Paylaş

Admiror te paries non cecidisse ruinis
qui tot scriptorum taedia sustineas.
(Aşına aşına bunca yazıyla, sen tut viran olup yıkılma, ey duvar, şaşıyorum sana.)

Yazının icadı dünya tarihi açısından oldukça önemli olsa da, ondan daha da önemli olan bir şey var ise o da edebiyatın icadıdır. Prehistorya dönemden, bir edebî ürünün ortaya çıkışına kadar hayli uzunca bir süre beklemek gerekti. Ancak bu süreç boyunca, yazıyı bulan zât-ı muhteremin aslında Homeros gibi bir dehâya ön-ayak olacağından haberi bile yoktu. Bu yüzden bir edebiyat eserinin oluşumu için binlerce yıl beklemek zorunda kalındı. Yazı her ne kadar icat edilmiş olsa da bunun kullanım alanları “genel olarak” çok daha farklıydı. İlla ki istisnalar vardı ama konuyu namütenahi bir hâle getirmenin anlamı yok. Bu yüzden Batı Uygarlığı’nın temeli olan Antik Yunan’dan başlayarak günümüz kitap biçimlerine dair izlere bakacağız.

Antik Yunan toplumuna yazının Fenikelilerden geldiği söylenir. Daha doğrusu, Yunanlar Fenike alfabesini kendilerine uyarlamışlardır ki, bu alfabe günümüzde hâlen Yunan toplumu tarafından kullanılmaktadır. Yazı Antik Yunan’dan önce var olmasına rağmen, okuma yetisi henüz tam olarak yoktu. Bildiğimiz kadarıyla bir metni okuma Antik Yunan’da başladı. Bunun sebeplerinden biri olarak o dönem alfabenin oldukça önemli olmasını gösterebiliriz. Öyle ki, alfabenin öğrenilmesini kolaylaştırmak adına da bazı yöntemler uygulanıyordu. Örneğin; harflerin her birine Zeta, Eta, Iota gibi tek tek özel isimler vererek, alfabenin ezberlenmesini ve öğrenilmesini amaçlıyorlardı. Bu, o dönem alfabenin ezberlenmesini kolaylaştırıyordu. Hatta bu eğitimi dönem dramaları ile de sağlamaya çalışıyorlardı. Ancak, bu yöntemler sayesinde öğrenemeyen deyim yerindeyse ‘”akılsız’” çocuklar için ise daha farklı bir yöntem izleniyordu. Dönemin zengin kesimi alfabeyi çocuklarına öğretebilmek için köle tutuyor, her köleye de bir harf ile sesleniyorlardı ki bu dönem Platon’un isteği üzerine çocukların 10-13 yaşları arasına denk düşüyordu. Bu yaş aralığında eğitime başlayan çocuklar okuma ve yazma eğitimlerini aynı anda alıyorlardı çünkü yine Platon’a göre okuma ve yazma eğitimleri aynı anda verilmeliydi, aksi hâlde verilen bu eğitimin işlevsiz olacağı düşünülüyordu. Günümüz eğitim sisteminde de bu anlamda durum çok farklı değil. Hâlâ doğal olarak Antik Yunan’dan gelme yöntemler ile eğitime başlanıyor. Ama o dönemki eğitimler günümüzden biraz daha farklıydı. Şiirin dönem içerisindeki öneminden ve en etkili edebî tür olmasından dolayı eğitim şiir ile gerçekleştiriliyor, çocuklara daha çok Homeros ve diğer dönem şairleri okutuluyordu.

“Gönderdi onu Lykia’ya,
eline uğursuz işaretler verdi,
üst üst katlanan bir levhaya
yazdı bir sürü ölüm yazıları” (İlyada).

Bittabi Antik Çağ’da bu yazıları bugün kullandığımız kâğıtlara yazmıyorlardı. İlk dönem yazının kullanımı çömlek ve benzeri araç-gereçler üzerinde gerçekleştirilse de, ilerleyen dönemde tahmin edileceği gibi çok çeşitli malzemeler de ortaya çıkmıştır. Yunan yazınının bulunduğu en eski dönem İÖ 8. yüzyılı göstermektedir. Bu dönemde genel olarak çömlek ve benzeri anorganik araç-gereçlerin üzerine yazılar yazılıyor ve bunlar genel olarak tek cümlelik yazılar oluyordu. Bu çömleklerin üzerine zaman zaman sahibini niteleyen, zaman zaman heksametron ile yazılmış bazı cümleler yer alıyor ya da genel olarak vergi faturaları ve raporlama için kullanılıyordu. Bu anlamda o dönem yazı için kullanılan özel bir malzeme yok denilebilir. Çünkü deyim yerindeyse yazı daha çok bir imza amacı taşıyordu. Ancak yazı için özel nesneler kullanılmaya başlandığında işler biraz daha değişmeye başlamıştı.

Yazının aktif ve etkin bir şekilde kullanımı papirüsün buluşundan sonra başlamıştır. Papirüsün icadı bu anlamda dönem için matbaa ile eşdeğerdir diyebiliriz. Çünkü Papirüs ağacından elde edilen bu yazı malzemeleri yazının saklanması ve kullanımı ile ilgili çok büyük rol oynamaktadır. Antik Yunan’da byblion veya kylindro kelimelerinin kullanıldığı  bu devasa rulolar dönem toplumunun tüm işlerinde kullandığı bir araç hâline gelmişti. Hatta öyle ki, kendi içinde kullanım yöntemlerine ve kurallara da sahipti. Örneğin; genel olarak edebî metinler papirüsün iç kısmına yazılırdı ve dış kısmı kullanılmazdı. Tabii iki yüzünün kullanıldığı durumlar da oluyordu ancak papirüsün bu şekilde kullanımı toplum tarafından hoş karşılanmıyor hatta ayıplanıyordu. Bu şekilde yazılan rulolara müsvedde yani opisthographos denirdi ve satılmazdı. Bir rulonun uzunluğunun ortalama 3 ila 5 metre arasında olduğunu düşünürsek, bu boyutta bir yazı malzemesine istediğiniz uzunlukta bir metin sığdırabilirdiniz. Tabletlerden, çanak-çömlekten sonra çok büyük rahatlık ve özgürlük tanıyan papirüs, edebî ürünlerin de geliştirilmesinin önkoşulunu artık sağlıyordu.

Dönem içerisinde yazılan edebî metinler oldukça değerliydi ve çok özel şekilde saklanıyorlardı. Bugün bile Antik Çağ’dan kalma bir papirüsü gördüğümüzde onun edebî bir ürün olup olmadığını anlayabiliriz çünkü, dönem içerisinde edebî metinler rapor veya vergilerin aksine olabildiğince düz ve güzel yazılmaya çalışılırdı. Eğer herhangi bir kişi, bir edebî metne sahip olmak istiyorsa onu kendisi yazarak kopyalamalı veya bunu artık ticaret hâline getiren kişilerden satın almalıydı. –Platon veya Aristoteles’in bazı eserler için oldukça yüksek miktarda ödeme yaptığı ve kendi kütüphanelerini kurdukları bilinir.– Tabii bu kadar değerli olduğu için zaman zaman bazı talihsizlikler de yaşanıyordu. Bu talihsizliklerin muhtemelen en kötüsü ruloların çalınmasıydı. Daha da kötüsü bir şair tarafından henüz tamamlanmamış bir edebî metnin rulo olarak çalınmasıydı…

Diğer taraftan günümüz kitap formatının ilk adımı kodeks ile ortaya çıktı. Papirüs her ne kadar rulo hâlinde büyük kolaylık sağlamış olsa da, taşınması ve okunması açısından zaman zaman zorluk yaşatabiliyordu ve bu yüzden papirüsten elde edilen “kitaplar” bir süre sonra rulo olarak değil, kodeks formatında üretilmeye başlandı. Burada papirüsün en önemli rakibi parşömendi. Çünkü üst üste konularak dikilen papirüsler bir süre sonra kapanmıyor ve kullanılması çok zor oluyordu. Ancak parşömenden yapılan bir kodeks bu anlamda papirüse nazaran çok daha rahat okunabiliyor ve taşınabiliyordu. Bu yeni kitap formatı ile yeni bir çağ başladı diyebiliriz. Çünkü rulo hâlinde saklanan birçok eser kodeks parşömenlere aktarılıyor ve özel kütüphanelerde saklanıyordu. Bu süreç aslında günümüze ulaşan antik eserlerin de belirlendiği döneme denk geliyor. Çünkü sadece değerli görülen eserler kodeks şeklinde yeniden üretiliyordu. Bugün İlyada gibi eserleri okuyabiliyorsak, o gün bu eserlerin çok değerli olarak kabul edilmesinden dolayıdır.

En nihayetinde yazının ve kitabın tarihi; tabletlerden, çanak-çömleğe, oradan papirüse ve parşömene, ve tabii son olarak da kâğıda kadar oldukça çetrefilli geçmiştir. Özellikle 8. yüzyılda kâğıdın icadı şu an için son icat olarak hâlâ kullanılıyor. Her ne kadar artık kitaplar dijital ortama aktarılsa da, basılı kitaplar aynı papirüsün parşömene direndiği gibi direnmeye devam ediyor. Bu direniş başarılı olur mu olmaz mı bilinmez ama kitapların daha çok uzun yıllar bizimle birlikte olacağı kesin gibi gözüküyor.

Kaynakça:
BLANCK, Horst. Antikçağda Kitap. İstanbul: Alfa Basım Yayım, 2017.
YILDIZ, Nuray. Antikçağ Kütüphaneleri. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2003.
MAVROGENES, Nancy A. Journal of Reading, Reading in Ancient Greece. 1980.

Yazar: Kaan Onur Kaftanoğlu

Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.
Düşünbil Portal’da yayınlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur.


Paylaş

Kaan Onur Kaftanoglu

92 yılının Mart ayında İstanbul Anadolu Yakası'nda doğdu. Lisans eğitimini İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine tamamladı. Lisans eğitiminin ardından kısa bir süre İngilizce ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Şu an ise bir araştırma şirketinde çalışmaya devam ediyor.