Paylaş

Karantinanın ilk aylarında, dört duvar arasında sıkışıp kalan çoğu insan, kendini alışılmamış teselli kaynaklarına verirken buldu: Vali Andrew Cuomo’nun PowerPoint sunumları (1), ekmek pişirme (nedense ekşi maya) ve Lev Tolstoy’un Rusya’daki Napolyon döneminde geçen 1200 sayfalık romanı: Savaş ve Barış.

#TolstoyTogether hashtagi altında toplanan okuyucular, belki de kendilerini her zamanki gibi belirsizlikle boğuşan sıradan insanların, siyasi liderlerin değişken ve etkisiz heveslerine boyun eğmesini konu alan bir kitaba çekilirken buldular. Edebi gücü ve fiziksel ağırlığından dolayı (genelde pandemi sürecinde kafa dağıtmak için ideal bir kitap olması bu nedenlere bağlanır), Savaş ve Barış bana şu an için yeteri kadar radikal gelmedi; özellikle de Tolstoy’un sosyal kavrayışının kapsamlılığı göz önüne alınırsa. Salgının ilk günlerinde kendimi, Tolstoy’un zengin ve hırslı bir adliye memurunun, doktorları hayrete düşüren bir hastalığa yenik düşmesini konu alan novellası İvan İlyiç’in Ölümü (1886)’yle ilgilenirken buldum. Hastalığı sırasında İvan İlyiç, içinde bulunduğu toplumun insandan çok, çıkarlara değer vermesi üzerine kurulmuş olduğunu fark eder.

Tolstoy her zaman arayış içinde olanlara ve daimî ruhsal kriz sancısı çeken karakterlere eğilimliydi; George Orwell onları “ruhlarını yaratmak için çabalayan” kişiler olarak tanımlardı. Gerçekten de Tolstoy kişisel ve sosyal krizleri, toplumu ve onu destekleyen inançları daha derin bir sorgulamaya teşvik etmesi için gerekli kırılma noktaları olarak görüyordu. Anı kitabı İtiraflarım (1882)’da kendi ruhani yeniden doğuşunu, bastığı toprağın çöküşüne benzetmişti. Bu nedenle, covid19’un ve polis cinayetlerinin görünür kıldığı ırkçı yaklaşım ve ekonomik eşitsizliklerin, eşi benzeri görülmemiş sayıda insanın ülkedeki mitleri sorgulamaya başlamasına sebep olduğu bu zamanda, okuyucuların Tolstoy’un eserlerinde yeni önemli unsurlar bulmasına şaşmamak gerek. Polisi finansmanını kesme çağrılarıyla birçokları hayatlarında ilk defa kurumların işlevini, hatta bu kurumların varlığını sorgular hale geldi.

Tolstoy’un kendini arayış içinde bulan karakterlerinden biri, 1903’te yazdığı Balodan Sonra adlı kısa hikâyesinin ana kahramanı olan İvan Vasilyeviç. İvan, bir albayın kızına âşık olan ve kaderini belirleyen o sabahın erken saatinde çıktığı yürüyüşe kadar askere yazılmak isteyen bir sosyete gencidir. Önceki akşamı şehirdeki bir dans balosunda, Varenka adındaki genç, zarif ve güzel bir kızla geçirmiştir: “Şampanyaya düşkün olsam da o akşam hiç içki içmedim. Zaten aşk sarhoşuydum” diye ifade etmiştir. Bununla beraber İvan, bir o kadar, Varenka’nın kibar, beyefendi görünümlü ve tüm parasını kızına harcadığından balo için oldukça sıradan botlar giyen babasına da âşık olmuştur. Balodan sonra İvan eve döner fakat hâlâ gecenin büyüsünden çıkamamıştır ve uyuyamaz.

Böylece Varenka’nın evine doğru açılan karlı yollarda dolaşmak üzere dışarı çıkar fakat eve vardığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşır: “Siyah üniformalı askerler karşılıklı dizilmiş, silahlarını yanlarında tutarak hareketsiz bir şekilde duruyorlardı. Onların arkasındaysa durmaksızın aynı rahatsız edici ve tiz melodiyi çalan davulcu ve fifreciler vardı.” Genç bir Tatar memuru (Tatarlar Rusya’nın azınlıklarındandı) askerden kaçmakla suçlanmaktadır ve ceza olarak zırhlı askeri eldiven giyen askerler tarafından dövülmektedir. İvan adamın vücudunun kanlar içinde kaldığını görünce donakalır: “Vücudu tir tir titriyor, ölesiye dövülen adam darbe yağmuru altında, eriyen karı sıçratarak bana doğru geliyordu.” İvan bu işlemi yöneten albayın saatler önce sevgi dolu ve sıcak biri olduğunu düşündüğü Varenka’nın babasından başkası olmadığını görür. Şahit olduğu bu sahneyi unutmaya çalışarak çaresizce evine koşar. Fakat bu imkansızdır; İvan uyumaya çalıştığı sırada genç memurun yalvarışlarını duymaya devam eder: “Bana merhamet edin, kardeşlerim.” Nihayetinde İvan, münferit olmanın ötesinde, bizatihi devlet tarafından bu vahşete onay verilen bir toplumda yer almanın mümkün olup olmadığını düşünerek askere yazılmaktan vazgeçer.

Balodan Sonra, bu alanda çalışanların, Tolstoy’un dönüşümünden sonraki dönem olarak adlandırdığı (bir çeşit anarşizm olarak görülüyor), kurgudan uzaklaşıp Hıristiyanlık inancının siyasi uygulamalarına odaklanmaya başladığı dönemde, 1879 yılının başlarında yazıldı. Hayatının son 30 yılını kapsayan bu dönem boyunca Tolstoy; ahlaki tezler kaleme alıp özel mülkün sona ermesi, devletin dağıtılması ve zorunlu askerliğin ortadan kaldırılmasıyla ilgili çağrılarda bulunduğu güçlü denemeler yazdı.

Tolstoy’un görüşleri, özellikle de devlet destekli şiddete karşı ağır hakaret içeren görüşleri, doğal olarak otoriteleri kızdırdı ve bu, onun devamlı bir polis gözetimi altında olmasına sebep oldu. Geç dönem eserleri Rusya’da sansürlendi fakat yurt dışında çevirileri büyük ölçüde mevcuttu. Hatta savaş karşıtı duruşu edebiyat Nobel ödülünü almaması için bir sebep olarak sunuldu. İsveç Akademisi sekreteri, Tolstoy’un pasifizm çağrılarının kısmen “hem bireyin hem de ulusun kendini savunma hakkını reddettiğini” savunarak, adaylığını geri çevirdi.

Balodan Sonra aslında Tolstoy’un devlet şiddeti eleştirilerinin uzun süredir kaynamakta olduğu geç bir döneme ait. Tolstoy, Kafkasya ve Kırım’da savaşan genç bir asker olarak şahit olduğu dehşet verici sahneleri günlüğüne yazdı. Savaş ve Barış birçok açıdan, savaşı yücelten popüler hikâye ve kurguları dizginlemek için yazılmıştı; Tolstoy, savaşın ne kadar kafa karıştırıcı, kaotik ve aşağılayıcı bir şey olduğunu gösterdi. Neticede bu görüşler, vahşetin zengin ve yönetici kesimin toplumsal düzeni sürdürmesine yarayan kullanımına dair daha kapsamlı bir eleştiriye dönüştü. “Şiddet varlığını, artık yararlı olması inancında değil, bu kadar uzun süre varlığını koruyabilmesinde ve kendisinden çıkar sağlayan yönetici sınıf tarafından organize edilmesinde sürdürüyor.” Onun görüşlerinin özellikle bazı kısımları sadece reform çağırısında bulunduğu için değil, güç kullanımını destekleyen ve onlar tarafından yönlendirilen kuruluşların ortadan kaldırılması gerektiğini savunduğu için de tehlikeli görülüyordu.

Tolstoy: Resident and Stranger’ın (1986) yazarı Richard Gustafson, Tolstoy için pasif direnişin “ulusun birleştiricisi olarak baskıyı reddetmek” anlamına geldiğini yazdı. Tolstoy bizlerin kökü sevgide olan kardeşlik, yardımlaşma gibi diğer toplumsal biçimleri kucaklamamızı istedi. Belki de şu an duyduğumuz polis karakollarının finansal desteğini kesme ya da onları feshetme çağrıları da benzer bir şekilde sevgi çağrısı olarak duyulabilir. Eylemcilerin polis karakollarının tasfiyesi için talepte bulunması, aynı fonun fakirlere, akıl hastalarına ve evsizlere destek veren organizasyonlara dağıtılmasını da beraberinde getirir.

Nasıl “merhamet edin kardeşlerim” yakarışı İvan Vasiliyeviç’i hayatının sonuna kadar rahat bırakmadıysa, bizler de “anne” diyerek yardım çığlıkları atan sesler tarafından rahat bırakılmayacağız. Bu yakarışlara, Tolstoy’un da bize hatırlattığı gibi sevginin karşıtı ne varsa parçalara ayırarak ve yine sevgiyle cevap vermeliyiz.

  • New York valisinin pandemi boyunca durumla ilgili günlük yaptığı kısa toplantılarda kullandığı eğlenceli ve ilgi çekici sunumlar.

©® Düşünbil (2020)

Yazar: Jennifer Wilson
Çeviren: Cemresu Kaya
Çeviri Editörü: Onur Demir
Kaynak: nytimes.com


Paylaş

Düşünbil Portal

Düşünbil Portal, bilim, felsefe ve psikanaliz alanlarında yazılı ve görsel içerikli makale, deneme ve çeviri yayınlayan çok içerikli bir portaldır. Genel okur-yazar kitlenin bilinçlenmesini ve farkındalık kazanmasını amaçlamaktayız. “Düşünen her insan gençtir” vizyonu ile her genç insana hitap etmeyi amaçlayan Düşünbil Portal, dergi ve etkinliklerle bu amacını geliştirmektedir.

https://www.dusunbil.com