Psikanaliz kuramı, dinsel çevrelerin dışında birbiriyle kıyasıya mücadele içinde olan serbest piyasacı liberal blokla sosyalist bloğu da ciddi biçimde rahatsız eden bazı gerçekleri ortaya dökmüştür. Bu nedenle kuramın karşısında giderek genişleyen bir karşı cephe oluşmuştur. Birbirleriyle hiçbir konuda anlaşamayan bu iki zıt ekonomik ve politik model Freud’un kuramına karşı aynı cephede konumlandılar. Bunun nedenini Marx’ın bir saptamasında bulabiliriz; nesne üreten öznenin yerini, tüketime sunulan nesnelerin ürettiği bir öznenin almasının getirdiği bir sonuçtur bu. Çünkü insanların yaşamlarındaki bu dönüşümle birlikte insanların mükemmel egolara sahip olduklarına yönelik olan inanç her şeyden daha gerekli duruma gelmiştir. Ancak bunun tam tersine Freud’un psikanaliz sırasında keşfetmiş olduğu şey mükemmel egonun sadece bir yanılsama olarak ortaya çıkabildiği gerçeğiydi.
Yanılsamaların toplumda heyecan yaratarak yoğun talep görmek gibi bir özellikleri vardır. İnsanlar sıklıkla kendilerine heyecan ve coşku veren yanılsamaları gerçeğe yeğlerler. Ne yazık ki bu durum psikanalizden geçmiş olsalar da psikanalistler için de geçerli olabilmektedir. Çünkü öznenin her zaman başını döndürerek aklını başından alan şey başkasına duyduğu aşk ve sevgi değil kendisini sevebilmesini, kendisine âşık olabilmesini sağlayan koşulların yarattığı heyecandır. Psikanalistle dernek arasındaki ilişki, derneğe kabul edilmek, dernek tarafından onaylanmak ve derneği yöneten güç olmak arzusu bağlamında oldukça heyecan yaratıcı bir zemin doğurduğundan dolayı psikanalistler için kuramsal içerik ve doğru uygulamadan çok kendilerini mükemmel hissetmenin getirdiği heyecan duygusunu yaşamak öne çıkmaktadır. Dernek tarafından onaylanmış bir psikanalist olmak mükemmel bir egoya sahipmiş gibi hissettirdiği için yanılsamayı güçlendiren bu zeminde süreç en önce mükemmel ego yanılsamasını güçlendirerek işler çünkü bu imaj tam olarak bu yanılsamaya yaslanır.
Psikanaliz olarak adlandırılan tedavi süreci, psikanalize girmiş olan öznenin egosunun hatalı taraflarından kurtulabilmesi için psikanalistin mükemmel olarak gördüğü egosunu aktarım-karşıt aktarım zemininde modellediği bir süreç midir? Psikanaliz pratiği açısından sorun tam bu noktada başlamaktadır. Psikanaliz kuramının ve uygulamasının bu çerçevede ele alınmasını savunanların kesin zaferlerini ilan ettikleri noktada Lacan Freud’un yere düşen bayrağını alarak bu yaklaşımın bir yanılsamaya dayandığını haykırmaya başlamıştır. Kendisi bir yanılsamadan başka bir şey olmayan ego nesnesi bu niteliğiyle nevrozu yaratan gerçek neden olduğu için bir nevrozun tedavisi, yanılsamadan ibaret olan bir egoyu mihenk taşı gibi ele alıp diğer egonun düzeltilmesi süreci olarak nasıl işleyecektir? Öznenin dış dünya ve kendisiyle ilgili yanılsamalarının düzeltilmesi, yanılsamayı daha da güçlendirerek nasıl olanaklı olabilecektir? Psikanalistin egosunun da bir yanılsama olarak biçimlenmiş olmasına karşın bu yanılsama yumağının, psikanalizden geçmiş olması ve bir dernek tarafından kabul edilmiş olduğu için kendisini bir mükemmellik abidesi halinde ortaya koyması psikanalizin sorunlarını ortadan kaldırmaktan çok onları katmerli hale getirmektedir.
Lacan Freud’un kuramına alternatif olacak bir özne kuramı ortaya koymamıştır. Öznellik adı altında ortaya konulan yaklaşım, ego psikolojisini Lacancı alanda restore etmek çabasından başka bir şey değildir. Lacan şunu şiddetle vurgular; psikanalistin analize gelen nörotik öznede okuması gereken şey öznellik değil, özneler arası zeminde bir gösteren olarak kendisini bulan öznenin bu kendilik göstereninin, diğer gösterenler için onu göstermesini sağlayan dizgenin içinde güncel bir okumayı sağlayıp sağlamadığıdır. Öznenin gösteren konumunda bulunması öznelliği değil özneler arası yapıyı önemli kılar. Çünkü gösterenleri birbirlerine göre konumlandırarak oluşturduğu dizgeden bir anlamın ortaya çıkışını sağlayan güç, öznenin kendi bulunduğu konumda değil, onun dışında, özneler arası bir konumda yerleşiktir. Özne konuştuğunda bu konumun oluşturduğu gücün dilini konuşur çünkü anlam oradadır. Bu nedenle Lacan öznelliğin yani intra-sübjektivitenin değil özneler arası durumun yani inter-sübjektivitenin önemine sürekli olarak vurgu yapar. Öznellik adı altında mükemmel egonun konumunu yeniden ortaya koyarak öznenin bu konumdan duygularının ve düşüncelerinin anlaşılmaya çalışılması bir hatadır çünkü bu anlayış zemininde pekişen ilişki biçimi sorunun nedeni olan yanılsamanın çözülmesini değil güçlenmesini sağlayacaktır. Bu nedenle eğer seans süresi, empati üzerine kurulan bir ilişkiyi icra etmek için doldurulması gerekli bir süre olarak ele alınıyorsa bu sürenin kullanılmasından çok kullanılmamasının yararı daha büyüktür. Empati analiz sürecinde olumlu değil toksik bir etki yapmaktadır.
©® Düşünbil (2022)
Yazar:Mutluhan İzmir