1982’den bu yana güllaç yapanlar ve güllacı hiç duymamış insanlar… Esasen sığ bir ekseriyette bakarsak bütün mesele budur. Kimileri babasının ve kültürün ona yapmasını istediği şeyleri kendine dini, mukaddes bir vecibe olarak görür; hiçbir özsel ve sorgusal felsefi değerlendirmede bulunmadan veya dini süzgeçten geçirmeden doğrudan yapar. Yine de en az bir defa her biri neden güllaç yaptığını düşünme gayreti içerisine girmiştir. Fakat yalnızca düşünmekten öteye gidebilenler erdemli birer güllaççı olmayı başarmışlardır yahut özlerinin gür olmasını bir takım özsel felsefi gayretle sağlamışlardır. Erdemli güllaç yapabilen kozmik güllaççılar ise asıl saygı gösterilmesi gerekenlerdir. Bunlar, şeref sahibi zümrelerdir, halkların doygunluk hissidir ve devletin asıl kadim dostları işte onlardır. Güllaç dedimse midelerimize inen şeyleri, yani sırf onları anlamamak gerekir.
Uzay gözlüklerimizi takmaya ne dersiniz? Haydi atalım gözlerimize engel olan güneşi! Kültürü, ırkı, dini, aidiyetlerimizi, ailelerimizi çıkaralım görüşümüzden; artık nettir gördüğümüz. Bizlerden ne bekler insanlar ya da toplum? Para kazanan kişi –nasıl kazandığı mühim olmadan- modanın gerektirdiği fabrika yapımı kıyafetleri satın almayı, düzenli olarak hiç kullanmadığımız misafir odası takımlarını edinmeyi elbette ki ister. TV’lerde öğretilen sağlıklı yaşam formüllerini marketlerden temin etmek, bu ve benzeri zırvalar, pahalı zevkler… Neden yapıyoruz bunları? Rutinlerimiz, bizi intihara sürükleyen ahmaklıklarımız, bankaların plastik kartları, anti-felsefeli kurt sürüleri ve daha neler neler… Bizler bu dünyaya fırlatılan eşyalardan daha fazlasıyız. Neden felsefeye ihtiyacımız yok ki? Neden bilme tutkusu bizler gibi yaşamını süren canlıları ilgilendirmesin?
M.Ö. 500’den bu yana güllaç yapanlar, akıl oyuncağını elinden hiç bırakmayanlar, buldukları şeyle sürekli hiç bıkmadan uğraşanlar… Sabahları uykuyu kendilerine kayıp sayarak uyananlar ve güllacı yemeden nasıl daha güzel yapacağını düşünenler… Kurcaladığımız oyuncağı hiç bırakmadan oynayanlar, apriori bir misyonu aposteriori olarak içselleştirenler; işte onlar güllaçla uğraşanlar, hiç bıkmadan özlerini muazzam sürdürenlerdir. Müfredatı ve doğru varsayımları insanlık çizgisinde felsefi ve eleştirel bir sorguya çekmek, idrak etmek bizler için zehirli bir yemek olmasa gerek.
Salt aklımızın ne kadar tehlikeli bir silah olduğunu elbette ki biliriz. Akıldan ve felsefeden bahsederken kimi zaman şunları söyleriz: “ kafayı yemek”, “dinsizlik”, “sıyırmak”… Bunları söylerken bizi asıl korkutan aklımızın gücüdür, yani tehlikeli bir silah olduğu varsayımıdır. Bir hususu yahut bir şeyi çok iyi bildiğimizi sanmak oldukça ürkütücü bir durumdur. Hakiki olarak felsefe bilen insanlar her zaman çok az şey bildiklerini yahut hiçbir şey bilmediklerini söylerler. Fakat onlar, sürekli çalışan, düşünen ve anlayan, anlamlandıran ve düşündüren zihinlere sahiptirler. Anlama ve anlamlandırma hususunda birçok bildiğini iddia eden insandan daha başarılıdırlar.
Okuduğumuz kitapları anlatmakta güçlük çekeriz ya da okuduğumuzla ilgili gerçek manada bir şeyler konuşmak çoğu zaman zordur. Çünkü test sorusu çözermişçesine bize sunulacak cevapların içerisinden doğruyu bulmaya kalkışırız. Oysaki şunu düşünmek hiç de zor olmasa gerek: Bu yazılan şeyler neden böyle yazıldı, yazan kişi neyi düşünerek böyle yazdı? Niçin şöyle değil de böyle yazdı? Şöyle yazmamasının sebebi neden bu değil? Bu olsa şu olmayabilirdi ya da bu böyle midir sahiden? Bir tür illüzyondur, şapkadan tavşan çıkmadığını biliriz. Lakin bildiğimiz halde büyülenmiş olarak bakarız anlayamadığımız bir anlama. Tavşanın şapkanın içinde olduğunu, illüzyonistin usta olduğunu anlarız.
Bilme gayreti biz insanların özlere dair öz hakiki bilgilere ancak ve ancak karıncalar gibi, M.Ö. 500’den beri güllaç yapma ahlaklılığı ile ulaşacağımızı düşünüyorum. Eğer düşünmüyorsanız şöyle söylendiğini söylerim: “Kendi evinde kal ;[o zaman] iyeliklerinin nasılda yalın olduğunu bileceksin” PERISIUS. (1) Yahut bırakalım bunları;
“NIL ACTUM REPUTONS, SIQUID SUPERESSET AGENDUM”. (2)
Dipnotlar:
(1) Latincesi “Tecum habita; noris quam sit tibi curta supellex” şeklinde olan söz. Persius, Satirler, 4:52’den aktaran Kant, Saf Aklın Eleştirisi, A XX.
(2) “Geriye yapılacak şeyler kaldığı sürece, hiçbir şeyi yapılmış saymadı” anlamında Latince söz. Luacan’dan aktaran Kant, Saf aklın Eleştirisi, B XXIV.
Yazar: Yunus Emre Koç
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.