Barack Obama’ya, ya da Ronald Reagan ve Bill Clinton’a ABD başkanlarının sahip olduğu bir özellikti. Genellikle, liderler ve ünlüler için olmazsa olmaz bir özellik -kişisel çekicilik ve doğal otoritenin manyetik bir karışımı- olarak gösterildi. Fakat, ‘karizma’ tam olarak nedir? Ve onun hakkındaki fikirlerimiz nereden geldi?
Karizma hakkında araştırma yapmaya başladığımda yaşadığım en büyük şaşkınlık, bu terimin modern İngilizce’de ne kadar yakın zamanda kullanılmaya başladığıydı. Her ne kadar, kelime, Aziz Paul tarafından Roma’daki ve Corinth’deki erken Hıristiyanlara yazdığı mektuplarda kullanılarak 2000 yıl önce literatüre kazandırıldıysa da, bizler sadece 1960’lardan beri kamusal figürlerin karizmatik olup olmadığını göz önüne alıyoruz. 1965’te bile, kelime, İngiliz okuyucuya son derece yabancıydı: o yıl, Times’da yayınlanan bir makalede, gazetenin Washington muhabiri, Lyndon B. Johnson’ın JFK’nın karizmasına sahip olmadığını gözlemlemişti ve özür dileyerek bunun “en popüler Amerikan deyişi” olduğunu eklemişti.
Karizma kelimesini bugün olduğu şekliyle kullanıyor olmamızı neredeyse tamamen Alman sosyolog ve filozof Max Weber’e borçluyuz. Bu özelliğe dair en geniş çaplı tartışmasını, 1922’de ölümünden sonra, Almanca olarak yayınlanan en önemli eseri Ekonomi ve Toplum ’da bulmak mümkündür. Weber için karizma, çekici; fakat potansiyel bir politik otorite kaynağı olarak tehlikeliydi. Karizma esrarengiz, romantik, kahramanımsı bir özellikti ki, manyetik bir lider, onun sayesinde, modern endüstriyel devletin ayırıcı özellikleri olan rasyonalizm ve bürokrasinin demir kafesinden kurtulabilirdi.
Bununla birlikte, karizmanın tarihi hakkında söylenecekler, Weber’in konseptinin toplum bilimciler tarafından günümüze uyarlanan, nispeten yakın zamanlı versiyonu konusunda söylenebileceklerden çok daha fazla. Bu kelimeyi geçtiğimiz iki bin yıl boyunca araştırmak, bizleri Hristiyanlık, bilim, tıp ve şöhret kültürü tarihlerinin derinliklerine olduğu kadar, yüksek politika dünyasına da götürüyor. Ve hepimiz aynı kelimeyi kullansak da, bu kelime aslında farklı anlamlara sahip olagelmiştir.
Aslen ruhani bir yeteneğin adı olan bu kelime, aynı zamanda, monarşik hükümranların kutsal iyileştirme güçlerine ve yakın zamanda, ‘X’ faktörüne -modern şöhretlerin ‘je ne sais quoi’’sı (tanımlanamayan cezbedici bir özellik-) işaret etmek için kullanılmaya başlandı.
Geçmişte, karizma hakkında yazanların ve ona sahip olanların bazılarına yeniden bakmak, bu büyüleyici tarihin lezzetlerinden bir demet sunuyor.
Aziz Paul,(MÖ 5-67): Karizmanın ilk havarisi
Erken dönem Hıristiyanlığın müthiş liderinin eski yazılarında karizmaya dair ilk ibareleri buluyoruz. Bu terim, Yunanca ‘zarif varlık’ anlamına gelen ‘charis’ kelimesinden türemiş olup genellikle ‘ruhani hediye’ olarak çevrilir. Korintlilere yazdığı mektuplarda Paul, kilisenin her üyesinin belirli bir ‘karizma’ ya sahip olduğunu, bunun belagat yapmak, kehanette bulunmak yada mucizeler gerçekleştirmek olabileceğini belirtmişti.
Farklı karizmaların veya yeteneklerin kilisenin farklı üyelerince ortaya konulduğu düşüncesi, Paul’un çeşitlilik ve bütünlüğü koruyan teolojisinin merkezindeydi. Onun mesajı, birçok yeteneğin fakat tek bir ruhun, birçok üyenin ancak tek bir vücudun olduğuydu. Paul’ün Korintlilere ruhani yetenekler hakkında yazmasının asıl sebebinin, karizmalarının kendilerini diğerlerinden üstün bir konuma yerleştirdiğini düşünenler arasında yeni gelişmekte olan elitizm kültürüne direnmek olduğunu belirtmek de ilginç olacaktır.
Paul, sadece vecd ile kendinden geçerek konuşmanın ve harikalar yaratmanın değil, aynı zamanda, öğretmek, bilgelikle konuşmak, cömertçe davranmak ve merhamet göstermek gibi daha az olağanüstü hediyelerin değerini de anlamak için büyük bir çaba içindeydi. Aziz Paul’e göre, herkesin bir yeteneği vardı, her birimiz kendi karizmamıza sahiptik.
Paul’un yazılarında, karizma hakkında, aradan geçen yüzyıllara rağmen görünür kalan iki anahtar kuvvet vardır. Birincisi, dini otoritenin gerçek kaynağına işaret eder. Bazıları bunun geleneklerde ve kilise hiyerarşisinde bulunabileceğini söylemişti; fakat diğerlerinin kutsal ruha direkt ulaşmak gibi bir ayrıcalığı vardı. Bu da bizleri, özel karizmanın bireyde mi yoksa kurumda mı ya da papalık sonrası çağda kutsal ruhta mı bulunduğu sorusuna götürüyor. Ki, bütün bunlar, ‘karizmatik’ tapınmanın uç noktada bedensel deneyim, işaretler ve kerametler içeren muhteşem şekilleri ya da eski şekillere ve öğretilere yönelen daha ciddi bir bağlılık olarak görülebilir.
Aziz Paul’den miras aldığımız ikinci gerilim, karizmanın elitist ve demokratik fikirleri arasındadır. Paul’un değerler sistemi, toplulukçu olmasına rağmen -bütün yeteneklerin kamu yararına kullanılması gerekliliğine inanıyordu- tam olarak eşitlikçi değildi. Karizmaların bir hiyerarşisi olduğuna inanıyordu; örneğin kehanetin kendinden geçerek konuşmaktan daha üstün bir değer olduğu düşüncesindeydi. Kendi kültürümüzde de yeteneklerin hiyerarşisi mevcuttur. Belli yetenekler -oyunculuk, şarkı söylemek, spor yapmak, iyi görünmek-diğerlerinden daha yüksek ödüller alırlar. Ve muhtemelen bizler -seçmenler, hayranlar, tüketiciler- bu insanlara toplu olarak bahşettiğimiz nüfuz ve zenginliği haklı kılmak için bazı bireylerin özel, hatta doğaüstü bir karizması olduğu fikrini kullanıyoruz.
I. Elizabeth (1533-1603): Parmak uçlarında ilahi kudret taşıyan kraliçe
Günümüzde, karizmayı genellikle psikolojik bir nitelik olarak düşünüyoruz -güçlü bir kişilik özelliği. Fakat tarih boyunca karizma, kendisini akılda olduğu kadar bedende de görünür kılmıştır.
Özel yeteneklerin fiziksel kanıtları karizmanın varlığını oluşturmak için gereklidir. İsa’nın elbisesinin kenarına dokunmaya çalışan kalabalıklardan, uzun zaman önce ölmüş azizlerin kutsal emanetlerine yüz sürmek için seyahat eden milyonlarca hacıya, bugün sevilen bir ünlüyle karşılaşmak için ümitsizce çırpınan hayranlara kadar, karizmatik bireylerin fiziksel gücüne inanmaya dair uzun bir gelenek var. Sevilen kişiden gelen kısa bir bakış ya da dokunuş mutluluk ve şifa getirebilir.
Bu fenomene dair en sevdiğim örnek, Kraliçe I. Elizabeth’in hayatında da görüldüğü üzere, hükümdarların ilahi güçlerine rivayet eder. Bu konu, Anne Whitelock tarafından Elizabeth’in Yatak Arkadaşları: Kraliçe’nin Saltanatının Gizli Tarihi adlı kitapta tartışılmıştı. Ortaçağdan 18. yüzyıla kadar, sıraca hastalığı -‘kralın şeytanı’- gibi deri rahatsızlıklarının asil birinin dokunuşuyla iyileşeceğine inanılıyordu.
Elizabeth’in kraliyet vaizlerinden William Tooker, 1597’de Karizma ya da İyileştirme Yeteneği başlıklı Latince bir kitap yazdı. Dikkat çekecek derecede güçlü bir pasajda Tooker, saf, karizmatik kraliçe ve onun talihsiz, hastalıklı tebaası arasındaki tezadı tahayyül eder. Tooker, Elizabeth’in iyileştirme gücünü “çok güzel, kar gibi apak ellerle, bütün titizlik ve iğrenmelerden uzak, cerahatlere parmak uçlarıyla değil, fakat tekrar tekrar bütün varlığıyla dokunarak sağlıklı sonuçlar yaratıyor,” şeklinde betimlemişti. Tooker, Elizabeth ve diğerleri bu iyileştirme eylemlerine çok önem veriyorlardı; sadece ilahi bir yeteneğin kanıtı olarak değil, aynı zamanda, halefiyetinin geçerliliği anlamında. Karizma, aynı zamanda hem ruhani hem de politikti.
Dilimizdeki başka bir kelime -‘büyülemek’(cezbetmek)- kökenlerini zihinsel yetenekler ve bedensel iyileştirme arasındaki aynı bağlantıdan alır. Bu, 19 yüzyıl Alman fizikçisi Franz Mesmer tarafından ortaya atılan hayvani çekicilik hakkında bir dizi tartışmanın mirasıdır. Mesmer, aynı zamanda, iyileştirmenin modern hipnozun habercisi olduğuna dair bir yaklaşıma da öncülük etmiştir.
Giuseppe Garibaldi (1807–82): Medya çağının kült kahramanı
Kimse, Max Weber’in karizmatik politik lider modeli için cesur, kırmızı gömlekli, baskı altında muhteşem kararlar alabilen askeri kahraman ve İtalyan milliyetçi Giuseppe Garibaldi ’den daha iyi bir aday düşünemezdi. Garibaldi, hayatı boyunca, gelişen İtalyan ulusunun umutlarını temsil etti. Muhteşem askeri zaferleri -özellikle 1860’da Sicilya’daki- sayesinde tavrı, gösterişli giyimi ve efsanevi sert bakışı ile Garibaldi, özel yetenekleri olan bir birey olarak tanınmaya başladı.
Garibaldi’yi ünlü bir liderin ilk modern örneği olarak kabul etmenin bir nedeni de, medya çağının başlangıcında -imajın ulusal ve uluslararası basında yeni bir ölçekte yeniden üretiminin ve manipülasyonunun mümkün olduğu bir zamanda- yaşamış olmasıdır. Garibaldi: Bir Kahramanın İcat Edilmesi adlı çalışmasında Lucy Riall, muhteşem bir adamın şöhretini hayat boyu yaratımın takip ettiğini ve 1882’de ölümünden sonra, hatırası etrafında nasıl yarı dini bir kült oluştuğunu gösterir. Bazıları için o, politik bir kurtarıcıydı; diğerleri içinse, kişisel bir kahramandı. O, 20. yüzyılın politik lider nesillerini de etkiledi; bunların içinde, Benito Mussolini de vardı. Yarı askeri Kara Gömlekliler’in giyiminde, Garibaldi’nin Kızıl Gömlekliler’inden esinlenilmişti.
Aslında, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, karizma fikrinin geçmişine, arkasına saklanan faşizmin gölgesini hissetmeden bakmak zordu. Max Weber, 1920’de öldüğünde, bir liberal ve demokratik bir düşünürdü. Lakin şimdi, onun karizmatik bir lider özleminin, ölümünden sonra Alman politikasının geçtiği felaketvari dönemece dair bir öneri olduğunu söylemeden edemiyoruz. Weber, etrafında sıklıkla gördüğümüz, inancını yitirmiş faydacı bürokrasinin aksine, mantıksız, duygusal, kâhince ve devrimsel olanın çekiciliğini anlatmıştı. Hepimiz bu romantik tutkuyu anlayabiliriz; ancak, Mussolini ve Hitler gibi örnekler, karizmatik politikalarla gelen duygusallık ve demagojinin tehlikelerine karşı daimi bir uyarı olarak işlev görür.
Sarah Bernhardt (1844–1923): Orijinal ‘ikoncan’ın çılgın dünyası
‘Kutsal Sarah’ olarak ünlenmesine rağmen, 19. yüzyılın en ünlü aktrisinin karizmasına dair ruhani ya da politik çok az unsur vardı. Eğer, Garibaldi 20. yüzyıl politik kişiliğinin kehanetini temsil ediyorduysa, Sarah Bernhardt vakasında, şöhret kültüne dair bir önsezi belirtisi ve yeni bir çeşit karizmanın ortaya çıkışını görüyoruz. Bir hayat kadınının kızı, yoğun ölçüde duygusal, büyüleyici performanslarıyla uluslararası üne kavuşuyor; Bernhardt’ın hayatı, tanınmayan bir şöhretin hikâyesini takip etti. Başrolü paylaştığı aktörlerle yaşadığı birkaç romantik ilişki, pahalı lükslere ve diva kıyafetlerine olan düşkünlüğü dünya basınına abartılı biçimde yansıdı. Acayip alışkanlarını, diyet ve hayat stiline dair ayrıntıları kişisel, esrarlı bir hava yaratmasını daha güncel şöhretlerle de paylaştı. Bernhardt’ın vakasında, bu, bir tabutta uyuduğuna, maymunlar ve çitalar gibi değişik ev hayvanları beslediğine dair hikâyeleri de içeriyordu (Bu, daha yakın tarihte Michael Jackson tarafından da kullanılan bir şeydi).
Bernhardt, kendini tekrar tekrar yeniden keşfetti; müzikhol sahnesinde yer almasının yanısıra, deneysel sessiz filmler ve ses kayıtları da yaptı. 1923’te ölümüyle birlikte, film izleyicileri ve gazeteciler belirli yıldızların, çok mühim ‘seksapeli’,‘yıldız özelliğini’, ‘ikon faktörünü’ ya da daha sonra ‘X faktör’ ünü yayıp yaymadığına kafa yorar oldu. Bu modern karizmanın en yakın tarihli canlandırması ve yıldızların başlattığı, böylesi bireylerin gerçek karizması olup olamayacağı tartışmasıyla, imal edilmiş ‘gerçekliğin’ yaratısıdır. Yine de bu, aynı zamanda, Aziz Paul konusuna dönersek, muhtemelen her bireyin kendi özel karizmasına sahip olduğu ve toplumun geri kalanının bunu keşfetmesi ve kutlaması gerektiği düşüncesini teşvik etti.
Hayranların modern ünlülere gösterdiği fiziksel tepkiler ki, bunlardan en tipik olanı ‘Beatlemania’ idi; sıklıkla karizmatik dini ayinlere katılan bireylerin davranışlarını yansıttı -ağlama, bağırma, bayılma gibi. Bununla birlikte, modern hayranları harekete geçiren şey, kutsal ruhun bir hediyesi değil; sadakatlerinin objesinin olağanüstü yetenekleri kabul ettikleri şeye bir şekilde dâhil olma özlemleridir.
Sinema Kralı Sam Godwyn bir keresinde “Yıldızları Tanrı yaratır. Onları bulup bulmamaksa yapımcılara bağlıdır,” demişti. Ancak, muhtemelen, şöhrete giden yol karizmadan geçmiyor; şöhret karizmayı yaratıyor. Sarah Bernhardt başlangıç atışını yaptıktan bir asır sonra, karizmatik şöhret kültünü ateşleyen şey, şöhret gerçeğinin kendisi mi?
Bu makale, 2015 Ağustos’ta BBC Tarih Dergisi’nde (BBC History Magazine) yayınlanmıştır.
Yazar: Thomas Dixon
Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Kaynak: History Extra
Başlık Görseli: Ward Sutton