1. İz Sürücü
Hayat yanılgılardan ibaret değil midir? Ne zaman bir konuda ya da hükümde son derece emin ve kararlı olduğumuzu düşünürsek, aslında yanılgının göbeğinde geziniyor olduğumuzu fark ediyoruz demektir. Başkalarının yargılarının ve özsaygının da bu hükümlerde kritik rol oynadığını, öne sürdüğümüz hipotezi şekillendirirken kullandığımız deliller kadar etkili olduklarını da sürecin devamında anlarız. Bu bir uyanıştır; fakat kimileri kendini uykunun aziz esirliğine teslim eder, diğerleri ise iz sürücülüğe başlar.
Tarihteki ilk ve en önemli iz sürücü Sokrates’tir. Ona göre cevaplar yeterli olmayabilir, çünkü hâlihazırda sahip olduğumuz cevabı var eden anahtar, sorduğumuz sorulardır. Eğer doğru soru sorulmazsa, yalnızca ikna olmak için uydurulan cevaplar ortaya çıkar, durağanlaşır ve dogma hâlini alır. Bu durumun ortaya çıkmaması ve güncel konuların akılcı değerlendirilmesinin yolu da sorgulamaktan geçmektedir. Hayatı boyunca birçok öğrencisi olan Sokrates, onlarla sohbetler yapmış ama bunları asla yazıya geçirmemiştir; çünkü arayışının fiilen, birlikte, karşılıklı tartışma yoluyla hayata geçirilen bir şey olduğuna inanmıştır (1). Konuşmalarında, hayatı boyunca bilgi sahibi olmadığını, asla sorular sormaktan fazlasını yapmadığını anlatmıştır. Kendi deyimiyle, bildiği tek şey hiçbir şey bilmediğidir. İz sürücülüğün tarifi de tam olarak budur.
Ayrıca Sokrates ne kadar aciz ve zavallı bir ihtiyar olduğunu iddia etse de, zekâsı muazzamdır. Bilhassa yaşamından öğrencileri tarafından aktarılan anekdotlar zekâsının keskinliğini ortaya koyar. Sahip oldukları bilgiyle ukalalık eden insanlara çatmaktan özellikle hoşlanır. Üzerinde yeterince düşünülmeyen ve farklı açılardan analiz edilmeyen görüşleri tespit eder, sahiplerine boşlukları hedef alacak şekilde oklar atar. Fikrin sahibi ise cevap vermekte zorlandığında, ya özeleştiriye ya da inkâra yönelir. Burada muhatabına vermek istediği mesaj şudur: bilgi sahibi olmak bir suçtur, bilgi araçtır ve işlevi izi takip edecek bireye aracı olmaktır. Anahtarın işlevi nasıl kapı açmaksa, bilgi de daha derin arayışlara imkân vermelidir. Serpilen köklerle, yükselen dalların yeşerttiği yapraklar arasında yolculuğa çıkarmalıdır. Bu yolculuk bir ömür sürer ve temelinde sonuca değil, sürece dayanır. İz sürücülerin yani felsefecilerin işi de, bu arayış sürecinde Sokrates’e dipnot düşmektir.
2. İz Sürücüden Felsefeciye
İz sürücü bir kaynağa ulaştığında asıl görevi başlamış demektir. Arapça flsf kökünden gelen ve anlamı bilgelik arayışı olan felsefe kelimesiyse bugün bilinen anlamına, Sokrates’in etkisi yani iz sürücülükten öğreticiliğe geçilmesiyle ortaya çıkmıştır. Sorular sorarak temelsiz yapıları yıkmış ve tertemiz bir alan kazandırmıştır. Çevresinde toplanan insanlara da her daim bu fikri salık vermiştir. Ona göre felsefe yalnızca soru sorma değil, aynı zamanda soru sordurma işidir. Eğer birey aklını yeterli kaynaktan beslemezse, kendi kendisini zehirleyen akıntısız, yosunlu bir çaya döneceğini söylemiştir. Filozoflar bunu bir ritüel hâline getirerek işledikleri konunun özüne dönüşü amacı gütmüşlerdir.
Kant, Nietzsche, Popper vs; herkes bu temel arayış öğretisinden esin almıştır ve izi sürmeye böyle başlamıştır. Örneğin Karl Popper, bilim felsefesi alanında adeta devrim yapmıştır. Bilimsel bir tez ortaya atıldığında ölçü olarak kullanılan Doğrulanabilirlik Teorisi’ni kaldırmıştır. Popper’a göre bilimsel bir argümanın ya da önermenin ölçütü, yanlışlanabilmesi olmalıdır. Doğru noktaları olan yanlışlar bulunabilir, lâkin Freudyen Psikanaliz teorisi benzeri konuların yoruma dayalı yapısı, asla temele oturtulamadığı için sorun çıkarmaktadır. Buradan hareketle, amiyane tabirle elle tutulabilir konuları bilim olarak kabul etmeyi önerir.
İz sürücülüğün ilkesi de budur. Eğer ipin ucunu yakalayıp izini sürüyorsa insan; esas kaidesi eleştirel akılcı bir yaklaşımla zihninde tartmak ve mümkün olduğunca nesnel bir yaklaşımda bulunmaktır. Ayrıca ölçüt olarak da haklılığı değil tutarlılığı kabul etmelidir. Çünkü haklılık öznellik taşır; bu bağlamda herkesin haklı olabileceğini ve bunun neticede karmaşaya yol açabileceğini unutmamak gerekir. Bunun en güzel örneğini, Nasrettin Hoca’nın ünlü fıkrasında görmekteyiz:
“Nasreddin Hoca, kadılık yaparken bir gün bir ahbabı burnundan soluyarak gelmiş. Hasmı için söylemediğini bırakmamış. Sonra:
– Hocam, Allah aşkına söyle, demiş, haklı değil miyim?
Hoca ne yapsın?
– Haklısın, demiş.
Ahbabı sinirleri yatışmış olarak gitmiş. Onun hemen arkasından hasmı gelmiş. Bu defa da o başlamış atıp tutmaya, yok bana şöyle, yok böyle yaptı demeye. O da Hoca’ya sormuş:
– Haklı değil miyim?
Hoca:
– Vallahi çok haklısın, demiş.
Adam da sakinleşerek gitmiş. Tüm bunlara tanık olan Hoca’nın karısı bile bu işe şaşırmış kalmış.
– Senin kadılığında bir garip Hoca Efendi. İkisine de sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu?
Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp:
– Hatun, demiş, sen de haklısın!”
3. Felsefenin Gereği Nedir?
Soru sormak; insan beyninin zamanla arasındaki amansız savaşta her zaman sağ kolu olmuştur. Uygarlık tarihi ve medeniyet sorgularının peşinde hayatlarını feda eden dehaların mücadele ve azimleri neticesi ilerleme kaydetmiştir. Tarih boyunca insanoğlu en temel kaygılarının yorumuna odaklanmış, cevapları sadece yeni kapıları açmak için kullanmıştır. Çünkü sorular insanlık için hava kadar mühimdir. Sadece soru soran insan ilerleme gücüne muktedir hâle gelir. Ama günümüzde cevaplar soruların yerini almış ve insansoyu sorularla kendisi yormaktansa, başkalarının cevaplarını kemik bekleyen Pavlov’un köpeği misali beklemeyle yetinmektedir. Dünyaları televizyon ekranlarında ağızlarında salya akıtarak izledikleri entel kuklaların safsatalarından ibaret hâle gelmiştir. Bu sebeple soru sormak zor hâle gelmiş, soru soran kötülenmiş hatta lânetlenmiştir. Birey değil sürü olan bu güruh sistemin içinde kendine hamster kadar bile yer bulamazken, sistemin en dirayetli ve cesur neferi olmuştur. Cehalet aşılabilir bir engeldir lâkin istemek lâzım gelir. Sabah programları ile pembe diziler arasında yaşadığı dünyayı aşmayı değil sanal dünyanın bir parçası hâline gelmeyi istiyorsa, izlerini sürmek ödev olmuş demektir. Düşünün, sorular medeniyeti kurmuşken bu çürümüş paslı zihinler cevaplara bile akıl erdirmekte zorlanıp, lümpen kalemlere koşulsuz şartsız bağlılık yemini etmektedir. Gösterilen tavır, onca asır boyunca verilen emeğe ihanet değil midir?
Varlığı bir başka şeye muhtaç olan basit kavramların değeri, sadece bağlandığı varlık kadar olur. Bu kitle kuyruğundan ayrılmadığı hatiplerin kuyruğunda kene gibi yaşamayı sorgulamaya yeğ saymaktadır. “Bilgi doğuştan akılda yoktur, ama akıl bilgiyi üretecek kapasitededir” der Aristoteles. Bilgi kimsede ailesinin genetik mirasının eseri olarak ortaya çıkmaz. Üstün özveri ve fedakârlık ortaya bilgiyi, o da medeniyet kuracak birikimi çıkarır. Teknolojiye hayır denemez elbet, çünkü akan bir nehrin önünde durmaktansa akışından faydalanmak ve ona göre hareket etmek gerekir. Lâkin her insan araçlar ve amaçlar arasındaki farkı iyi idrak edip ona göre yaşam tarzını düzenlemelidir. Çünkü yaşamda herkes tek bir bilete sahip ve o da her saniye avuçlarında yanıp kül oluyor. Bu noktada asla emin olmamalı, her daim duyulan ne varsa öncelikle şüpheyle yaklaşmalı ve sorular sormalıdır. Sokrates’in bilgeliğinin kapısı olan “Üç Filtre” yöntemi, bu amaca hizmet için belki de tüm insanlığa sunulan en önemli armağandır.
“Bir gün büyük filozof Sokrates’e bir tanıdığı, ‘Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?’ dedi.
Sokrates, ‘Bir dakika bekle’ diye cevap verdi. Bana bu şeyi söylemeden evvel, senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor.
‘Üçlü Filtre?’
Doğru, diye devam etti Sokrates. Benimle, arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona Üçlü Filtre Testi dememin sebebi.
Birinci filtre ‘Gerçek Filtresi’.
− Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?
− ‘Hayır’ dedi adam. ‘Aslında bunu sadece duydum ve…’
− Tamam, dedi Sokrates. Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim. ‘İyilik Filtresi’.
− Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?
− ‘Hayır, tam tersi…’
− Öyleyse, diye devam etti Sokrates. Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’.
− Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?
− Hayır, gerçekten deği….
− İyi, diye tamamladı Sokrates.
Eğer, bana söyleyeceğin şey, doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı da değilse bana niye söyleyesin ki?”
Dipnot:
Ahmet Cevizci, Felsefeye Giriş, Say Yayınları, Ekim 2017, İstanbul, Syf. 15.
Kaynakça:
CEVİZCİ, Ahmet, Felsefeye Giriş, Say Yayınları, Ekim 2017, İstanbul.
CEVİZCİ, Ahmet, Sokrates/Fikir Mimarları Dizisi, Say Yayınları, Nisan 2013, İstanbul.
POPPER, Karl R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev. İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2018, İstanbul.
BORATAV, Pertev Naili, Nasreddin Hoca, Kırmızı Özel Kitaplar Serisi, Haziran 2007, İstanbul.
© Düşünbil® (2018)
Yazar: Emre Bozkuş