Söylem fikri, Michel Foucault’nun bütün eserlerinin merkezinde yer alır ve Foucault kavramları içinde öylesine kolaylıkla benimsenmiştir ki bugün, “Foucaultian söylem analizi” kendi başına bir akademik alan oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu yazı söylem düşüncesini tanımlamak ve Foucault’nun söylem analizinin ne anlama geldiğini daha geniş bir kavramlar dizgesine dayanarak açıklamak için yazılmıştır.
Foucault, tarihin koşullandırdığı, bilgi ve anlam üreten bir sistemi tanımlamak için “söylem“ kavramını seçmiştir. Söylemin aslında belirgin bir biçimde maddeye dayalı olduğunu ve sistematik bir şekilde, “üzerinde konuştuğu nesneleri kuran pratikler” ürettiğini belirtir (1).
Bu nedenle, söylem, söylemsel mantığın kitlelerce anlaşılması ve söylemin toplumsal bir olgu olarak kabul edilmesi yoluyla, toplumsal (ve aşamalı olarak küresel) ilişkileri yapılandıran bilginin düzenlemesi için bir yoldur (2). Foucault için bir söylemin ürettiği mantık, yapısal olarak ortaya çıktığı tarihsel dönemin geniş epistemesi ile ilişkilidir. Bununla birlikte, söylemler iktidarın toplumsal düzen içinde oluşan odakları tarafından üretilirler ve iktidarın bu gücü, söylemsel düzenlerde, bilgi ve doğruluğu meşrulaştırma ölçütlerini de tanımlayan belirli kuralları ve kategorileri de zorunlu kılar. Bu kurallar ve kategoriler önsel (a priori) olarak kabul edilir; yani söylemden önce gelirler (3). İşte bu nedenle söylem, oluşumunu, bilgi ve anlam üretme kapasitesini maskeler. Söylem, yine aynı nedenle, karşı çıkılması mümkün olmayan bir tarihsel gerçeklik iddiasında bulunur (4).
Bundan başka, toplum içinde sürekli tekrarlanması yoluyla, söylem kuralları, politik mantığın oluşumunu temellendiren, destekleyici ifade ve metinlerin anlamlarını düzeltir (5). Ancak, söylem, aynı zamanda hem anlamı sabitleme özelliğini hem de siyasi amaçlarını saklayabilir. Bir söylem kendini -tarihsel, evrensel ve bilimsel- yani nesnel ve değişmez olarak maskeleyebilir. Bu yüzden, Stephen Gill, Foucault’nun söylem kavramını, az çok kurumsallaşmış, belirli varoluş koşullarına sahip, kapsadığı kişiler tarafından ancak kısmen anlaşılabilecek bir dizi fikir ve uygulama olarak tanımlamaktadır (6).
Bir söylem, bir metni (7), belirli (özel) bir anlama sabitlerken, diğer anlamları ve yorumları metnin dışında bırakır. Foucault, bu süreçten, söylemin anlam ve gücünü zorlayacak veya onu etkisizleştirecek farklılıkları ortadan kaldırmak için metnin olanaklılığını (diğer anlamların metne kazandıracaklarını) azaltmak olarak bahseder.
Her toplumda söylem; denetimi, seçimi ve sabitlenmesi aynı anda yapılmak yoluyla görevi, söylem kaynaklı otorite ve tehditleri önlemek, şans eseri gelişebilecek durumları ustaca yönetebilmek ve söylemin acımasız ve müthiş önemselliğinden kaçınmak olan bir dizi yöntemin uygulanmasıyla oluşturulur (8).
Bunu başarmanın yollarından biri söylem hakkında yapılan yorumlardır; söylemsel paradigmayı hiçbir şekilde ihlal etmeden, ifadeler ve metinler üzerinden söylemin ortaya koyduğu anlamlar, yorumlar yoluyla sürekli olarak tazelenir. Foucault bunu şöyle açıklar:
“Yorumlar, söylemle ilgili, ifade edilmesi beklenen şeyleri söylemek yoluyla, dışarıdan bir şans faktörüne izin vermez. Bize metnin kendisinden ayrı, başka bir şey söyleme fırsatı verir, ancak metnin kendisinin tekrar dile getirilerek bazı açılardan bir sonuca bağlanması şartıyla tabi ki. Çeşitliliğe açık olma ve rastlantısallık, yorum yapmanın ilkesi gereğince, bir söyleme sorumluluğu olmaktan çıkarak sayıya, üsluba, maskelemeye ve tekrarlamanın durumsallığına dönüştürülür.Yenilik artık söylenenlerde değil, onun tekrarındadır” (9).
Foucault nun Disiplin ve Ceza’da ve daha sonraki bazı konferans serilerinde ifade etmiş olduğu olduğu üzere, söylem, hakimiyet kurduğu bedenleri ve bu bedenlerin öznelliklerini de dahil ederek, yineleyici bir süreç boyunca normalleşir ve homojen bir hale dönüşür (10). Bir söylem, metnin anlamını sabitleyerek ve metin hakkındaki ifadelerin bilgi olarak kabul edileceği nedensellik kategorilerini (sınıflandırmayı) önceden belirleyerek epistemik bir gerçeklik yaratır ve bir kontrol ve disiplin tekniği haline gelir (11). Belirlenen söylem hakikatine uymayan şey bir sapmadır, yani söylemin dışındadır ve toplumun, toplumsallığın ya da “toplumsal” olanın dışındadır. Foucault, ilk büyük eseri Madness and Civilization‘da (Delilik ve Medeniyet), dışlamanın söylemsel uygulamalarını, mantık ve delilik kategorilerinde etkileyici bir şekilde gösterdi (12).
Bununla birlikte, son yayımlanan eserlerinden birinde, eleştiri ve sorunlaştırma tekniği olarak söylem analizinin işlevinin güçlü bir tanımını buluyoruz: The Will to Knowledge: History of Sexuality Volume I (Bilme İstenci:Cinselliğin Tarihi 1. cilt) (13). Foucault, cinsellik ve onun tarihsel anlamını oluşturan söylem açısından şunları yazar:
“Cinsellik neden bu kadar geniş ölçüde tartışılmaktadır ve bu konuda neler söylenmektedir? Bu söylenenlerin oluşturduğu iktidarın etkileri nelerdir? […] O halde asıl konu, […] meselenin konuşuluyor olduğu gerçeğini hesaba katarak konuşmayı kimin yaptığını, konumunu ve hangi bakış açısından konuştuğunu, insanları bu konuda konuşmaya teşvik eden kurumlar ile söylenenleri saklayan ve dağıtan kurumları keşfetmektir. Kısaca, buradaki sorun, cinselliğin “söylem haline getirilmesi”ndeki aşırı söylemsel gerçekliktir.”
Foucault’nun geniş bir çerçevede ortaya koyduğu şey söylem analizinin görevidir; bu görev, “söz konusu söylemin” oluştuğu gerçekliği hesaba katmalıdır ve söylemin gücüyle ortaya çıkan etkileri analiz etmelidir. Ayrıca, söylem analizi, toplumda yerleşik anlamları yerlerinden oynatarak onları düzeltmenin peşinde olmalıdır ve baskın söylemlerin, iktidarın nasıl ve ne şekilde kullanılabileceği sorusuna, en azından eşit derecede geçerli iddiaları oluşturan gerçekleri, dışlama, marjinalleştirme ve baskı altına alma yollarını açığa çıkarıp gözler önüne sermelidir.
Dipnotlar:
(1) Michel Foucault, Bilginin Arkeolojisi ve Dil Söylemi (1969), 135-140 ve 49. (Trans. AM Sheridan Smith, 1972), 135-140 ve 49. Ayrıca bkz. M Foucault, “Söylem Düzeni” R. Young (ed), Metnin Çözülmesi: Yapısalcı Olmayan bir Okuyucu (1981).
(2) Bu açıdan, Foucault ve Jacques Lacan’ın söylem üzerine “söylemleri”, odakları birbirinden farklı olmasına rağmen çakışmaktadır. Lacan, söylemi, psikanaliz ve dolayısıyla özneler arası bir bakış açısından değerlendirirken, Foucault söylemi kurumların ve iktidarın yapısal bakış açısından değerlendirir. Bkz. J Lacan Jacques Lacan Kitap Seminerleri XVII: Psikanalizin Diğer Yüzü (2007) (trans. R Grigg).
(3) Foucault, Bilginin Arkeolojisi (yukarıdaki not 1).
(4) Foucault, Bilginin Arkeolojisi (yukarıdaki not 1) 126-134.
(5) Foucault, Bilginin Arkeolojisi (yukarıdaki not 1) 126-134.
(6) S. Gill ‘Küreselleşme, Pazar Medeniyeti ve Disiplinsel Neoliberalizm’ (1995) 24 Millennium – Uluslararası Çalışmalar Dergisi 399, 402.
(7) Derrida’dan sonra, hem yazılı hem de sözlü kelimeyi belirtmek için ‘metin’ kullanıyorum. Bakınız, J Derrida Of Grammatology’de (1967) GC Spivak ‘Çevirmenin Önsözü’ (çev. GC Spivak, 1997) ix.
(8) Foucault, “Söylemin Düzeni” (not 1), 53.
(9) Foucault, “Bilginin Arkeolojisi” (yukarıdaki not 1), 221.
(10) Daha sonraki çalışmalarında Foucault, kişilerin söylem düzenini nasıl içselleştirdiklerini ve onun anlamını ve olgusallığını itiraf yoluyla ya da kendi söylemleri aracılığıyla nasıl yeniden üreterek dış dünyaya yansıttıklarını tartışıyor. Bakınız, özellikle, Yaşayan Hükümet Konulu M. Foucault: Collège de France 1979-1980 dersleri (trans. G Burchell, 2014).
(11) Foucault, “Söylemin Düzeni” (not 1).
(12) M. Foucault, Madness and Civilisation: A History of Insanity in the Age of Reason (1961) (trans. R Howard, 1973).
(13) M. Foucault., Bilme Istenci: Cinselliğin Tarihi Cilt 1 (1976) (trans. R Hurley, 1998).
(14) Ibid, 11
Yazar: Rachel Adams
Çevirmen: Nilgün Lallı Açıkalın
Kaynak: Critical Legal Thinking
Düşünbil Portal’da yayımlanan, Düşünbil yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır.